Can Yesari

Boşluğa Savrulan Güller ve Kahramanlar

Okuma süresi: 4 dakika

Köydeyim, odamda… Yıllar sonra…

Eşya ortalıkta ve her biri bırakılıp gittiğim gibi. Her biri terk edilenlere mahsus kaçamak gözler. Kimi dalgın, kimi uzakta, kimi bütün zamanlarını yitirmiş. Raflarda gençliğin bir deminde pür heyecan alınıp altları karalanmış ya da sayfaları hiç açılmamış kitaplar… Kim bilir hangi heyecandan geri kalmış kâğıtlar, mektuplar, şiirler… Sonra kurumuş çiçekler, ağaç yaprakları, solgun resimler…

Alıştığımız bir şeydi yaşamak, diyor şair. Mersault da, alıştığımız için mi seviyoruz hayatı, diye soruyor. Alıştıklarımı kaybedersem içimde açılacak boşluktan korkuyorum. Bugün, yıllar sonra bu odada ve memleketimde yaban hissediyorum kendimi. Bütün yabanlar gibi yerçekimsiz bir boşlukta, bütün yabanlar gibi yersiz yurtsuz. Yabanlık ve boşluk yekvücut olmuş yatıyor önümde. Şaşırıyorum.  Ben miyim yaban, yoksa bir yer mi, bir zaman mı, karşımdaki bu göz mü?

Çehov, taşrada sıkıntıdan boğulan kahramanına şöyle söyletir: “Şimdi ben Moskova’da bir kafede olsam. Yabancı olan herkes tanıdık. Burada taşrada tanıdık olan herkes yabancı.” Cümleler Nuri Bilge Ceylan filminin alt yapısı gibi. Yahut Ceylan’ın neden Çehov’u bu kadar sevdiğinin yanıtı. Ben; yeni kahraman olarak Bir Zamanlar Anadolu’dayım ve yabancı.

 Şimdi tutsam, kayıp zamanın izini sürsem bir şey bulamamak daha büyük bir boşluğu doğurmaz mı? Bir boşlukta da olsa yürümek evvelce bir kararlılık, cesur bir duruş gerektiriyor. Oysa yüreğim yorgun benim. Zihnim dağınık! Ruhum dağınık! İşlerim dağınık! Odam dağınık! Yazılar öyle! İnsan yıllar sonra dönüp geldiği memleketinde, evet hâlâ memleketse eğer; kapısını kapattığı odasında, evet hâlâ odasıysa eğer ne hisseder yahut hissetmeli?

Mekân geçmişte kalan bir yüz müdür acep? Daha zamanı giyinmemişken.. daha uzaklar var olmamışken.. daha mesafe kendini ayırmamışken.. bütün o yitiklerin, yenilmişliklerin, unutulmuşlukların bahçeleri doğuş bir yüz? Derken bir gedik açılıyor. Boşluk başını öne eğen bir kadın gibi fısıldayıveriyor: Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa…

Kim bu yüz. Bu kadar yakın ve bu kadar uzak?

**

Tanpınar, İstanbul’un bütün bir tarihini, sanatını, mimarisini ve dahi onların mucidi insanı sayfalarca hatırladıktan sonra bölümü sihir gibi bir paragrafla bitirir:

“…Onlar, bütün o Neşetâbâdlar, Hümayunâbadlar, Ferahâbâdlar, Kandilli Sarayları, on yedinci asırdan beri iki sahil boyunca açık kalmış bir mücevher kutusu gibi parıldadığını tahayyül ettiğimiz ve bizim ancak batmakta olan bir güneşin son ışığına şahit olabildiğimiz yalılar, bugün ortada olsa idiler, belki kendimizi daha başka türlü zengin bulacaktık; fakat hiçbir zaman yokluklarının bizde uyandırdığı duyguyu tatmayacaktık… bizi onlara doğru çeken bıraktıkları boşluğun kendisidir.”

İstanbul bölümünün bu son cümlelerinde her ne kadar da Tanpınar, bir devrin muhasebesini yapsa da ben seneler evvelinde insan ve sevda üstüne düşünmeyi pek sevdim. Solgun bir güz yaprağı gibi aramızdan ayrılmış insanların ve de sevdalarının hikâyelerini o boşlukta yeniden bulmayı denedim. Yaprak kopmuş, hikâye usulca bitivermiştir. Bitivermiştir ama yaprak kopsa da, zaman geçse de, devir dönse de o yangın boşlukta yanmaya devam eder.

Savaş ve Barış’ta üstelik başka birine sözlü iken Rusya’nın en güzel kızı Rostova, bir baloda uzun siyah saçlı Anatol Kuragin ile karşılaşıverir. Moskova’nın karlı kış geceleri, dolunay gölgelerinde gidip gelen atlı kızakları başka bir yıldızın aydınlığına geçmiş gibidir.

Budala’da Prens Mişkin gene kendini tutamayıp saçmalamaya başladığı bir zamanda giriverir generalin ufak kızı Yepançina’nın kalbine. Yenpançina bir çocuğun yakaladığı kirpiyi Mişkin’e hediye gönderdiğinde o masalın içinde mesuttur.

Süheyl dingin bir şehzade olarak yaşadığı sarayın tenha avlularını aynı boşlukla dolaşırken hazine odasının havuzunda karşılaştığı surete çarpılır. O suretin hayaliyle nakkaş ile Çin’e kadar gider. Fağfurûn kızını, nakşın kendini Nevbahar’ı bulur, Süheyl ü Nevbahar olur.

İntibah’ta Ali Bey, Mahpeyker’i görünce bir dolunay gecesinde Çamlıca’ya meftun olur. Geceler uzar. Ali Bey, Boğaz’dan akseden mehtabın yankısında yalının ahşap tavanındaki izlerden ruhunun yaralı yollarına yürür.

Gene Çamlıca’dan Kozyatağı’na doğru inen patikalarda büyük fıstık ağaçlarından birine çıkar da Çalıkuşu Feride, kahkahalar ile Kamurân’ın acizliğine güler. Kamurân bu hırçın kıza gizliden tutulan kalbiyle şık asaleti arasında sıkışıverir.

Mümtaz, Kandilli’nin yine Boğaz’a bakan sokaklarında ve yine bir fıstık ağacının altında biraz da cebren söyletince Nuran’a Mahur Beste’yi, birlikte öleceği kadını buluverir.

Ne olursa olur işte. Bir asi rüzgâr eser, bir zamansız sonbahar olur. Rusya’nın güzel kızı Rostova’nın dizinde Prens’i can verir. Mişkin sara’ya tutulur, Yenpançina sevmediği birine yâr olur. Süheyl beklediği yerde uyuyakalır ve Nevbahar yâd ellere düşer. Mahpeyker’in sıyrılır da bütün maskeleri Ali Bey derbeder olur. Küçük kalbindeki kırılmışlığın Anadolu’nun uzak memleketlerinde, karlı kış gecelerinde sabaha dek haykırıp çağıran fırtınalardan daha az olmadığını, ancak ayrılınca anlar Feride. Ancak ayrılınca anlar ki Mümtaz, Boğaz’ın esas büyüsü Nuran’dır. Bütün ‘o efsunlu güzellikleri’ onlardır tamam eden.

Uzaklarda bir fırtına kopar, bir dal kırılır. Güller ve kahramanlar bir boşluğa savrulur. O hikaye biter ama bu defa boşluktaki hikaye başlar. Bir şarkı, bir ağaç, bir renk, bir koku; o boşluktan kuyu gibi çeker zamanı tersine. Bir şimşek gibi çakar da zaman, fark ediveririz aslında hiç yol almadığımızı? Rüyalarımız maziyi bir gece yarısı yastığımızın kenarında koyuverir. O boşluk büyür. O yüz döner, döner, döner kaybolur.  

Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin

Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde

Mehtab, iri güller ve senin en güzel aksin

Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde.

Eh yine Tanpınar gibi söyleyelim: Değil mi ki biz, hatıraları en bağlı olduğumuz yanlarıyla uyandırdığı için o boşluğu hep içimizde taşıyacağız. Zaman bir boşluğa bırakacak yerini. Boşluk hiç beklemediğimiz zamanlarda bulup getirecek unuttuğumuzu sandıklarımızı. 

Bir şarkı dinlemek istiyorum şimdi, boşluğa yuvarlanan bir plakta!

One thought on “Boşluğa Savrulan Güller ve Kahramanlar

  • İrfan

    Alıp götüren bir yazı, boşluğun vakumu gibi. Dolu boşluk.

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *