M. Said Acar

Güz Söylenmeleri

Okuma süresi: 2 dakika

Yıllardır, yaz sıcakları tesirini yitirmeye başladığı, gölgelerin erkenden uzamaya başladığı güz günleri gelip çattığında Ahmet Turan Alkan’ın “Güz Gazeli” yazısını hatırlamadan edemem. Üstelik bozulan bir bahçe, sararan bir yaprak gördükçe bu yazıdan kimi satırlar zihnime doluşur, dilimde dolanır durur. Tutuşan bahçelere, dallardan sarkan güz meyvelerine durup tekrar tekrar bakarım. Ruhumda, uçup gitmiş yaz günlerinin kekremsi tortusu.

Yine eylül ayı. Üstelik eylül bu yıl ansızın çıkıp geldi, ansızın ama buna mukabil ormanlarda, bahçelerde, dallardaki görkemli şehâyiniyle ve olanca vakarıyla eylül işte…

Kudret kalemiyle boyanmış güz meyveleri dallarda; baş döndürücü kokularıyla ayva, armut, alıç; gümrah üzüm salkımları… Keskin ayazları, donduran tipileriyle zemheriyi sabırla atlatan, baharda tomurcuklarını çatlatıp yazla meyveye duran ağaçların muhassalası…

Eylül gidiyor, toplanmayan meyveler ağaç diplerine dökülen yapraklara karışacak. Tenhalaşan parklarda, yollarda “rüzgâr kimsesiz teşrin yapraklarıyla oynayacak”. Sonra kestane karası fırtınası…

Eylül gidiyor, günler iyiden iyiye kısalıyor. Şimdi, evet teşrînler, biteviye yağmurlar… Sonrası kış… Lahutî bir örtü yavaş yavaş kaplayacak yer yüzünü. Eskiden kolay kolay bozulmayan, şimdilerdeyse bolca yamalı; hiçliğin bembeyaz örtüsü…

Bir şarkı çalınıyor kulağıma, hüzzam makamında: “Ömrümüzün son demi, sonbaharıdır artık…” Biliyorum güftesi farklı ama ben böyle anlamak istiyorum. Son bir bahar değil gördüğüm çevremde, sonbahar…

“Maziye bir bakıver, neler neler bıraktık…”

Ahmet Turan Alkan da “ömrün mahassalasıdır” diyor güz mevsimi için.

“Yürü; ömrün bütün mânâsı artık ayak izlerinde kalmıştır.”

Kanlıca’nın ihtiyarları gibi değilim, geçen sonbaharları açık seçik hatırlayamıyorum doğrusu. Ayak izlerini de hiç seçemiyorum. Meyvelerle örülmüş dallarını biz ölümlülere teklifsizce, cömertçe sunan ağaçlara mukabil benim heybemde anı kırıntıları. Bölük pörçük… Perde perde soyunan ağaçlar arasında bir görünüp bir kaybolan eski dostların yüzleri.

“Ey olvido, kapat artık pencereni…”

Kırlaşmış saçlarım, kırışmış yüzüm ömrümün teşrînlerine doğru uzanırken söylenmiş, söylenmemiş; verilmiş, unutulmuş sözlerin yükü omuzlarımda… Yarım kalan işlerin, okunmamış ya da yazılmamış kitapların “keşkeleri” kuşatıyor her yanımı.

“Dalga dalga hücum eden pişmanlıklar…”

İşte yine bir güz mevsimi. “Hazan” mevsimi demek içimden gelmiyor. ’Hazan” sözcüğü çok derin, yetimce bir hüznü çağrıştırıyor nedense, hatta daha derin, penceresiz bir “külbe-i ahzân”…

Kalkıp hırka-i tecrîde girmek gerek…

Cümle alâyıktan el yumak gerek…

Ola ki rahmet kıla ol Pâdişah!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *