Tevfik Güldiken

Bir Yaz Daha Bitti

Okuma süresi: 3 dakika

Daha başlarken kısacık süren yazın biteceği korkusu sarmıştı yüreciğimizi. Hakkını verelim demiştik yazın. Çünkü bu şehirde yaz çok etkili ama çok kısa geçiyordu… ve yaz bitti.

Çocukluk yazlarımız daha uzundu, yaşa yaşa bitmezdi, belki de ihtiyarlıkla birlikte zaman algımız da değişiyor. Herşey çok hızlı akıyor ve kendi sonbaharımızı yudumluyoruz adeta.

Güneş bize gelene kadar iki okyanus ve bir kıta geçiyor. Ottawa’ya ulaştığında Hakkari’den Edirne’ye kadar topladığı bütün selamları boşaltıyor başımızdan.  Vealeykümselam.

Aslında İlkbahar yazdan daha kısa bu şehirde, göz açıp kapayıncaya kadar bütün ağaçlar birden çiçekleniyor. Bir haftada kıştan eser kalmıyor. Ağaçlar yeşilin her tonunda yeni kostümlerini giyiyor, kazlar yavrularıyla dönüyor, allı pullu nadir kuşlar ağaçtan ağaca dolaşıyor ve ılgıt ılgıt esen rüzgarlar bizi bir masal dünyasına taşıyor. İşte ben bu  zamanlarda Ottawa’yı seviyorum.

Yorgun argın baharı omuzlayan mavi göklerin incisi sırtımızı ısıtmaya başlar başlamaz parklar, bahçeler ve piknik yerleri dolup taşıyor. Nehir kenarları, plajlar, yürüyüş patikaları yazı dört gözle bekleyen bahar çiçekleri gibi, birden açılan insanlarla lebalep.

Bisikletler, motorlar, sadece yaz günlerini bekleyen klasik araçlar; güneşi gören herkes kendini dışarı atıyor.

Üniversiteler kapanınca şehir biraz daha sakin; trafik oldukça makul seyrediyor ve sürücüler hayli neşeli. Kışın abuk yüzleri gitmiş yerini daha mütebessim ve daha anlayışlı simalara bırakmış.

Gülen yüzler, tatlı diller; bir de geri dönen kazlar, feryat figan martılar ve binbir çeşit kuşlar. Şehrin yazını görünce, bir duman gibi çekiyorsunuz içinize ve bir daha buraya kış gelmez sanıyorsunuz, ama geliyor.

Sonbaharın ruha hüzün çöktüren ancak göze bayram ettiren güçlü bir yanı var. Dağlar, tepeler rengarenk. Sarıdan kızıla her rengin hâkim olduğu ve her gün değişimin gözlendiği bir zaman dilimi. Hafif bir rüzgarla yerden yükselen yapraklar koşar adım sizi kucaklıyor sanki.  Bir de çürüyen yaprak kokuları genzinizi yakıyor. İşte bu şehrin ölü kokusu bir yorgan gibi üstünüzü örtüyor.

Ağacın çeşitliliği ve bolluğu muhteşem bir seyir güzelliği sunarken çok kısa bir süre sonra kuru dallarla başbaşa kalıyorsunuz. Yeşil yok, kırmızı yok; sarı kalmıyor dallarda, ağaç iskeletlerinden oluşan bir korku evi kuruluyor adeta.

Ara ara bahçe önlerinde veya anayol kenarlarına serpiştirilmiş çam çeşitleri olmasa tabiat bütünüyle griye boyanıyor ve işte o zaman da garip bir hüzün çöküyor içinize.

Ve Pastırma Sıcakları bize kışın gelişini haber veriyor. Bütün bütün evlere çekilmeden ayaküstü bahçe sohbetlerinin vazgeçilmezi sıcakları bunlar.

Ottawa bize böyle tatlı yazları, nefis baharları ve hüzünlü eylülleri yaşatıyor.

İçimde bir de korku var, buranın soğuğu ne Erzurum’a benziyor ne Sivas’a. Evliya Çelebi’nin dedi gibi kışın havada donan kedilerin ancak yazın buzları çözülüyor veya sokakta konuşulan harfler buz kesiyor da  biz sesleri baharda ancak duyabiliyoruz.

Korkuyorum çünkü, bazen deli dolu bazen sessiz sakin akan ırmaklar, çaylar birkaç aya kadar buza dönecek, su mahiyetini kaybedecekler, akışkanlığının sıcaklığını, soğuğun buzul dostluğuna bırakacaklar.

Ottawa River, Rideau River hatta göller bile kara ve buza teslim olacak.

Evet, üzerinde balık tutmak isteyenler için yeni bir fırsat olsa bile ben suyun akışkanlığını seviyorum. Başını sağa sola vuruşunu, taşlarla dans edişini, yüksekten düşüşünü sonra sükunete kavuşmasını seviyorum.

Su dediğin akar, buharlaşır, yükselir yeniden döner, dönüşür ve akmaya devam eder.

Şirin okullu çocuklarının sokakları terk edişi, güzel huylu ihtiyarların yürüyüşlerine mola verişi ve kaz tüyü kabanlar ile kalın urbalar arasında yere bakan yetişkinlerin telaşlı koşuşu bize kıştan haber veriyor.

Hani şu duymaya alışık olduğumuz haber metni var ya “Balkanlardan veya kuzeyden gelen soğuk hava kütlesi ülkemizi etkisi altına alacak”, işte aynen öyle oluyor. Kutuplar her nefes alıp verişinde Ottowa sırtına bir battaniye daha alıyor.

El ayak çekiliyor ansızın ve pencerelerden sızan ışıklar erkenden sönüyor artık.

Geç doğan güneş, erken basan akşamlar, karanlık ve ıslak yollar kâbus gibi.

Ottawa, Avrupa şehirleri gibi ışıl ışıl değil ne yazık ki.  Kış gecelerinde kar beyazı, ruhlarda bir karanlık mum yakıyor.

Bu şehrin yaz sakinliği kadar kış öfkesi de var. Amansız, geçit vermeyen günlere uyanıyor insan. Her gün kar, her an ayaz ve rüzgâr. Dışarı çıkmayı düşünmek bile üşütüyor insanı.

Kuşlar, tavşanlar, sincaplar ve yazın neşesi diğer küçük canlılar kayboluyor, ev kedileri pencerelere mahkûm, yalınız köpekler sahipleriyle sokakta boy gösteriyor.

Ben Ottawa’nın kışında kendimi çok yalnız hissediyorum. Enerjim düşüyor hatta ümidim zayıflıyor. Bu kar nasıl kalkar, bu soğuk ne zaman biter. Yazın gelmeyeceğini, yeniden bahar yüzü göremeyeceğimi düşünüyorum.

Daha doğrusu bu şehir böyle düşündürüyor bana. Bu yüzden baharı dört gözle bekliyorum.

Şimdiden yaz gelecek diye içim kıpır kıpır. Dayan kalbim, çoğu gitti azı kaldı. “

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *