“Yıldız Akar Uçsam da Yetişemem”
-Mevsim, mavilerin arasından güz yapraklarına süzülürken-
Ekin zamanlarından, göçüp giden kuşlardan, bulutların akışından bahseden bir belgesele denk geldim geçenlerde. Van Gogh’un son tablosunu arıyordu birileri. Son bakışlarının gezdiği, parmaklarının son kez bir maviye değdiği tabloyu arıyorlardı. “Kökler” tablosunu..
Van Gogh “yaşam mücadelesi” dediği kökleri maviye boyarken fırçasını bırakmış, önceden resmettiği buğdayların arasında öldürmüş kendisini.
Ekinlikten maviliklere uçan kuşların yanında, kendi ruhunun da süzüldüğünü görmüştü belki. Resmin ortasında bir yol, bir boşluk, belki bir nefes bırakmıştı kendi ölüsü için.
Kuşların bulutlarla dansına katılmak istemiş, gün ışığı gibi düşmek istemişti belki dalların arasına..
Değil mi ki o dallardan bahar tomurcuklanır, bir umut doğardı.
Yapraklar buluta karışırken kökler; dallarını, çiçeklerini beslemek için bir neden arardı..
Yaşamak için bir nedeni mi kalmamıştı yoksa nedenlerine giden yolları mı kapanmıştı? Bilemiyorum, bilinmiyor kimsenin yüreği. Kuşların neden bulutlardan mavilere, dallardan yeşillere uçtuğu; kara kara gözlerinde neyi aradıkları bilinmiyor. Bilinmediği için yaşıyorlar belki içimizde, bakışımızda onların bilinmezliğini taşıyoruz. Tuvaller boyanırken geriye onların bilinmezliği, boşluğu kalıyor..
Kökleri boyarken Van Gogh kendi boşluğuyla karşılaştı belki de. Kendi resmettiği uçurumdan atladı. Akasyaların kuşlar gibi uçup gidemeyişlerine ağladı. Bir sızıdır doldu yüreğine, dallanmış kalbine rüzgarda anılarını toplamaya çalışan kalbine acıdı. Köklerinden kurtulmak için belki de tam yüreğinden, bilinmezinden vurdu kendisini.
Bir insan köklenebilir mi? Sözleriyle bir yüreğe, bakışlarıyla bir filize kök salabilir mi? Dallanıp gelmiş genetiği midir kökleri yoksa dünyasını damar damar oluşturan anıları, evi mi?
Sanırım insanın kendisi değil de edindiği şeyler kök salıyor hayata. Zamanın değdiği eşyaları, anılarını saklıyor insan; kendi boşluğunu kurmak, kökler edinmek için. Köksüz kalınıyor ama kök edinme arzusu giderilemiyor Derrida’nın dediği gibi.
Polytropos (çok gezmiş, kurnaz) Odysseus için de “kendisi değil zeytin ağacından yaptığı yatağı kök salar” denir. Ekin vermez denizleri yurdundan çok, köklenmiş yatağına kavuşmak için aşar sanki.

Yurduna vardığında da ağacının kökleri sayesinde Odysseus tanır ve tanıtır kendisini ama hayat köklerde kalmaz. Yolculuklara, dallara ihtiyacı vardır yaşam bulması için. Odysseus da durmaz; köklerine kavuştuğu gibi yeni bir yolculuğa, yeni bir hayata başlar.
Homeros’un Odysseus’una göre kökler oluş için bir beslenme kaynağı ve yine oluş için terk edilmesi gereken bir ev.
Van Gogh için de belki öyle..
Mavisinin tükendiğini, kendi hiçliğini köklerde görmüş ve belki de artık bir ressamın değil, bir resmin içinden hayata bakmayı; yeni bir bakışı arzulamıştı.
Hayat bakışlarımızdan ibaretse..