Güzide Şen

Ağacımın Kökleridir Sorular

Okuma süresi: 2 dakika

Şimdi mutfağa girsem, çorba pişirsem bütün apartmana yetecek kadar, hatta bütün mahalleye yetecek kadar, kazanlar dolusu çorba pişirsem sanki şu mevsim geçecek. Akşamlar daha geç, martılar daha erken gelecek. Neden yazdığım çorba bile hüzün kokuyor?

İlk yazdığım şiiri hatırladım bugün. Kar yağıyordu, hece ölçüsünden oluşan üç dörtlük yazmıştım -hece ölçüsü nedir, bilmeyecek yaştaydım-, şiirin adına da “Kar” demiştim. Etkileyici bir isim… O zamanlar yazdığım kar hüzünlü yağmıyordu. O zamanlar çorbayı ben pişirmiyordum, belki ondan. Ne vakit ki titreyen avuçlarımdan kaydı bir annenin başı, ne zaman ki -gün ağarmamıştı daha- evleri terk etti birileri o zamandır başka şey yazamaz, başka şey konuşamaz oldum. Ruhum hangi ağacın dallarından birine asılı kaldı, bilmiyorum. Ağacın altında o ruhun düşmesini bekleyen çocuğu gün geçtikçe daha çok hatırlıyorum. İçtiğim çorbada, giydiğim çorapta, yürüdüğüm kaldırımda bir anda çıkıveriyor önüme. Hüzünsüz vakitlere götürüyor beni. Ben o hüzünsüz vakitlere gidince bu ayaklarla, o vakitler de hüzünleniyor. Böylesi bir döngü işte…

Şimdi sakıncası yoksa bağırmak istiyorum. Şimdi sakıncası yoksa bırakmak istiyorum. Güzel şeyler yazmak istiyorum, istiyorum ki insanlar okuduğunda… hayır hayır, onlar da üzülsün istiyorum.

Bir can kaç kere yakılır?

Geçenlerde bir Ermeni mezarlığının önünden geçtim. Yağmur yağıyordu, mezarlıkta kimsecikler yoktu. Ne garip cümle… mezarlıkta kimsecikler yoktu. Bir mezarlıkta nasıl yalnız ölünür, dedim kendi kendime sonra. Bir mezarlıkta yalnız ölür mü insan, kaç defa ölür?

Bir can kaç kere yakılır?

Soru soracak yaşa daha konuşmayı öğrendiği an gelir de insan, cevaplara niye ömrü yetmez? Bir soru daha işte… Sorduğum soruları saysam kaç soru eder?

Şimdi bırakalım bunları.

Size biraz gemilerden bahsetmek istiyorum. Kâğıttan gemilerden…

İllkokula giderken, sevdiğim arkadaşlarımın isimlerini gemilere yazardım. Kâğıttan gemi yapmasını bilmediğim için kâğıda, kağıttan gemiler çizerdim. Hepsinin altına da bir isim yazardım, neden bilmiyorum, yazardım. Sonra bu gemilere aile gemileri, renk gemileri, çiçek gemileri de eklendi. Sevdiğim her şeyin ismini, yamuk yumuk çizilmiş kâğıttan gemilerin içine yazmaya başladım. Sonra bu gemiler birikti, sandım ki sevdiğim şeyler çoğaldıkça ben de çoğalacağım, limanda da bu gemilerin her birine yer olacak. Onlar çoğaldıkça denizler çoğalacak. Bilmezdim, bu hâliyle bile bulmak zorken denizlerin kalbini öyle çokken denizler, öyle çoğalıyorken kıyılar, nasıl bulurum?

“De bana kim bulacak denizin kalbini

Yeşimden oyulmuş ağaçlar

Kıyılarda

Kim bulacak kıyıların kalbini”

Gemiler, dedim fısıltıyla. Onlar bulur, belki.

Şimdi, sakıncası yoksa bağırmak istiyorum. Şimdi, sakıncası yoksa bırakmak istiyorum. Günden güne soyuluyor sanki ruhum, git gide inceliyor. Bir yaprağın düşüşüne ağlıyorum, ışıkları kapatıp saatlerce tavana bakıyorum. Gemileri özlüyorum, denizleri özlüyorum. O erguvanın önünden her geçişimde, ellerimi köklerine dikmek istiyorum. Ellerim onunla çiçeklensin istiyorum. Başka türlü anlamayacakmışım gibi baharın gelişini. Biliyorum, anlamayacağım. Hem neyle gelir ki bahar?

Beş yaşında bir oğlan boynu bükük, düz ve yüksek bir duvarın önünde bekliyorsa, yine de kapılarda bekleyen adamlara gülümsüyorsa içtenliğiyle, yorulup başını yaslıyorsa annesinin dizine, benim ruhum gittikçe silikleşiyorsa bahçelerde, nasıl anlarım aylardan mayısmış, haziranmış…

Kağıttan gemiler yapmasını bilmiyorum hâlâ. Sevdiğim isimleri yazmıyorum hiçbir yere. Bir geminin son seferini izlemek değil niyetim ve her geminin bir son seferi olur en nihayetinde. Adı anılmayan şeyden zarar gelmiyor, bunu öğrendim. Ellerimi bir erguvanın köklerine dikemeyecğimi de. Neyse, ne diyordum?

Çorba… evet, çorba.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *Time limit exceeded. Please complete the captcha once again.