Yapay Zekâ Üzerine Epistemolojik Söylenmeler
Kırk yaşımdan sonra tekrar okula başladığım duyulunca dost meclislerinde, ortaokul ve lise yıllarının tatsız anlarını hatırlatan kimi sorulara muhatap olmaya başladım. Bu meclislerden birisinde bir arkadaşım “Dersler nasıl gidiyor, ödevleri yapabiliyor musun, ilk sömestirin notları açıklandı mı?” gibi ahiret sorularından sonra “Tezini ne yaptın, nasıl yazacaksın? diye ekledi. Benim niyetimi açıklamama fırsat vermeden de sözüne devam etti “Yapay zekâya yazdırabilirsin, böylelikle çok kısa sürede bitirirsin.” dedi. Üniversitedeki hocalar, yapay zekâ ile hazırlanan ödevlerin tesbiti için başka yapay zekâ uygulamalarını kullandıklarını daha önce üstüne basa basa söylemişler, ödevlerini yapay zekâ yardımıyla hazırlayan öğrencilerden pek hazzetmediklerini hissettirmekten de geri kalmamışlardı. Arkadaşıma durumu anlatıp, “İntihal yapmış olmak istemem, üstelik biraz emek verdiğim bir tez hazırlamak istiyorum.” dedim. “Boşuna kaygılanıyorsun.” dedi. “Paralı sürümlerini alınca yazdığın metinleri ‘humanise’ edebilirsin.” “Nasıl yani!” dedim. Arkadaşım beni aydınlatmakta kararlıydı: “Yani, yapay zekânın yazdıklarına insansı bir eda katması, tezi tıpkı insan elinden çıkmış gibi göstermesi de mümkün.”
Dostumun “humanise etmek” tabiriyle kastettiği işlemin sağlamasını doğrusu hiç yapmadım. Ancak onun bu sözlerinden sonra zihnime birçok soru üşüştü: Kabaca Rönesans diye bildiğim dönemde hümanizm nasıl ortaya çıkmıştı? Acaba Erasmus yapay zekâ ile tanışmış olsaydı yine deliliğe methiyeler düzer miydi? Kant, aklını öyle sereserpe, uluorta sergiler miydi? Bu sorulara hiç cevap bulamadım doğrusu…
Yine bir başka gün bir başka değerli dostumla üniversite ödevleri hakkında konuşuyorduk. Ben bazı kaynaklara ulaşmanın, sonra o kaynakları okuyup değerlendirmenin zaman aldığından yakınınca bana “Yahu ChatGPT’ye hiç sormuyor musunuz!” dedi. Birden durakladım, çünkü arkadaşım aslında ses tonuyla bana çok mühim bir fırsatı heba ettiğimi ihtar ediyordu. İçimde büyümesine engel olamadığım bir yakalanmışlık hissiyle “Evet.” dedim, doğru sözcükleri seçmem için zamana ihtiyacım vardı, lafı geveledim, “Aslında ben de zaman zaman bakıyorum.” Dostum, yalnızca işini çok iyi yaptığından hiç şüphesi olmayan profesyonellerde rastlanabilecek bir edayla ilave etti: “Her şeyi bulabilirsiniz orada, yeter ki doğru soruları sorun!” Doğru soruların nasıl oması gerektiğini pek bilemiyorum açıkçası ancak yapay zekâlara “Bana hüznün vâridatını anlatır mısın?” dediğimde yahut da “Uğultusu gittikçe artan şu dünyada âdemoğlunun yalnızlaşmasına ne dersin?” diye sorduğumda aldığım cevaplar pek de doyurucu değildi.
Günümüzde yapay zekâlardan “bilgi” edinebiliyor olmak insanoğlunun bu “yasak elma”sına ulaşımını oldukça kolaylaştırmış görünüyor. ChatGPT, CoPilot, Gemini gibi yapay zekâ uygulamalarına her gün, her saat, her saniye farklı dillerde yüzlerce, binlerce soru soruluyor. Doğrusu bu, çok heyecan verici bir bilgi akışı olmalı. Orta Çağ’da gözlüğün icadını dahi ilmî çalışmaların gelişiminde çok büyük bir aşama olarak gören Umberto Eco hayatta olsaydı yapay zekâ hakkında ne düşünür, ne söylerdi acaba?
Yapay zekâların sorulara hemen hem de muntazam cevaplar üretmeleri insanoğlunun çoğu zaman zahmetsiz olana meyyal fıtratını okşuyor. Tarihî bir hadiseden, gıda içeriklerine, teknolojik terimlerden insan ilişkilerine kadar sayısız konuyla ilgili bilgileri açıklamalı, kimi zaman maddeler halinde ifade edilmiş, üstelik özeti de çıkarılmış haliyle ekranımızda görünce “Oh!” diyoruz.”Ne güzel oldu!” İçimizde aydınlanmanın karşı konulmaz hafifliği! Ne var ki karşımıza gelen cevapların doğruluğunu sorgulamak çoğu zaman insana zor geliyor. “O kadar uğraşmışlar, koskoca dünya şirketlerinin yalan söyleyecek halleri yok ya!” diye düşünenlerin sayısı hiç az değildir.
BBC’de yayımlanan bir habere göre meşhur allâme-i cihan (!) Google insanların duymak istedikleri cevapları ön plana çıkarıyormuş. Yani bir arama sorgusuyla ilgili cevaplar kullanıcılar tarafından beğenilirse sonraki sorgularda karşımıza benzer cevaplar çıkıyor. Ya hakikat bize gösterilenden çok daha farklı, çok daha ötedeyse!
Hakikati kavramak ulaşmak, görülen, duyulan bir kavram, nesne ya da hâdisenin aslında ne olduğunu bilmekten öte, neyi gösterdiğinin, neye delâlet ettiğinin de anlaşılması demektir. Hakikati keşfetme, tanımlama, ona ulaşma konusunda asırlardır düşünürler, ilim insanları, edipler çaba göstermişler. Tahkik, hakikati bulma çabası. Sonra tetkik, tefekkür, tedebbür, tabassur gibi her geçen gün gittikçe uzak düştüğümüz nice menziller var… Hakikat aşkı, sürekli sorgulamayı, vardığımız sonuçları tekrar tekrar gözden geçirmeyi, sonra hiç durmaksızın yeniden yollara düşmeyi gerekli kılıyor. Yitiklerimizi bulmak için hiç bitmeyen bir arayış. Hakikate, hikmete âşık olmanın bedeli galiba hep yolcu olmak.
Yapay zekânın insanoğlunun hakikat arayışında nasıl bir durak olacağını kestirmek zor. Ne var ki oradan öğrendiklerine yanlışlığına ihtimal vermeyecek kadar kesin bir sadakatle inananların sayısının artması ürkütücü geliyor bana. Bir konuda bilgi verirken kendisine kaynak soranlara yapay zekâyı gösterenlere, “Daha ne araştırıyorsun, ChatGPT’de böyle yazıyor!” diyenlere, aklına takılan her soruda “Dur, ChatGPT’ye bir soralım.” deyip telefonuna sarılanlara her yerde sıklıkla rastlanıyor. Oldukça konformist bir eğilim. Gerçeğe, doğruya, kâmil mânasıyla hakikate ulaşma isteğini öldüren bir konfor. Yapay zekâ ilmimizi değil mâlûmatfuruşluğumuzu artırıyor gibi. Böylelikle yapay zekâ modern insan için modern bir Eflâtun mağarasına dönüşüyor. Üstelik sadece mağaranın duvarına düşen gölgeler yok artık, ışıltılı ekranlarda hızla beliren sözcükler, görseller, sonra işveli konuşmalar. Çıkmanın zorlaştığı bir mağara. Hakikatin ekranda görünenden çok farklı, bambaşka olabileceğini modern insana kabul ettirmek zorlaşıyor.