Mercan Güneş

Ses Resimleri

Okuma süresi: 4 dakika

“Nereye gidiyor bu yollar? 

 Nereden geldi bu bulutlar, nereye gidiyorlar?

 Nasıl da akıp gidiyor zaman.

 Ben neyi kaybettim, nerede unuttum?”

Bunalınca nasıl hissedersiniz? Ne yaparsınız misal? Ben müzik dinlerim. Hani insan gitmek ister ya, herşeyden, evlerden, ülkelerden, insanlardan, kendinden.. Hatta en çok kendinden. Kendi benliğine ait bir şey bulamadığından mıdır ya da eski ‘ben’ini özlediğinden midir bilinmez. Artık gökyüzü dar geliyorsa, nefes aldırmıyorsa, bulunduğun yere ait değilsin demektir. Belki de hiç ait olmadın. Sadece sandın. Her bulutu yaz yağmurları yağdıracak kadar masum sandın. Ta ki sağnak yağışlara hazırlıksız yakalanana kadar.

İşte o an tüm bu olumsuzluklara aldırmadan müziğin şifalı kollarına sığınırdım ben. O sesler alıp beni Macellan gibi dünyayı turlatırdı. Gidebildiğim kadar uzaklara taşırdı. Ben oralarda uyuyup kalırdım başımı bulutlara yaslayıp. Sanırdım ki herkes o seslerle dalardı uykuya. Büyüdükçe öğrendim, yokmuş böyle bir şey.

Onun sesi, çocuk kulaklarımda yankılanan, beni kucaklayıp masallar diyarına taşıyan o ses, işte oydu. Kendisi ufak tefek ama müziği dev gibi olan alçak gönüllü bir insandı onu icra eden. Ne zaman onun müziğini işitsem zihnimde anılarım at koşturmaya başlar ve az sonra gözlerim düşer. Onu dinleyenler Kaf Dağı’na götüren yollara çıkarken uyuyakalır. Onu dinlemek bir dinginlik yaşatır insana. Bazen içe sığmaz bir sevinç,  bazen de coşkulu bir hüzün. Gecenin karanlığında titrek mum ışığında otururken veya bir tren yolculuğunda manzaranın tadını çıkarırken dinleyebileceğiniz bir müziktir onunki. Benzersizdir, kategorize edilemez. Albümleri seksenlerde müzik raflarında yer değiştirip dururmuş. Öyle ya, caz deseniz değil,  rock deseniz hiç değil! Kalıplara sığmaz,  nev-i şahsına münhasırdır. Hanibal  Lecter karakterinin ilk göründüğü film olan Michael Mann’ın Manhunter’ında, “Millenia” albümünden “Seiun (Nebula)” kullanılır. Filmdeki bu parçayla, daha da sevilir. Şöhreti dünyayı tutar.

Anladınız, Kitaro’dan söz ediyorum. Sayılı kanalların yayın yaptığı bir dönemdi. Çocuk aklımla pek idrak edemesem de, ailecek TRT’nin başına oturup “İpek Yolu” belgeselini seyrederdik. Müziklerine böyle böyle böyle aşina oldum.

Japon Devlet Televizyonu NHK,  o dönemde tarihi İpek Yolu’nu baştan sona geçecek bir proje çalışması içindedir. Çekimler olağanüstüdür, zaten İpek Yolu üzerindeki kültürel değerler, herkesi etkileyecek çeşitliliğe ve görkeme sahiptir. İşte tam bu nedenle,  hem tarihin derinliklerinde hem de halen devam eden kültürlerdeki bu çeşitliliği yansıtabilecek,  benzersiz bir çalışmaya ihtiyaç vardır. Müzikler hazırlanırken proje başkanı, Kitaro’nun “Oasis” albümünden etkilenir. Çünkü hem geçmiş hem gelecek,  hem seküler hem mistik olan içiçe geçmiştir onun kompozisyonlarında. Nitekim müziklerin yapımı Kitaro’ya kalır.

Asıl adı Masanori Takahashi olan Kitaro 1953’te Japonya’da doğmuş. New Age olarak sınıflandırılan müziğin pîri. Aslında onun müziğini bir kategori ile sınırlandırmak ne derece doğrudur bilemem, kendisi de bundan pek hoşlanmaz.

Kitaro, müzik bilgi ve becerisini kendi imkânlarıyla geliştirmiş, daha sonraları nota eğitimi almış. Lise döneminde kurduğu “Albatros” grubuyla ilk müzik üretimlerini ortaya koymuş. Kitaro takma adı bu yıllarda arkadaşları tarafından Japon anime karakterinden esinlenilerek verilmiş.

Lise yıllarında Almanya’da ruhsal tedavi ve meditasyon müzikleri yapan Fumio ile tanışır ve sayesinde müziğe bakışı değişir. Fumio, şifa ve terapi amaçlı “New age” müzik türünden sayısız albümü çıkaran “Far East Family Band”in öncülerinden. Daha sonraları kendisiyle özdeşleşen müzik entrümanı “synthesizer” ile tanışmışır. Bu alet farklı frekanslardaki sesleri oluşturup ve birleştirerek çeşitli sesler üreten elektronik tuşlu bir enstrüman.

Rahmetli Barış Manço’nun da etkilenip 7’den 77’ye programında müziklerini kullandığı, Vangelis (New Age müzik türünün bir başka öncüsü) ile karşılaştırılabilecek tek sanatçı olan Kitaro’nun dünyayı dolaşma macerası Tayland, Çin, Hindistan ve diğer Asya ülkelerine yaptığı gezilerle devam eder. Felsefi anlamda olgunlaştığı bu dönemlerde, gezip gördüğü yerlerden aldığı etkileri müziğine yansıtmakta pek mahirdir. Hayata bakışını kendi ağzından şu şekilde ifade eder:

“İç huzuruma kavuşmamı sağlayan olay, doğduğum şehirden kilometrelerce uzakta ve de ona kesinlikle benzemeyen bir başka ülkede, mesela Kalküta’nın herhangi bir sokağındaki bir dilenciyle eşit olduğumu farketmemdir.”

Dünyanın her yerinde geniş hayran kitleleri olan Kitaro’nun albümleri, milyonu aşan satışlarıyla sınıfının “Topten” listelerinde her zaman en üsttedir. Televizyon ve radyolarda fon müziği olarak onun eserlerine çok sık yer verilir. Herkesin tanıması ve hissetmesi gereken müziklerin sahibidir o. Kitaro’nun müziğine, sevenleri “ses resimleri” ya da “zihin müziği” tanımını getiriyor. O ise şöyle ifade ediyor kendi müziğini: “Bir ressam doğaya bakar, fırçasını renklere batırarak tablosunu yapar. Ben de doğaya bakıyor, fırçamı seslere batırıyor ve melodilerle bir kainat tablosu yapmaya çalışıyorum.”

Müzikal anlamdaki ilk çalışmaları 1980’lerin başından itibaren ortaya koymaya başlar. Nota bilgisi yoktur onun, kendi tarzını kendisi bulmuştur. Müzikle arasında, kendine has bir ilişki vardır. Orjinaldir. 1999’da “Thinking Of You” parçasıyla aldığı Grammy, 1993 yılında ise “Heaven & Earth” ile Golden Globe ödülleriyle müzikle arasındaki bu sıra dışı ilişkinin armağanını almıştır.

Geniş kitlelerin kulaklarında iz bırakmasını sağlayan eseri “Silk Road”tır. Şimdilerde ailesiyle beraber San Francisco’da, içinde orman ve göl de bulunan dev bir arazide, misafir kabul edilmeyen bir evde yaşamaya devam ediyor. “Doğa ile içiçe olmaktan mutluluk duyuyorum. Sessizlik içinde, huzurlu ve yalnızım. Bestelerimi orada yapıyorum. ‘Kitaro’nun Sesi’ne yalnızken ulaşabiliyorum. Müziğimi doğa ile paylaşıyorum ve tabii doğa da kendi müziğini benimle paylaşıyor.” diyor.

Kitaro’nun müziğinde söz yoktur. Evrenselliktir onun yeri. Aynı anda hem her dildir, hem de herhangi bir dil. Herkesin gönlünde meltem rüzgârları estiren, kimsenin kayıtsız kalamadığı, diller üstü bir dildir. Müziğinin dili, bütün dilleri aşar. Dünyanın neresinde olursanız olun, dinleyeni müziğinin dilinden anlar. Diyeceğim o ki, dinleyen illaki kendinden birşeyler bulur.

Sizler de zaman zaman geçmişin masumiyetini mumla arıyor, beklediğiniz rüzgârın sizi alıp götürmesini umuyorsanız Kitaro’nun sesini yükseltin. Hayata tutunmak, bir ‘pause’ tuşuna basmak, gökyüzünü kucaklayabilmek ve gülümseten anılara dönmek için onu dinlemenin tam zamanı…

One thought on “Ses Resimleri

  • Sami Bursalı

    Beni delikanlılık yıllarıma götüren bir yazıydı. Silk Road kadar Kervansaray’ın da hastası olmuştum o yıllarda. Kaleminize sağlık…

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *