Ömür Erdem

Söyleme Bilmesinler içindeki kelime müzesini!

Okuma süresi: 3 dakika

Yazar Şermin Yaşar’ı pek tanımıyordum. Sosyal medyada zaman zaman adını görüyordum bazı paylaşımlar içinde, ancak daha çok çocuklar üzerine yazdığı hikaye kitapları ve eğitici oyunları ile var olduğunu düşünüp yarım bir nazarla bakıp geçerdim her defasında. Geçen haftalarda, sözüne ve beğenilerine çok kıymet verdiğim bir kadim dostun paylaşımında, son kitabı Söyleme Bilmesinler’ romanını görünce ilgimi çekti yazar. Meğer birçok kitap satış platformunda çok satanlar listesinde zirveleri zorluyormuş bu son kitabı bugünlerde. Ayrıca 2021 yılında ‘Deli Tarla’adlı öykü kitabıyla Sait Faik Hikaye Armağanı’na da layık görülmüş yazar. Romanın ismi de dikkatimi cezbedince bir an evvel okumak istedim eseri. Tabii memleketten uzaktayken, ha deyince ulaşılamıyor, biraz zaman aldı bu yüzden kitabı edinmem.

Bir yandan kitaba ulaşmaya çalışırken öte yandan Şermin Yaşar’ın dil ve kültür varlığına katkı sağlayan bir başka dikkat çekici çalışmasını daha fark ettim: Kelime Müzesi. 2022’de Ankara Kalesi eteklerinde tarihi bir binada kurulmuş Kelime Müzesi, Şermin Yaşar’ın girişimiyle. Özel statülü bir müze olmuş burası. Unutulmaya yüz tutmuş kelimeleri, ortak kökten türeyen akraba sözcükleri, mânâ hazinemiz halk deyimleri ve daha bir çok dil unsurunu zihinlerde daha somut ve daha kalıcı hâle getirmek için kolları sıvamış yazar. Anlamı pek bilinmeyen fakat deyimler ve atasözleri içinde sıkça kullanılan sözcükleri somut nesneler halinde bulmak mümkünmüş müzede. Kelimelerin geçmişten günümüze etimolojik ve anlamsal yolculuğu, edebi ürünlerde ne tür örneklerle karşımıza çıktığı, deyimlerin kaynakları; çeşitli bölümlerden oluşan müzede insanın beş duyusuna hitap eden uyarıcılarla sergileniyormuş. Müzeyi özellikle gençlerin ziyaret etmeleri bekleniyormuş.

Şermin Yaşar’ın, ismi Samime Sanay’ın aynı adlı şarkısından esinlenmiş olan son kitabı Söyleme Bilmesinler romanında sağlam bir kurgu ve nâdir görülen bir anlatıcı bakış açısı yöntemi ile karşılaştım. Geniş bir ailenin fertleri olan her bir karakter kendi dilinden anlatıyor hikayesini, iç sesi ile. Her bir karakter kişiliğine ve sosyal statüsüne uygun bir konuşma üslubu takınıyor. Öyle sanatsal betimlemelerden, uzun ve tumturaklı ifadelerden kurulu bir üslup yok kitapta. İçinden nasıl geliyorsa öylece, içten konuşuyor karakterler. Birinin bıraktığı yerden diğeri alıyor sözü ve aile üyelerinden her birini ilgilendiren hikayesini, kendi nazarından ele alıyor.  ‘Bir de benden dinleyin!’ diyor her karakter hal diliyle ve yıllarca içinde tuttuklarını iç sesiyle dile getiriyor okuyucuya.

Dışardan bakınca mutlu, huzurlu bir geniş aile görüntüsü var. Her hafta yemekli ziyaretlerde buluşan, birbirine nezaketle davranan, saygıda kusur etmeyen geniş ve mutlu bir aile… Ancak iç seslerine kulak kabartınca, karakterlerin her biri yapayalnız kendi dünyasında. Her biri ayrı bir dram yaşıyor içinde; göğsünde bir yumru, kalbinde bir lav ile. Kime kulak kesilseniz ona hak veriyorsunuz. Her biri ile ayrı ayrı empati kuruyorsunuz. Hepsinin kişiliklerinin, alışkanlıklarının ve davranışlarının altında yatan, yıllar öncesine dayanan, çocukluğa kadar uzanan sebepler var.

Kimi öksüz kimi yetim, kimi hem anadan hem babadan yoksun yetişmiş karakterlerin. Mutlu olamamalarının, yalnızlaşmalarının ve kendine yabancılaşmalarının temel sebebi sevgisizlik. Çocukluğunda sevgiden mahrum kalmış, bir yanı hep eksik kalmış insanlar her biri. ‘İçimde hep sevilmeyi bekleyen bir çocuk var!’ diyor bu yüzden biri hissiyatını aktarırken. Birine ve bir yere tutunamıyor bir türlü, kendini bir yere ait hissedemiyor o derin yarasıyla. Bastığı bir toprak, tutunduğu bir dal, dayandığı bir duvar yok. Her şeyi içinde yaşıyor; içinde biriktirdiği kelimeler müzesinde… Kimsenin ziyaretine açık değil bu iç dünyasında kurduğu mekan. Kendi kendine konuşarak içindeki acıyı boğmaya çalışıyor o kelimelerle. Bu sırada hayatı hep ıskalıyor. Hiçbir zaman kendi olamıyor, kendi hayatını yaşayamıyor. Ona çocukluğundan beri dayatılan bir rolün içinde var olmaya çalışıyor.

Sırayla tüm karakterler iç sesleriyle konuştukça, hikayede atılan düğümler bir bir çözülüyor, bir ömür saklanan sırlar ortaya dökülüyor. Bütün sorunların temeli ailenin en büyüğü babanın, gençlik yıllarındaki bir hatasına varıp dayanıyor. Yüzleşilemeyen, seneler boyu gizlenen, saklanan her sorun, kartopu etkisiyle büyüye büyüye yıllar sonra yeni nesillerin hayatını kara bir zindana çeviriyor. Zamanında oturup konuşsalar her şey yerli yerine oturacak ve kimse askıda, ârâfta, belirsizlikte kalmayacak. Lakin bir tarafta toplumsal baskılar, bir tarafta ‘ne derler putu’ kimsenin sesli düşünmesine, hissiyatını yek diğerine aktarmasına izin vermiyor bir türlü. Her şeyin yerli yerine oturabilmesi, iç dünyalarındaki boşlukların tamamlanabilmesi için eserin sonundaki o yüzleşmenin gerçekleşmesi gerekiyor. Dindar bilince sahip karakter, yaşadıklarını olduğu gibi kabullenmeye rıza gösterdiği için, sırtını kadere yasladığı için nisbeten huzura sahip görünüyor. Ancak seküler zihin o yüzleşme olmadan iç huzuru yakalayamıyor.

Yazar, karakter oluşturmada oldukça ustalık göstermiş kitapta. Kendi sözleri ve birbirleri hakkında anlattıklarından hareketle gözümüzün önünde beliriyor karakterler. Her biri kendi karakteri ile uyumlu bir jargonla konuşuyor, iç sesleri ile. Edebi/sanatsal betimlemelerden kaçınan yazar sadelik içinde bir anlatım güzelliği yakalamış. İç seslerden gelen samimi ifadeler, esere eskilerin ifadesi ile bir çeşit sehl-i mümteni özelliği kazandırmış. Karakterlerin hissiyatını dinleyen okuyucu, onlarla duygudaşlık kurabiliyor. Özellikle hikayenin sonlarına doğru anlatımdaki duygu yoğunluğu daha çok gösteriyor kendini.

Hikayeden çıkıp kitaba üstten ve bütüncül bir nazarla baktığınızda yerleşik toplumsal normlara hakikatli bir eleştiri yapıldığı görülecektir. Bunu yaparken yazar sözü kendine devralıp didaktik bir kısım sözlere başvurmuyor. Her bir karakterin dertlerini anlattığı içten/samimi sohbetinde bu toplumsal sorunlar damla damla dökülüyor. Gençlerin tercihlerine saygı göstermeyen, fıkirlerini önemsemeyen ebeveynler mi dersiniz; toplumun geneline yayılan kadına sorunlu bakış mı dersiniz…? Cehalet, fakirlik, ayrılık üçgenine sıkışıp kalan insanlara mı yanarsınız; her insanı ‘biricik’ ve bir ‘özne’ olarak ele alamayan zihniyete mi…? Hepsini kuşatan toplumsal baskılara mı hayıflanırsınız?

Hikayeyi süzdüğünüzde kanayan yaradan damla damla dökülen acı dolu hayatlar var. Kalbin çeperlerinde yer tutan, ziyaretçisi olmayan kelime müzesinde herkesten saklanan acı dolu sözler var. Kimseye söylenmeyen ve asla bilinemeyen sözler… Şermin Yaşar, bu eseri ile ülke sınırlarını aşan önemli bir yazar olacağını gösteriyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *Time limit exceeded. Please complete the captcha once again.