Lamii K. Karen

İstatistik

Okuma süresi: 4 dakika

“Kız Saime!”

“De Filo!”

“Torunun boyük okulları biturmiş!”

“Na demaktur o?”

“İsmini demayi şimdi becaramiyacağım bir şey olmuş işte. ‘Boyük memur’ diyorlar!”

“Dema!”

Annem, Filo Teyze ile ninem arasında geçen bu konuşmanın videosunu bana attığında hem çok gülmüş hem de hüzünlenmiştim. Ama bir taraftan da yaklaşan bayramla mesleğimi nineme nasıl anlatacağımı kara kara düşünmeye başlamıştım. O, “istatistik”, “yardımcı doçent” filan bilmezdi. Ama çare yok bir yolunu bulup anlatıp onu sevindirmeliydim.

Ortaokulu bitirip gurbete düşünce ancak yaz tatillerinde köyüme gidebiliyordum. Ninemle etraflıca oturup konuşmayalı da uzun zaman olmuştu. Benim çok uzun süre üniversitede okuduğumu biliyordu ama sonunda ne olacağımla ilgili bir fikri yoktu. Anneme zaman zaman, “Gız bizim del’oğlan bu kadar uzun ne okur?” diye sorduğunu; annemin de,  “Ne bileyim ana okuyor işte!” deyip geçiştirdiğini duyardım. Köyden okula dönerken ninem hep aynı nasihatle uğurlardı beni: “Sonina kadar oki oğul, sonina kadar!”

Ninem güngörmüş bir kadındı. Benim açıklarken göbeğimi çatlayacak şeyleri o bir cümleyle aşıp geçerdi.

“Naylon oldi her şey, naylon oldi!“ derdi. Sahte ilişkiler, oynanan oyunlar, kandırmacalar, aldatmalar karşısında kendince bir isyan cümlesiydi bu.

“Sinanmiş bir kalbin ögunde durma oğul.” ,“Ya başuyla Yusuf ol ya da soniyla Zuleyğa,” derdi. Sonra durur, gözlerini yukarı kaldırır ve hafif sallanarak söylerdi: “Siradda sena dost olabilacaklari kendune yakun dut. Amma heppisundan eyisi rızkun nerden gelduğine şaşurmayi öğren yavrum,” derdi.

Sorardım:

“Nene ‘umut’ nedir?” diye. Yanıt veremez; unutur gibi yapardı.  Nice zaman sonra ilgisiz bir yerden girer aynı yaştaki Filo Teyze’ye –geride kalan son arkadaşıydı- ateşten cümleler kurardı: 

“Aha şurada yanan bir ataş var Filo. Kantarun taşiyamaduği bir yük var içümde!”

Sonra yine susar söylemediğini ben tamamlardım:

 “Dedem!”

İşte o zaman hüzünlenir ve daha çok susarak söylediğime bin pişman ederdi. 

İnce bir ruhu vardı ninemin. Kendi acılarını bir mücevher gibi saklar ama daha çok başkalarına ağlar bulurdum hep. Yine bilirdim kendi de haddeden geçmiş bir kadındı. Aklından kötü bir şey geçse sadaka vermeyi edepten sayardı. Varlıktan utanır, eline ufak bir para geçse onu dağıtmayı ibadet bilirdi. Geçmiş namazlarını katlayarak kılar, “Nene, alacaklı oldun!” deyince utanır, “Bunlar benim günahlarimu sondurmaz ki del’oğlan!” derdi.

Okunan ezanlar ne çok şey anlatırdı ona. Ezan bitene kadar –diğer camide okunanlar da dâhil- konuşmaz sonra uzun uzun dua ederdi. Sessizce ağlamak onun günlük virtlerinden biriydi. Hâlini soracak olsam, “Belmadukların daha fazladur!” deyip yine uzunca susardı. O haliyle sanki sırtına bütün insanların yükü vurulmuş gibiydi. Belki de esbabı sadece kendinde meçhul bir tahammülü sırlardı o haliyle. Türkülerden çok ağıtlara meyleder ama şu dizelere de dayanamazdı:

“Geçtim diyâr-ı yardan ol dâre baktım ağladım.

Solmuş, sararmış güller gülzâre baktım ağladım.”

Hayatı çileyle geçmiş ve dört çocukla genç yaşında dul kalmıştı ninem. Bizim oralarda kocası ölen kadının evlenmesine de evlenmemesine de pek hoş bakılmazdı. Bu hâl yüze söylenmese de bakışlar insaftan çok uzak olurdu. Ninem bunları da yenmiş ve evlenmemişti. Şikâyetini duyan da olmamıştı. Halini kadere verecek kadar da inançlı bir kadındı.  Çok sonraları öğrenmiştim bunun sebebini… Evlenmeyi dedeme ihanet görüyormuş.

Her gün bir yaprağı düşen ve her daim sonbahar bir kadındı ninem.  Biraz da komikti aslında. Televizyon seyrederken kadın ve erkeğin samimi hâllerini gördüğünde başını çevirir kötüye yormadan söylenirdi: “Aca karisidur? Yok yok essah karisidur. Keşka gizlica yapsalar.”

Ne çok gülerdik.

Bayrama iki gün kala köye gitmiştim.

Giyebildiğim en rahat kıyafetlerle ninemin karşısındaydım…

İstatistikten yardımcı doçent olmuş ve birçok üniversitelerden de cazip teklifler almıştım. Sadece ben değil aslında bütün akrabalar gururluydu. Köyümüzden ilk defa bir akademisyen çıkıyordu. Ama ben daha çok ninemin gururlanmasını istiyordum. Benim bu başarımın hayatta onun yüzünü güldürecek güzel bir hediye olacağını düşünüyordum. Ama ortada büyük bir sorun vardı: Nineme mesleğimi nasıl anlatacaktım? İşte bu beni çok düşündürüyordu.

Saygıyla elini öptüm. O da bana hasretle sarıldıktan sonra –henüz kıyafetlerime dikkat etmemişti- kollarımdan tutarak hafifçe geriye itti. Filo Teyze’nin “Boyük memur” demesiyle benim görünüm arasındaki farkı anlamışçasına uzun süre beni inceledi. Kıyafetlerime kafayı taktığını anlamıştım. Haksız da sayılmazdı.

Annem de mutfakta ninemin yorumunu merak edercesine durup durup gülümseyerek bize bakıyordu. Sadece bu kadarıyla kalacağını düşünürken,  “Anne, gözün aydın torunun istatistikten yardımcı doçent oldu!” diye seslendi.  

Aslında bunu ben söyleyecektim.

“Ne oldin ne oldin?” dedi yüzündeki hayret, şaşkınlık ve dünyada sadece benim ninemde olan o bakışıyla.

 “İstatistik nene. İstatistikten yardımcı doçent oldum!” dedim anneme ters ters bakarak. Artık cümlenin büyüsü kaçmıştı.  

Başını önce tavanda sonra duvarlarda gezindirdi. Bunu birkaç kere daha yaptı.  “İstatistik ”ten bir şey anlamadığını biliyordum ama yine de ne diyeceğini merakla bekliyordum. Aslında o şaşkınlığı hoşuma gidiyordu. Israrla yüzüme bakmıyordu. Camdan dışarı baktı. Elinde oyalanacak daha doğrusu güç alacak bir şey aradı. Bulamadı. Bir taraftan dudaklarına kadar gelen gerçek fikrini söylemek istiyor diğer yandan da beni incitmek istemiyordu.

Tekrar başını hızla yana çevirdi. İçindeki cümleler benim beklediğim cinsten olmadığını bir kere daha belli etti. Böyle zamanlarda çatacak birini arardı.

Öyle de yaptı.

 “Ustina başina bak!” dedi anneme beni işaret ederek. “Bunun gravati yok midur gız?” Ninem anneme “gız” diye hitap ederdi. Bu – gız/kız- hitap bizim yörelerde bir sevgi göstergesiydi. 

Haklıydı. Yüksek memur olmuştum ama üzerimde çok basit kıyafetler -kot pantolon ve tişört- vardı. Aslında bütün bunların ninemin iyi bir cevap bulmak için top çevirmesi olduğunu çok iyi biliyordum.

Artık ne başını çevirecek bir yer ne de konuşacak bir şey kalmıştı. Çaresizce söylendi:

 “Hükümetin adami olacaksun oğlim, hükümetin adami.”

Annem mutfaktan çay alıp yanımıza gelmişti. Şenliği kaçırmak istemiyordu.

 “Bir daha de hele del’oğlan ne oldin?” dedi ninem yüzüme vereceğim yanıtı beğenmeyeceğini bile bile.  

“İstatistikten diyom Nene. İstatistikten yardımcı doçent oldum.”

Artık ninemin kaçacak bir yeri kalmamıştı. Çaresizce bir iç çekti. Anneme manalı bir bakış fırlattıktan sonra,

  “Del’oğlan?” dedi bana. Söyleyeceği cümleye hazırlanıyordu.

“Söyle nenem!” dedim. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum.

“Şu olduğun şey var ya hani!” dedi ismini unutmuştu.

“İstatistik!” dedim hafifçe gülerek.

Nenem konuştu ben slogan yaptım:

“Üzülme oğlum, demak ki o da lazum bir şey!” dedi.

Yıllar ne de çabuk geçmişti.

Denizi, sahili ve dağları özleyen şehir insanları yavaş yavaş balkon sefasına dururken ninem düştü aklıma. Onu hatırlayınca hep gülümsemem genişler ve hayata hep iyi, tatlı tarafından bakardım. İçimde hüzün de olsa kendimi iyi hissettiriyordu onu hatırlamak.

Yine öyle oldu.

Günbatımı ne kadar da güzel… Şu anı günlerce hiç kıpırdamadan seyredebilirim.

Ve kayboluyor…

O hali de o kadar büyüleyici ki şapkamı çıkarıp sonsuzluğa fırlatabilirim.

One thought on “İstatistik

  • Turgut

    İnsanı içerden kuşatan bir hikâye. Elinize sağlık

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *Time limit exceeded. Please complete the captcha once again.