Gün Evini – 19 / Eski Dostlar, Yıllar Sonra Kaldığı Yerden Devam Eden Muhabbetler, Yeryüzüne Övgü
1 Eylül, Pazartesi
Bir arkadaşımla konuştum bugün. Uzun süredir haber almamıştım. Telefonu değişmemiş. Otuz küsur yıl önce aynı kampüste okuyorduk, aynı kantinde çay içerdik. Yazıya meraklı iki çocuk olarak arada konuşurduk. Bir yerlerde öğretmenlik yapıyormuş yine ama çok yoğun çalışıyorlarmış. Haftada altı gün, her gün bilmem kaç saat. Yazmak zaten mümkün değil de okumak bile çok zor diyor. Yine de arada birkaç mısra not ettiği oluyormuş bir kenara.
“Aman hocam,” dedim, “hiç değilse onları kaybetmeyin ya da bunlar da anlamlı değil diyerek silmeye kalkmayın.” Ne bileyim, böyle bir şey olası gibi geldi o an.
Bir de şöyle bir şey anlattı ki konuşmamızdan aklımda kalan, içime oturan kısmı da burası oldu aslında.
Bazen öğrenciler soruyormuş:
“Hocam sizin de yazmak istediğiniz oldu mi hiç?”
“Yok,” diyormuş arkadaşım, sonra ekliyormuş bazen:
“Belki bir gün denerim, kim bilir…”
Gençler bir “google”lasalar hocalarının neler yazdığını görürler aslında. Niye akıllarına gelmez ki böyle basit bir şey.
Kitapları arasında birkaç baskı yapan da vardı. Nerden baksan yirmi, otuz bin basılmıştır bazıları. Bugün için iyi bir tiraj sayılır. Neyse…
4 Eylül, Perşembe
Ders almayı düşünen bir gencin babasıyla konuştum. EKPSS diye bir sınav varmış. Ona hazırlanacak, kendini toplarsa. Bir avizecide çalışıyor bana. Önce dükkan sahibi sandım. Hatta belki iyi ücret verir diye geçirdim içimden. Ama nerde… Bir dokun bin âh işit bir yandan. Bir yandan romantik, ümit dolu bir bakışı var. İnsanlar ne çok dert çekiyor. Hayat daha zor bazıları için. Bir iki saat oturdum, her şeyi saydı döktü. Herkese böyle anlatıyor mu acaba, yoksa dinleyecek kulak bulamıyor mu? Dükkandan içime oturmuş bir öküzle zar zor kalkabildim.
Ha, ders mi? Kim bilir? Hayırlısı olsun.
5 Eylül
Güzel bir kitap okudum son bir ay içinde. Biraz burada, biraz köyde. Bir bahçesi var filozof yazarın, oradaki bitkilerle, toprakla ilişkisini anlatıyor. Başı günlük tadında, sonu zaten günlük. “Yeryüzüne Övgü” kitabın adı. Alt başlık “Bahçelerde Bir Yolculuk”. Önce kardeşim İstanbul’da bir arkadaşının evinde okumuş, bana da tavsiye etmişti “Senin tarzın, seversin,” diye. (Orada öylece bekliyor, arkadaşının kahvesini içiyor, kitaplığını karıştırıyor, arada evin manevi atmosferini iyileştirici etkinlikler yapıyordu.) Sonra Geceze yazarlarından Meryem Hanım tavsiye etti.
Aldım, okudum ve pişman olmadım. Epey yerini çizdim. Byung- Chul Han ismine çok rastlıyorum son yıllarda. Okuduğum ilk kitabı oldu.

Bir yazarın okunan ilk kitabının beğenilmesi önemlidir. Öyle yazarlar var ki ilk kitabını sevdiğim için sonradan birkaç kitap daha okudum onlardan. Sonradan “Eğer şu kitaptan başlasam diğerlerini okuyamazdım,” diye düşündüğüm de oldu.
Mesela Toni Morrison’un ilk okuduğum kitabı “Süleyman’ın Şarkısı”. Çok etkilenmiştim okuduğumda, o etkiyle daha meşhur olan “En Mavi Göz”ü, sonra “Sula”yı okudum. Şimdi yine sık sık önüme çıkıyor, “Sevilen”i filan da okumayı düşünüyorum. Ama bir ara şunu düşündüm, eğer daha meşhur diye “En Mavi Göz”den başlasam belki diğer kitapları okuyamazdım. Çünkü o kitabın trajedisi çok ağırdı. Sindirmem zor olmuştu.
“Yeryüzüne Övgü”ye dönecek olursak sadece satırların altını çizmedim bu okumada. Okurken bazı satır kenarlarına derkenar cinsinden sol anahtarları koydum. Yazarın hayatında müziğin önemli bir yeri olmalı. O parçaları dinlemeliyim, tanımalıyım diye düşündüm. Yapabilir miyim? Pek sanmıyorum. Belki birileri playlist hazırlamış da olabilir gerçi. Neyse…
Bu şekilde müziklerini dinlemeye çalışarak okuduğum iki kitap geliyor aklıma. Biri “İmkansızın Şarkısı” biri “Kuşlar Yasına Gider”. “Huzur”u da öyle okumak lazım aslında. Çok zaman geçti üzerinden, o zaman aklıma böyle bir şey gelmedi demek ki. Zaten mümkün de değildi ki böyle bir şey. Büyük bir çaba, hatta maddi kaynak gerekirdi.

“Yeryüzüne Övgü”den rastgele birkaç alıntı:
(Uzun paragrafları yazmaya üşendiğim için kısa cümleleri tercih ettim alıntı seçerken.)
“Bahçenin kendine ait bir zamanı vardır, onu ben yönetemem. Her bitkinin kendine ait bir zamanı vardır. Bahçede birçok kendine ait zaman kesişir.”
“Bahçede tecrübe ettiğim şey: Yeryüzü büyüdür, bilmece ve sırdır. Ona sömürülecek bir kaynak gibi davranırsanız onu zaten tahrip etmişsiniz demektir.”
“Özgürlük, aynı zamanda ölümlülüktür.”
“Bir hediye, hatta yeryüzüne bir övgüdür dalda tek başına kalmış kış elması.”
“Bugün bu manzaradan çok etkilendim. Dizlerimin üstüne çöktüm ve bütün çiçekleri teker teker öptüm.”
“Tanrısal ceza elbette korkunçtur ama iyileştiricidir.”
8 Eylül, Pazartesi
Eylülün sekizi hüzünlü bir gün benim için, dokuz yıl önce bugünü, sınıfta son saatimi hatırlıyorum. Arkadaşım geldi, dersin ortasında çağırdı. “Dersi bitireyim sonra gelirim,” dedim. “Boş ver hocam şimdi dersi,” dedi. Açığa alındığımı söyleme görevini ona vermişler. Bana imzalatacağı kağıdı vermek için ortak kullandığımız odanın da olduğu binaya götürdü beni. Yolda duygulandı, gözleri yaşardı. Kendi acımı bir kenara koyup onu teselli etmek de bana düştü.
24 Eylül, Çarşamba
İstanbul’a gittim, geldim. Kızımı bıraktım. Epey yürüdüm. Eski mekânlar, üç arkadaş ziyareti. Birini on iki, on üç yıl olmuş görmeyeli. Çamlıca tepesine çıktık. Şehre baktık. Birer bardak çay içtik. Bir diğerini otuz küsur yıldır görmemiştim, çayla kurtulamazdı. Kendime yemek ısmarlattım. Ötekinin misafir olduğu eve ben de misafir oldum. Üstelik ev sahibimin ev sahibinin evinde duş aldım.
Ama bünyeme ağır geldi o kadar yürümek, bitmek tükenmez metro merdivenleri boyunca binlerce insanla aynı havayı solumak. Şifayı kapmışım.
İstanbul’dan bir kitap getirdim. On üçüncü asırda yazılıp on beşinci asırda Türkçeye çevrilmiş. İçerik de hoş ama asıl o dönemin dili hoşuma gidiyor.
Bir de vedalaşırken kızımın bana verdiği öğütlerle döndüm memlekete. O öğütleri aklıma yazdım. Unutmamaya çalışacağım. Artık yaşlandık, çocuklar bizim için endişeleniyor, öğüt veriyor. Ben de ona birkaç öğüt verdim. Aklında tutar mı bilmiyorum.