Gün Evini – 16 / Edebiyatın Sağaltıcı Yanı
20 Haziran, Cuma
Hafta sonu sınavı var kızımın. İki gün okul bahçesinde veli davranışları gözlemleyeceğim muhtemelen. Bir süredir sabah yürüyüşü yapıyoruz beraber. Kızımın rotası daha uzun ve daha güzelmiş benimkinden. Rotanın çoğu koruda ama daha yükseklere çıkıyoruz. Yukarı çıktıkça daha temiz bir doğa parçası çevreliyor dört yanımızı. Bira, gazoz içenler; çekirdek çitleyenler ve kanat mangal yapanlar fazla uzağa gitmeye eriniyorlar belli ki. Gözümü rahatsız eden çer çöp tırmandıkça azalıyor ve bir süre sonra yok oluyor.
Yine de el değmemiş bir doğa diyemem elbette, öyle bir arzum, beklentim de yok zaten. Sonradan dikilmiş ağaçlar, açılmış yollar, gittikçe seyrekleşen piknik masaları var yukarlarda da. Ama çöp yok belli bir yükseklikten sonra. Pırnal çalıları, kızılçamlar ve sonradan dikilse de çoktan boyunu posunu almış serviler var.
Dağ yamacındaki sisli, bulutlu irtifayı aşıp güneşli alana çıkmakla ilgili alegori geldi aklıma. Kentin ve kentlilerin görgüsüz davranışları bir yerden sonra etkisini yitiriyor işte. Günlük siyaset haberleri; kim dedi, ne dedi, kim kimin ayağına bastı dedikoduları da öyle olmalı. Bugünün gürültüsünden patırtısından sıyırıp bir parça yüksekten bakmasını sağlayabilsek zihnimizin karanlık bulutların üstündeki günlük güneşlik alana çıkabilsek…
Öyle yerlerden aşağıya bakmışlığım var maddi dünyada, vadideki bulutlara bir zirveden bakmak, altta alçaktan uçan kargaların, saksağanların sırtını görmek hoş bir duygu. Bu durum zihin dünyasında da öyle olmalı.
“Pencerelerden seyret, içlerine girme” diyen ârifin anlatmak istediği buna benzer bir şeydi belki de.
22 Haziran, Pazar
Sınava giren öğrencileri ve sınav esnasında dışarda bekleyen velileri izledim. Bu gerekli bir şey bir bakıma, malum içeri kimlik ve giriş belgesiyle giriyor öğrenciler sadece. Bir de etiketi soyulmuş su şişesi alabiliyorlar. Çocuklar içerde sorularla cebelleşirken veliler termoslarındaki çayları içiyor, yanlarında getirdikleri öteberiyi atıştırıyorlar. İlk gün oturduğumuz bankta komşumuz olan aile, ikinci gün de oradaydı. TYT’de çıkan ve öğrencilerin pek yapamadığı bir soruyu irdeliyordu anne.
“Hiçbir yerde olmayan kelime uydurmuşlar, işleri güçleri soruları zorlaştırmak. Sağaltmak da neymiş, ya? Kimse bilmiyor.”
Gerçekten de “sağaltmak” pek sık kullanılmayan bir sözcük ve bu sözcüğü bilmeyen öğrencilerin çoğu o soruyu çözememiş olmalı. Ama bir sözcüğün bu sınav için uydurulduğu iddiası da biraz ne bileyim… Çok sevdiğim ve sık sık kullandığım bir sözcüktür sağaltmak. Bakalım nasıl kullanılmış. Bizim kız yaptı mı acaba o soruyu, babasının yazdıklarını okuyorsa yapmıştır.
Charles Dickens’in “Büyük Umutlar”ını okudum son hafta. Dün akşam bitti. İsmi bir sınav esnasında okulun dışında bekleyen velileri ve içerde ter döken öğrencileri çağrıştırıyor. Hayaller, büyük umutlar, hayal kırıklıkları…
Bu aralar çok kafa yormayacak, rahatça akacak bir şey okumak istemiştim. Yeğenin kitaplığından “Büyük Umutları” aldım. Aslında “Yürümenin Felsefesi”ni arıyordum ama yoktu, başka biri almış olmalı dedi.
Sanırım ilk kez okuyordum. Belki çocukken kısaltılmış bir baskısını okumuş da olabilirim ya neyse. Yer yer olaylar tanıdık geliyordu. Ama beklediğim gibiydi, hafif, yorulmadan okunabilen, akıp giden bir anlatı, pişman olmadım.
23 Haziran, Pazartesi
TYT-AYT Türkçe edebiyat sorularını inceledim. Geçen yıllara göre daha kolaydı bence. Güzel parçalar vardı her zamanki gibi.
O, velilerin şikayetçi olduğu paragraf da iyiydi:
“İnsanın gelişiminde edebiyatın etkisinin dolaylı ve kısıtlı olduğunu düşünmeye yatkınız maalesef. Edebiyatın sağaltıcı, kurtarıcı veya dönüştürücü yanını giderek daha az dile getiriyoruz. Roman, öykü ve şiirleri eğlence endüstrisinin bir parçası olarak sınırlamak bir gereklilikmiş gibi hareket ediyoruz.”
Parça nerden alınmış bulmaya çalıştım ama ilk denemede çıkmadı, ben de fazla üstüne gitmedim. Çokları tarafından çok kez söylenmiş olmalı benzer cümleler. Belki ben bile benzer şeyler söylemiş, yazmışımdır.
Özellikle “sağaltıcı” sözcüğü iyi oturmuş, altına gönül rahatlığıyla imzamı koyabilirim.
Edebiyatın sağaltıcı bir yanı var evet, bibliyoterapi diye bir terapi çeşidinden bile bahsediyorlar. Bu okura bakan yanı elbette.
Bir de yazar olsun olmasın, yazıyla ilgilenen, yazan herkesi ilgilendiren “yazının sağaltıcı yanı” var ki o da en az “edebiyatın sağaltıcı yanı” kadar üstünde durmayı, dikkat çekmeyi hak ediyor.