Güzide Şen

Titreyen Avuçlarımda Bir Balıktır Yüzün

Okuma süresi: 3 dakika

Balıklar ne garip, diye geçirdim içimden akvaryuma bakarken. “Ömürlerinde yalnızca bir yüz görseler de her defasında yeni bir yüz gördüklerini sanıyorlar.”

Yanımdaki odadan kısa boylu kız üçüncü kez çıkıyordu. Bu defa seslendiği ismin sahibi benden tarafta oturuyor olmalıydı ki kızla göz göze geldik.

 “Serpil Hanım, buyurun.”

Yanımdaki kadın ağır hareketlerle çantasını aldı, odaya doğru yöneldi. Kız, bakışlarımdan artık sıkılmaya başladığımı anlamış olacak ki; “Serpil Hanımdan sonraki hasta sizsiniz,” diye bir açıklama yapma gereği duydu. Bakışlarımı tekrar akvaryuma çevirdim.

“Gördüğüm her yüz, denizde bir balık eder.”

Yanımdaki boş sandalye tekrar dolduğunda yüzüm ekşidi. Bu ağır koku da neydi? Buram buram yosun kokuyordu. Yosun, balık; deniz. Başımı kokudan yana çevirecek oldum, yanıma oturan yaşlı adamdan geldiği gün gibi ortadaydı. Adamın yüzüne baktım. Gözlerinin içi kızarıktı, kaşları titriyordu. Atkısını gelişigüzel boynuna dolamıştı. Elinde sımsıkı tuttuğu mendille gözlerini sildi. Elleri de titriyordu. Yeniden önüme döndüm.

“Elmalı kurabiye sever misiniz?”

Ne kadar yumuşak bir sesti bu! Sanki sabahın ilk ışıkları henüz yüzüme vuruyordu da dalgaların köpüğü usulca parmak aralarıma doluyordu. Sesin güzelliği, sorunun garipliğinin önüne geçmişti bir an.

“Efendim?” dedim başımı adama çevirirken. Bakışlarını elindeki mendilden ayırmadan tekrar sordu.

 “Elmalı kurabiye sever misiniz?”

Severdim. Üzerine mutlaka pudra şekeri yağdırır, babamla balkonda karşılıklı otururken kurabiyelerimi ondan önce bitirir, tabakta kalan pudra şekerine parmağımı bandırırdım.

Bir anda birçok yüz, birçok ses çınlamaya başladı içimde. Zihin ne garip…

“Severim,” dedim tabakta sıyırılmayı bekleyen pudra şekerini ve bir ikindi sonrası babamın sigarasını dudaklarına götürürkenki titreyen ellerini balkonda bırakıp.

Tekrar etmeliyim; zihin ne garip…

“Ben de,” dedi adam. Yüzünden bir gülümseme geldi geçti. Duru ve sakin bir suya avuçlarını daldırmak gibiydi sesi.

Daha konuşur diye bekledim, konuşmadı. Önüme döndüm. Kokuya alışmış olacağım ki artık o kadar da rahatsız etmiyordu.

Masada duran dergi ve gazetelere yeterince göz gezdirmiştim. Çantamda bitmemiş bir kitap vardı fakat okumak istemiyordum. Zaman geçmiyordu sanki. Akvaryumdaki balıkları saymaya başladım, bir keresinde babam ve annemle bir plaja, pikniğe gitmiştim; elmalı kurabiyenin yanında ne vardı hatırlamıyorum. Babam denize girmiş, annem kitap okuyordu. Biraz sonra kucağında birçok çakıl taşı, deniz kabuğu ve aralarına karışmış bolca yosunla babam yanımıza geldi. Kucağındakileri önüme boşalttı. “İçlerinden en güzelini seç bakalım.” Yavaşça yanıma oturdu.

Elimdeki kurabiyeyi tabağa bıraktım. İlkokula henüz başlamış olmalıyım. Önümde el yazısı defteri, ilk üç satıra aynı harfi tekrar tekrar yazmışım. Heyecanla öne atıldım; içlerinde o kadar ince kabuklu, parlak yüzeyli deniz kabukları vardı ki… gözlerimi alamıyordum. Tek tek inceliyordum hepsini, beğendiklerimi kenara ayırıyordum, birazdan onların içinden bir eleme yapacaktım. Yürek şeklinde, kahve renkli bir çakıl taşını aldım elime ilk. Biçimi o kadar düzgündü ki hayret ettim. Taşların arasında parmaklarımı gezdirirken elime bir yosun dolandı. Ufak çaplı bir çığlık attım. Babam güldü, ona bakıp ben de güldüm. Elimi yosundan kurtaran babama teşekkür ettim. Açık gri bir çakıl taşı aldım bu defa. Şekli biraz garip, tam yuvarlak bir şekli olacakken ikinci bir kıvrımla alt gövdesi daha iri bir “sekiz”e benziyor. “Bu!” dedim coşkuyla, “İçlerinden en güzeli bu!” Babam hayretle yüzüme baktı, “Emin misin? Daha hepsine bakmadın bile.” Taşı elimde döndürdüm. Yüzeyi düz değil, rengi soluk… Kesinlikle içlerinden en sevdiğim bu. Başımı salladım, “Balığa benziyor baba, baksana!” dedim. “Bak bu kuyruğu, bunlar da yüzgeçleri.” Babam elini saçlarıma götürdü, eli titriyordu. Başımı çevirdim.

“Balıklar çok şanslı ,” dedim. Güldü. “Nedenmiş o?” Kalan kurabiyemin son parçasını da ağzıma götürdüm. Tabaktaki pudra şekerlerini toplamaya başladım, “Ödev yapmak zorunda değiller.” Babam sahte bir kızgınlıkla kaşlarını çattı, “Nereden biliyorsun?”

Omuzlarımı silkerken kendimden çok emindim.

“Öğretmenleri ödev verse de ödev verdiğini unutuyordur.”

“Küçük Balık” adını verdiğim çakıl taşını bir tarafa, diğer taşları başka bir tarafa koydum. “Balık olmak ne iyi,”dedim.

Yanımdaki odanın kapısından başını çıkaran kısa boylu kız bana sesleniyor, “Buyurun, doktor bey sizi bekliyor.”

Akvaryumda kaç balık var?

Çantamı alıyorum, ellerim titriyor. Yanımdaki adama dönüyorum, bir şeyler söylemek geçiyor içimden. Birbirimize bakıyoruz. Tek kelime etmeden dönüp odaya giriyorum.

“Şikayetiniz nedir?”

Gözlerimi yerden ayırmıyorum, burnuma değen yosun kokusu. Neden sonra, “Gördüğüm her yüz,” diyorum, “gördüğüm her yüz, denizde bir balık eder mi?”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *