Kerim Arda

Hep Aynı Yaşta

Okuma süresi: 4 dakika

“Bir yaprak dökümüdür dört yandan./ Bir dostun, seninle ağlamış gülmüş,/ Bir sabah gazeteyi açarsın ki:/ Ölmüş!”

Ziya Osman Saba

Aklımda, bir yolculuk ve yürüyüş olarak  duruyorsun şimdi. Seninle ne çok yürüdük. En çok da bahar zamanları. Ama bu yürüyüşler hep yetersiz geldi sana. Biliyorum. Hep daha fazla hareketlilik isterdin sen. Biz, yanındakiler, bir köyün toprak yolunda süsenler, frezyalar içinde konuşa söyleşe, yavaşça gitmeyi yeğlerdik de, sen, tepeleri, yamaçları tercih ederdin. Rahat yürüyüş kesmezdi seni. Formunu korumayı bilirdin. Biraz da, yeşillere hayranlıktı seninki.  Sanatçı ruhun verdiği bakışla, daha güzel manzaralar bulurdun tepelere çıkmakla. Bundandır belki, hep baharla geliyorsun hatrıma.

Kalemin peşinde, ne çok yolculuk yaptık seninle. İstanbul, Maraş, Antep, kapı komşumuzdu sanki. O yolculuklar boyunca ne sohbetler ettik, ne güzel anılar biriktirdik; su gibi akıttık zamanı. Hele o, Nisan yolculukları yok mu, o anlarda, çiçek çimen denizleri içinden geçmişe, geçmişin acı tatlı nice günlerine çıkardı cümlelerimiz. O zorlukları geride bırakmanın, bugünlere kavuşmanın sevinciyle gönenirdik. Gün boyunca yazı okumak, eleştirmek ve seçmek hiç de kolay olmazdı. Çok yorulurduk. Ama yorgunluk nedir ki, çabuk geçerdi. Ve geçti… Ama tadı kaldı yaşananların; ne iyi, değil mi?

Hele o yağmurlu gün yok mu, yine bir Antep veya Maraş yolculuğuydu, hatırlamıyorum. Her zamanki gibi erkenden yola düşmüştük. Delice bir yağmur, yolun üst başını göle çevirmişti. Durmak olmazdı; riskliydi çünkü. Dönsek hiç olmazdı; programın sorumlusuyduk. Yürüdük biz de; ya da yüzdük diyelim. Yer yer inmek zorunda kalarak ıslandık yol boyu. Ne o gün ne de başka bir gün, araban yolda koymadı bizi. Belki hiç söylemedim ama dostluğumuzun perçinlendiği gün, o çetin gün olmuştu Ali’m. Bak, hâlâ aklımda.

Hani ya, her pazar, sabah namazı sonrası Habib-i Neccar Dağı’na ya da Karlısu zeytinliklerine kahvaltı yürüyüşleri. O güzelim sabahlarda mutluluğun yenilip içilebilen yanları ne güzeldi Ali’m. O, manen büyük, hacmen küçük el kitabından kalbe akan  satırları birlikte yudumlamak, güne manevi bir boya çalmak nasıl da anlamlıydı. Sabahımız bir başka ışır, içimiz aydınlanırdı onunla. Konuşurduk sonra; yeni yazılar için ilhamlar devşirirdik. Bu yürüyüşler unutulur mu şimdi?

Ve piknikler, o, aile piknikleri. Baharın en cıvıltılı günlerinde, çiçeklerin ve kuşların günlerinde, çayın ve kahvaltının lezzetine karışan sohbet günlerinde hep birlikteydik. Hani ya, Çevlik kıyılarına, Karlısu Göleti’ne, Ağcaalan’a, Batıayaz’a çıkan aile piknikleri ne de güzeldi. O, yaz ve baharın cana can katan meltemi, o meltemle sökün eden deniz kokusu, Musa Dağı’ndan, Nur Dağı’ndan hücum eden çam kokusu, nasıl da kuşatırdı göğümüzü. Bir çocuk gibi nasıl da sevinirdik.

Sıcacık çayımıza, o, çok sevdiğin sıcacık tırnaklı pide ve Halebî ekmeği, ekmeğimize nice Hatay lezzeti katık olur, doymak istemezdik. Kahvaltı mı, o günü yaşamak mı daha tatlıydı, karar vermek zordu dostum. Şöyle bir bakınca, herkesin yüzünden mutluluk okunurdu. Makiler, Akdeniz çiçekleri güneşle mütebessim. Bizler, haftanın yorgunluğunu sırtımızdan atmakla mesut. Çocuklar yanıbaşımızda… Doğrusu, cennet provası günlermiş o günler, Ali’m. Artık, o yerler yapayalnız, kimsesiz kaldı. Daha kim gider, yeniden görmek ve yaşamak kime nasip olur, bilmem. Devran döndü. Çocuklar, biz fark etmeden büyüdü. Ah ki,  sizler yoksunuz. Dönecek bir evimiz bile kalmadı şimdi.

Ama iyi ki gitmişiz, diyorum. İyi ki, doya doya zaman geçirmişiz birlikte. Şimdi fotoğraflardan daha çok, zihnimde kalan o mutlu karelerle oyalanıyorum. Gözlerim dolu dolu anıyorum seni, aileni, gidenleri. İnanamıyorum gittiğinize dostum. Çünkü değerli eşin ve küçük oğlunla birlikte, içimizden bir aileyi de alıp götürdün. Nice dostlar, arkadaşlar da öyle yaptılar. Sözleştiniz mi yoksa? Biliyor musun, inanasım gelmiyor hâlâ. Hayat ne garip. Deprem, nasıl da sarsıcı.

Hâlbuki, yeni bir iklimde buluşacaktık yine. Her şeye kaldığımız yerden; ama büyük bir coşkuyla başlayacaktık. O, çok sevdiğin edebiyat ortamlarında, o, bir aileye dönüşmüş dostlarla, şu zorlu günleri gülerek yâd edecektik. Belki de şehir şehir, ülke ülke dolaşacaktık birlikte. Dergiler ve yepyeni eserler sökün edip güldürecekti yüzümüzü. Kitap kokacaktı günler. Gel gör ki, yarım kaldı hayallerimiz, Ali’m. “Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz.”

Hani, o, en güzel hikâyende, “Hayallerini bitirip giden yok.” demiştin ya. Sanki, bu erken ayrılık, içine doğdu da öyle yazdın diyorum, biliyor musun? Kitabın çıktığında, “Dostum, biri hariç, bütün hikâyelerin ölümle bitiyor, niye böyle; trajediyi bunca mı seviyorsun,” diye takılmıştım. “Bilmem, sen deyince fark ettim ben de,” demiştin. İçine mi doğmuştu? İçine mi doğmuştu da, Ölüme hazırlıksızdım. Şimdi öleceğim aklımın ucundan bile geçmiyordu. Zaten asıl korkum, böyle hazırlıksız yakalanmaktı,” demiştin. İçine mi doğmuştu da, “Şimdi, elimin altındaki bir kalıp sabun gibiydi hayat ve her an kayıp gidebilirdi parmaklarımın arasından,”  dedin. Ve hâkezâ, “Elveda üzdüklerim, kırık gönüllerinizi artık onaramayacağım,” cümlesi…

Elveda, dedin ve “ufuklara yürüdün” gittin. Ardında bir tek kırık gönül bıraktın mı, bilmiyorum. Ama, kıymetli iki evlat, tatlı hatıralar ve anlamlı kitaplar bıraktın; ne mutlu. Bir de, şu bahar günlerinde dinlemekten usanmadığım bir şarkı. İşte şimdi, bu güzel şarkıyla anıyorum seni. Sanatçı oğlun Şahin, ne de güzel besteleyip seslendirmiş eserini; sen ne güzel yazmışsın sözlerini: “Ufuklara yürüyeceğim, ölene kadar./ Seni sevdim, seveceğim, ölene kadar./ Mevsimler yaz olsa da, kışa dönse de./ Susuz kalsam çölde yalnız, terkedilsem de./ Uzaklarda sen varsan, kavuşmak varsa./ Gerilerde durmam asla, ölene kadar…”

Evet, burada veya ötede, kavuşmak hep var, Ali’m. Şimdi sana, -di’li ve -miş’li zaman kipleriyle hitap etmek nasıl da tuhaf, nasıl da acı. Acaba, diyorum, ölümün, ayrılığın ve acının olmadığı o vuslat diyarında, yeniden yâd etmek nasip olacak mı yaşananları? Neden olmasın. Eminim, o zaman, bu kipler sevinç ve mutluluğa karşılık gelecek,  acıtmayacaktır içlerimizi. Ve yine, yaşadıkça ve dostlarımızla bir araya geldikçe anacağız seni. “Şayet ömrüm olursa, nazarımda hep aynı yaşta kalacaksın,” dostum. Mekânınız cennet olsun.

Not: Metinde bahsi geçen güfte ve besteyi aşağıdaki ses dosyasından dinleyebilirsiniz.

4 thoughts on “Hep Aynı Yaşta

  • güne manevi bir boya çalmak nasıl da anlamlıydı.

    Yanıtla
    • Kerim

      O boya (sıbgatullah: Allah’ın boyası) hiç eksik olmasın hayatımızdan

      Yanıtla
    • Abdurrahman Döner

      Göz yaşlarının insani bu kadar rahatlatacağını hiç düşünemezdim. Muhterem kardeşim, düne ait hatıraları okurken Ali şanverdi’yi sanki yanımda hissettim. Unutamadığım kanu gezisindeki yaseminleri alıp bana uzattığını hissettim. Allah cümlenizden razı olsun, Mekanı cennet olsun.

      Yanıtla
  • Hikmet

    Mekanı cennet olsun. Bir gün cennet yamaçlarında buluşuruz inşallah.

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *