İrfan Arslan

Sözlük Okumaları: “Derdim vardır, inilerim…”

Okuma süresi: 4 dakika

Sözlük okumak aslında hep yapmak istediğim ama genelde ertelediğim bir iş. Daha uygun, rahat zamanları bekledim uzun yıllar. Birkaç yıl önce baştan başlayayım bir sözlüğe dümdüz okuyayım dedim, bu sefer de yaş ilerlemiş, gözüm almıyor sözlüklerin o karınca duası gibi incecik harflerini. Eskilerin dediği gibi iki iyilik bir arada olmuyormuş gerçekten.

Elbette günlük kullanım için sanal ortam sözlüklerini kullanmak daha elverişli ama bir uçtan başlayıp sırayla okumak için tasarlanmamış ki onlar da.

Neyse efendim, geçen gün durup dururken on beş yıl kadar önce bir öğretmen arkadaşla aramızda geçen diyalog geldi aklıma. Okul kantininde oturuyoruz, laf sözlüklerden açıldı nedense, arkadaş isyan ediyor. “Olur mu yahu, sözlüğe baktım ‘mühtedi’yi nasıl açıklamışlar diye, tek kelimeyle ‘dönme’ demiş geçmişler. Böyle özensizlik mi olur!” Arkadaş haklıydı, bakmıştım o zaman, o madde gerçekten öyleydi TDK’nin sözlüğünde. Acaba aradan geçen yıllarda bir revize yapılmış mı diye tekrar baktım aklıma gelince, hâlâ öyle. Peki tersinden baksam nasıl dedim bu sefer, bir de aklımda bir soru var, artık günümüzde ‘dönme’ denince daha çok ‘trans’ anlaşılıyor, sözlüğe almışlar mı merak ediyorum.

Eh, o konuda hakkını yiyemeyeceğim sözlüğün, ikinci sıraya dönmenin bu yeni anlamını almışlar, dördüncü sırada ise yine mühtedi demişler.

Peki sorun ne burada, sorun bazı sözcüklerin özel anlam ayrıntıları taşıması, olumlu ya da olumsuz çağrışımları olması ve öğretmen arkadaşımın bu ayrıntıları sözlükte görmek istemesi.

Bu iki sözcük üzerinden devam edelim o zaman sohbete; “mühtedi”, kökeninde ve anlam haritasında olumlu çağrışımlar barındırıyor. Kökü hidayet, doğru yolu bulmak. Dönme ise ilk kullanıldığı zamandan beri şüpheli bir bakışın karşılığı olmuş, bazı insanlar yine din değiştirmiş ama yeni katıldıkları dindeki diğer insanlar onların niyetlerinden emin değiller. Yani aslında ihtida etmemiş ama öyle görünüyor gibi bir bakış var dönmenin anlamında ve dini kimlik hiyararşisinde mümin ve kafirden sonra en altta yer alan münafık kavramına karşılık geliyor.

Aynı olaya farklı yerden bakmak

Aslında bu kategorileştirme kavrama nereden ve nasıl baktığımızla ilgili biraz da. Örneğin bir dinin mensubu için mühtedi olan kişi geldiği dinin mensubu için mürteddir. Aynı anlam ilişkisi fetih ve işgalde de var. Bir tarih anlatıcısı için fetih olan aynı olay karşı tarafın tarih anlatıcısı için işgal. Tıpkı yönler gibi. Doğu, batı, güney, kuzey… Kime göre, nereye göre? Avrupa merkezli bir dünya algısına göre mi? Ben batıdayım ya da doğudayım demek aslında ne kadar doğru olabilir? Her “ben” konuşurken ve konuştuğu sürece merkezde değil midir?

Bir de bir ara bu dönmelik üzerine epey düşündüm. Biraz empati yapınca aslında böyle bir durumda olmanın ne kadar iç yakıcı bir hayat olduğunu fark ettim, artık yaşamadan ne kadar mümkünse bu. Keşke insanlar düşüncelerini, inançlarını saklamak zorunda kalmasalar da böyle bir müessese olmasaydı. Bir de nesiller boyu sürdüğünü düşünün, ikircikli bir kimlikle yaşayan insanların travması nasıl da yürek yakıcıdır. Evde başka, dışarda başka… Çevresinin hep düşmanlarla çevrili olduğu düşüncesi.

Özelde dönme denince Sabatay Sevi taraftarları anlaşılıyor ama benzer yaşantılar göz önüne alındığında bir zamanlar Endülüs’te kimliklerini gizlemek zorunda kalan zamanla unutan Yahudi ve Müslümanlar; Anadolu’da saklanan ve zamanla unutulan kimlikler akla gelebilir. İşin kötüsü istediğimiz kadar uzatabiliriz bu listeyi.

Şimdi bu bağlamda Pir Sultan acaba nasıl bir atmosferde “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” demişti diye düşünüyorum mesela. İnsanlar bir şekilde yaşamakla; düşüncesini, kimliğini gizlemek arasında seçime zorlandıysa döneni kim suçlayabilir ki? En fazla cesur arkadaşları serzenişte bulunur Pir Sultan gibi.

“Az mı söylendilerdi şuracığa ilişirken / Zaten ben geldiğimde”

‘Dönme’ye bakarken alttaki birleşik sözcüklere bakmadan da edemedim, “dönme dolabı’ gördüm orada. İlgimi çekti. Hemen aklıma Necatigil’in en sevdiğim şiirlerinden biri geldi çünkü. Dünya bir dönme dolap, alır boşaltır, yenilere yer açar. Bir gösteri dünya… Sırası gelen biraz durur, temaşa eder gider… Ama kendine yer açmak da, kalk git dediklerinde gitmek de kolay değil.

Dönme dolap denince bir lunapark akla geliyor önce. On altıncı asırdan beri varmış bu anlamı. Sözlükten öğrendiğime göre bir anlamı daha varmış dönme dolabın. Eski zaman konaklarında harem bölümündeki mutfakla selamlık arasındaki bir dolapmış dönme dolap. Mutfaktan yemekleri, ikram tepsilerini koyuyorlar; sonra çeviriyorlar duvarın arkasına geçiyor nevaleler. Orada yiyip içiyorlar, boşları koyup çeviriyorlar, hop mutfakta. Sanki böyle sahneler görmüşlüğüm var gibi, acaba bir filmden mi yoksa o dönemleri anlatan romanlardan mı kestiremiyorum şimdi.

“Benim adım dertli dolap”

Yalnız bu tamlamanın dolap kısmı da başka yerlere götürüyor beni. Dolap denince malum önce bir çark gelir akla, daha doğrusu bence öyle olmalı. Şimdi akla kapaklı, raflı bir düzenek geliyor daha çok.

Birkaç yıl önce mutfakta bir şeyler yapıyorum, yanımda çocuklardan bir ikisi var. Çok dinlediğim parçalar mix olarak çalıyor arkada. Özgür Baba’dan sanırım “Dertli Dolap” dinliyordum. Birden aklıma geldi. “Dolap ne?” diye sordum. Tahmin ettiğim gibi ne dolabı ne dolabın neden dertli olduğunu biliyorlardı. Onlara önce dolabın ne işe yaradığını, neye benzediğini, sonra nasıl çalıştığını anlattım. Suyu bulunduğu yerden yükseğe taşımak için kullanılan bir düzenek. Elbette laf dönüp dolaşıp “dolap beygirine” geldi sonra.

Zamanla o bostanlar, bahçeler, dolaplar kaybolunca sözcüğün o anlamı da sözlüklerde dördüncü beşinci sıraya düşmüş haliyle.

Gerçekten ne etkileyici bir şiir “Dertli Dolap”. Bir de bu şiirin, ilahinin gelenek haline gelmesi, takipçileri var. Kaygusuz Abdal’ın şiirleri arasında bir “Dolapname” var mesela. Harika bir metin. Bir gün tekrar sınıflara girer gönlüme göre, koşuşturmadan edebiyat dersi anlatma fırsatı bulursam “Dolapname”yi de okumak isterdim sınıfta. Ama dinleyecek gençler de lazım. Her türlü, gerçekleşmesi zor bir hayal…

Dolabın yolculuğu da kamışlıktan ayrılan “ney”in yolculuğu gibi alegorik bir anlatı…

…Neyse, böyle uzar gider bu bahis. Bir yerde kesmek lazım.

“Dolap niçin inilersin?”

“Derdim vardır inilerim.”

…Bir yaşlı beygir gözü bağlı dönüyor durmadan, yürüdüğünü sanıyor. Yürürken bir çarkı çeviriyor, çarkın kollarındaki kovalar suyu alçaktan alıp yükseğe döküyor, oradan akan sular bütün bahçeyi suluyor, yeşertiyor, güller açıyor, bülbüller ötüyor. Sonra biz kalkıp dolap beygirini amaçsızca dönüp duran, yürüyen ama yol alamayan biri gibi düşünüyoruz. Emeğinin neye karşılık geldiğini bilmiyor olabilir, evet. Ama bir dolap beygirinin boşuna dönüp durduğunu, emeğinin boşa gittiğini söyleyemez kimse. Gönlüm razı olmaz.

2 thoughts on “<strong>Sözlük Okumaları: “Derdim vardır, inilerim…”</strong>

  • Anonim

    Okuyucuyu yormayan bir yazı… Kaleminize sağlık…

    Yanıtla
  • Kemal Rose

    Enfes bir bulmaca sanki, bir kelimeden diğerine bir köprü atıyor, ona kafa yorarken bir başka koridora geçiyor. İçinde kaybolmaktan mutlu olacağın bir labirent gibi tüneller arası yolculuk yaptırıyor. Yazı bitti ama bana verdiği formül hala elimde, başka kelimelerle dans etmeye devam ediyorum. Keşke küçük bir lügatı baştan sona ezberleseydim. Hayatım yudumlayabildiğim kelimelerden ibaret, keşke o kaynaktan kana kana içseydim. Teşekkür ederim. Kemal Rose

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *Time limit exceeded. Please complete the captcha once again.