Uzun Yıllar Yaşasın; Her Fark, Her Şekil
Nobelli Yazarlar (4) Hermann Hesse, Edebiyat, Nobel, 1946
Yazarın Nobel Konuşması: “Şöleninize en içten tebriklerimi ve saygılarımı sunarken, konuğunuz olamamaktan ve sizlere bizzat teşekkür edememekten duyduğum üzüntüyü dile getirmek istiyorum. Sağlık konusunda hep hassas bir yapım olmuştur; özellikle 1933 yılından itibaren yaşanan acıların üzerimde yarattığı kalıcı maluliyet, hayatımın mesleğini yerle bir etti ve sırtıma ağır yükler bindirdi. Ancak zihnim bundan hasar görmedi ve kendimi size ve Nobel Vakfı’na ilham veren fikre çok yakın hissediyorum. O fikir, zihnin uluslararası ve uluslarüstü olduğunu ve bu zihnin savaşa ve yok etmeye değil, barışa ve uzlaşmaya hizmet etmesi gerektiğini dile getiren fikirdir.
Ancak hayalim, ulusal özelliklerin bulanıklaşması ve insanlığın entelektüel olarak aynılaşmasına neden olması değil. Aksine, her şekil ve renkten farklılığın bu güzel dünyamızda uzun yıllar yaşamasını diliyorum. Farklı ırklara, uluslara, dillere, davranışlara ve bakış açılarına sahip insanların var olmaları ne kadar muhteşem! Eğer savaşlara, işgallere ve ilhaklara karşı nefret ve uzlaşmaz bir husumet duyuyorsam, bunun birçok nedeni var ancak en önemlisi, insan medeniyetinin kendiliğinden gelişen, son derece bireysel olan ve zengin bir şekilde farklılaşan birçok başarısının bu karanlık güçlere kurban gitmesidir. Büyük basitleştirmelerden nefret ediyorum. Kalite ve taklit edilemez ustalık anlayışı ile biricikliğe ise hayranım. Minnettar bir misafiriniz ve meslektaşınız olarak, ülkeniz İsveç’e, onun diline ve medeniyetine, zengin ve gururlu tarihine ve kendine özgü yapısını korurken ve şekillendirirken gösterdiği azme tebriklerimi ve teşekkürlerimi sunuyorum.
İsveç’e hiç gitmedim ancak o ilk hediyeyi aldıktan sonraki yıllar içinde ülkenizden bana birçok güzel ve hoş şey geldi. Bundan 40 yıl önce gelen o ilk hediye, Selma Lagerlöf’un bana ithaf ettiği Christ Legends kitabının ilk baskısının bir kopyasıydı. Yıllar içinde ülkenizle birçok değerli alışverişim oldu ve bu son muhteşem hediyenizle beni çok şaşırttınız. Size duyduğum yoğun minnettarlığımı göstermeme izin verin.” Çeviri: Elif İlik
Hermann Karl Hesse, 1877, Calw-Almanya doğumlu. İsviçreli Hesse, yazar ve ressamdır. Kuşkusuz, geçen yüzyılın en önemli yazarlarından biridir.
Gençlik döneminde ilk şiirler, sonrasında serbest yazarlık, romanlar, öyküler, denemeler, şiirler, siyâsî mâkaleler ve eleştiri yazıları… Tâbiî ki, büyük ve bilindik yazar olmanın bahtiyarlığı: Hesse, kaleme getirdikleriyle, şu yaşlı dünyamızı epey turlamış. Tâlihi pek yâver eserlerinin fânî âlem gezisi sürüyor şu vakitler… Hermann Hesse, bireyin varlığını ispat edişi, oluş aşamaları, özünü yansıtış biçimi ve kendisini aşması gibi konular etrafında kalem gezdirmiş durmuş.
Yazar, Hristiyan misyoner bir âile ikliminde merhabalamış hayatı. Klasik dindar havalar, kimileyin dar kalıplar; beri yanda, entelektüel, esnek bir âile ortamı. Aile, Rus orijinli. Hesse, beş kardeşinden ikisini erken yaşlarda kaybeder.
Çok yönlü yapısı, güçlü ifadelerle şekillenen mizacı erkence keşfedilir. Güzel sanatlara meyli, yeteneği de, yine tez yaşlarda fark edilir. Bu yaşlardan îtibâren çok güzel resimler de yapar. Ortam etkisiyledir ki, dindarca çizgilere de sahiptir. Dindarlık, Baltık kültürü harmanı ve böylelikle şekillenen, derinleşen sanatsal yolculuk…
Misyoner localarından etkilenmeler, çocukluk deneyimleri, Calw-Almanya mâcerâları, küçük kiliseler; birbirine sokulan, bitişik evler, takdire şâyan insan renkliliği, renkli köşeler, farklılıklar… Büyükbaba Hermann Gundert’in dünya edebiyatını barındıran tam tekmil kütüphanesi Hesse’nin başucundadır. Böylesi, çokça renkli atmosferde filizlenen, gelişen, serpilen desenli bir hayat… Bundandır ki bir zamanlar şöyle diyecektir Hesse: “Benim hayatımda, korumaya çalışma ve Nasyonalizme karşı tutumumu oluşturan nedenler, bu dünya vatandaşlığının birimleridir.’’
1881 Basel-İsviçre yolculuğu, buradaki keşiş okulu, âilenin İsviçre yılları. 1886 Calw-Almanya’ya geri dönüş, Latin okulu. Çeşitli kurumlar, okullar arasındaki çeşitlenen yolculuklar, bunalım yılları, anne babayla şiddetli tartışmalar… 1892’de babaya yazılan bilindik suçlayıcı mektup, oluşan mesâfeler, dar bakışlar, tutucu yaklaşımlar, yazarı yoran din örtülü ikiyüzlülükler…
Eğitim sisteminin kısıtlamaları ve misyoner babanın din kılıflı baskıları Hesse’yi çokça rahatsız eder. Bundandır ki, kendi yoluna koyulma niyetleri, ilk iş tecrübeleri… Kitapçı çıraklığı, makinist çıraklığı, ne var ki mekaniğin bunaltıcılığı… Ruhun çıkış yolları araması, edebiyata, entelektüel dünyaya yöneliş… 1895 yılında, Tübingen’deki Heckenhauer isimli kitapçıda ciddî çalışma ortamı ve hatırı sayılır deneyimlemeler… Çıraklık, asistanlık… Sonraki yıllarda, bu dönemi Çarklar Arasında isimli romanında işlemiştir yazar. Bahsi geçen kitapçıda; filoloji, teoloji ve hukuk üzerine uzmanlaşmaya başlar. Kitapların arşivlenmesi, sıralanması, paketlenmesi ve incelenmesi, başlıca uğraş konularıdır. Yoğun bir çalışma ortamı, ancak yılmak nedir bilmez, bilgiye aç bir genç… Hatta, boş olan pazar günlerini arkadaşlarından çok kitaplarla geçirmeyi tercih eder. Teolojik yazılarının yanısıra; Goethe, Lessing, Schiller gibi yazarlarla ilgili gelişen ilgi, Yunan mitolojisi çalışmaları…
Yine o sıralar, Alman romantikleri Clemens Brentano, Joseph Freiherr von Eichendorff, Friedrich Holderlin, Ludwig Tieck ve Novalis’ten alınan ilhamlar… Estetiğin, ahlâk üzerindeki etkileri ve gelişen bu yönlü inanç… Hesse, 1898 yılında, Romantik Şarkılar (Romantische Lieder) isimli eserini yayınlar, 1899 yılının yazında da Eine Stunde Hinter Mitternacht (Gece Yarısının Bir Saat Ardında) adlı düzyazılardan oluşan eserini çıkarır. Fakat, hayal kırıklıkları yaşanır, eserlerinin her ikisi de arzulanan ilgiyi görmemiştir. Romantischen Lieder, 600 adet basılmış, iki yılda, ancak 600 kitabın 54’ü satılabilmiştir. Eine Stunde hinter Mitternacht de 600 adet basılmış ve çok yavaş, ağır aksak alıcı bulabilmiştir. Ne hoş ki, yazarın yeteneğinden, eserlerin kalitesinden emin olan yayıncılar, genç yazarı desteklemeyi sürdürmüşlerdir.
1899 tekrar Basel-İsviçre yılları, antik kitaplar satan R.Reich isimli kitapçıdaki çalışma dönemi; seçkin, bilgin âilelerle sıkı temas, sanata karşı açılan ihtiras kapıları… Bu arada, yaşananları yazıya dökme fırsatları… Sonra çok istediği, 1901 yılı İtalya seyahati, İtalya’nın Milano, Cenova, Floransa, Bologna, Ravenna, Padova ve Venedik şehirlerindeki konaklamalar… Aynı yıl, Basel’de Wattenwyl adlı kitabevinde yeni bir iş fırsatı doğmuştur. Dikkat çeken bir yazar olmaya başlamıştır artık. Sabrın sonu selâmete bağlanmış, şans kapıyı çalmış, baht kapıları aralanmıştır. Dergilerde hikâyeleri ve küçük edebî metinleri yayımlanır. Bu yayınlar sonrası ödüller gelir bulur yazarı. Bütün bu çabalamalar, onu büyük yayıncıların radarına sokmuş, 1904’te kitapları artık düzenli yayınlanan bir yazar olmuştur. Sonunda, sadece kitap yazmaya odaklanabilecek özgür bir yazar olmayı başarmıştır.
1914 yılı ve Büyük Dünya Savaşı. Almanya Büyükelçiliği’ne gönüllü başvuru. Savaş can alırken, şöminenin başında oturmak gönle ağır gelecektir. Bern’deki Alman savaş tutsaklarının bakımı, savaş tutsakları için kitap toplamak, göndermek… Tutsaklara hizmet veren kütüphânenin sorumluluğu…
Ne var ki, askerliği reddeden arkadaşlarının yaşadıkları ve kurşuna dizilmekten son anda kurtuluşları; onu, savaş gönüllülüğünden alıkoyacaktır. Hesse bundan böyle, savaş karşıtı bir kişilik haline gelecektir. Savaşı ret edenlerin sözcüsü olup çıkmıştır yazar. Hesse bu karşıtlığın etkileriyle anıt niteliğinde bir roman olan Demian’ı kaleme alacaktır. Kitap, savaş sonrasında 1919 yılında Emil Sinclair takma adıyla yayımlanır.
Hesse, Nasyonal Sosyalistler’in Almanya’da iktidarı ele geçirmelerini büyük bir endişeyle izler. Aydınların, yazarların sürgünü onu endişelendirir. Hesse, Almanya’daki gelişmeyi kendi yöntemleriyle karşı çıkarak yönlendirmeye çalışır. Takibe alınan yazarları, etkili ve sade bir şekilde dile getirir.
Otuzlu yılların ikinci yarısından îtibâren, hiçbir Alman gazetesi Hesse’nin makâlelerini yayımlamaya cesâret edemez. Yayınevleri, kitaplarından uzak durmaya başlar. Suhrkamp Verlag KG Berlin Yayınevi 1943’te Knulp’un sonraki baskısını yapabilme cesâreti gösterebilir ancak. Bu dönemin siyâsî anaforları, korkuları, 1943 yılında İsviçre’de basılan Boncuk Oyunu isimli kitabının içeriğini oluşturacaktır.
Ve zirve: 1946’da Nobel gelir bulur Hermann Hesse’yi. Nobel Komitesi ödüllendirmeyi şöyle gerekçelendirir: “Daha cesur ve etkili bir biçimde gelişen ve klasik hümanizmin ideallerini, biçimin yüksek bir sanatı gibi aynı şekilde ortaya serip derine dalarak oluşturulan eseri için…”
İkinci Dünya Savaşından sonra yeniden işleyen yazar tezgâhı: Romanlar, hikâyeler, şiirler, yazışmaların mahsulü mektuplar, günlükler… Hesse’nin ilk eserleri, 19 yüzyıl yazım geleneği çerçevesinde ele alınır. Meselâ, şiiri, romantizmden izler taşır, aynı izler Peter Camenzin isimli kitabının dili ve üslûbuna da hâkimdir. Hesse her iki dünya savaşından sonra edebiyat severlere, takipçilerine yeni kulvarlar açar. Düşünürken yepyeni yollar, bambaşka perspektifler, ahlâkî değerlendirmelerde yeni bakış açıları… Hesse’nin geniş kitlelerce keşfi, 1945 sonrasına denk gelir.
Daha sonraları, ABD’de gençler, örneği nadir bir ilgi çemberine alacaklardır Hesse’nin kitaplarını. Bir patlama hali yaşanır Birleşik Devletler’de. Gençlerin Hesse tutkusu, oradan Avrupa’ya, doğduğu topraklara sıçrar ve özellikle Almanya’da uç verir. Üretim, karşılığını anlamlıca bulmuş, emek zayi olmamıştır. Özellikle Bozkırkurdu uluslararası bir üne kavuşacak; o yılların, yorgun, bîtap, dermansız dünyasının en çok satan kitapları arasına girecektir. Hesse, kitapları en çok çevrilen ve okunan Alman yazarlardan biri haline de gelecektir böylece. Dünya genelinde milyonlar kitaplarına sarılacak, meraklı okur kitlesi eserlerine yönelecektir. Bu tutku, eski âteşinliğinden yoksun olsa da devam ediyor hâlâ. Şimdilerde, Hesse anısına iki edebiyat ödülü verilir Almanya’da: Calw Hermann Hesse Ödülü ve Karlsruhe Hermann Hesse Edebiyat ödülü. Yazarımız, bu dünyanın sıcağını, soğuğunu görmüş, medler, cezirler yaşamış ve her fânî gibi, 1962, Montagnola-İsviçre’de göçüş biletini almış, esenleşmiştir şol gölgelikle.
Ve pek tabiî ki, bizde de kitapları okunan, ilgiyle izlenen bir yazar olmuştur Hesse. Alakayı esirgememişiz, merakla izlemişiz; bu, iki dev savaşın şâhidi Nobelli yazarı. Türkçe’ye çevrilmiş kitaplarını şuracığa konduralım yeri gelmişken: Boncuk Oyunu, Gençlik Bunalımları, Sevebilen Mutludur, Öldürmeyeceksin-Seçme Denemeler, Bozkırkurdu, Çarklar Arasında, Gençlik Güzel Şey, Mektuplar, Masallar, Knulp, Doğu Yolculuğu, Demian, Kaplıcada Bir Konuk, Peter Comenzind, Siddhartha ve Sevgi Üzerine…
Söyledikleri de kayda geçmiş, sözleri kulaklara küpe olmuştur yazarımızın. Birkaç Hermann Hesse sözü şuraya bırakmak da vazîfe hiç kuşkusuz: “Bazen olmak istediğimiz yer ile olduğumuz yer arasındaki fark gözlerimizin içine baka baka sıkar boğazımızı.” “Bir kez kaçar uçurtması, sonra gökyüzüne küser insan.” “Sevilmek mutluluk değildir. Her insan kendi kendini sever; ama mutluluk bir başkasını sevmektir.” “Kuş, doğmak için, dünyası olan kendi yumurtasını kırmak zorundadır.” “Henüz insan aşamasına ulaşmış değiliz, yalnızca insanlığa giden yolun üzerindeyiz.” “Hayatta önümüze iyi veya kötü neler çıkarsa çıksın bunlara anlam verebileceğimize ve bunları değerli bir şeye dönüştürebileceğimize her zaman inandım ve hala inanıyorum.” “İnsanların büyük çoğunluğu, düşen bir yaprak gibidir, kapılıp gider rüzgarın önüne, havada süzülür, dönüp durur, sağa sola yalpalar vurarak iner yere. Pek az kişi de vardır, yıldızlara benzer, belli bir yörüngede ilerler durur, hiçbir rüzgar varamaz yanlarına, kendi yasalarını ve izleyecekleri yolu kendi içlerinde taşırlar.” “İnsan düşüncelerinde ve yaptıklarında ciddiyse, o gerçek bir azizdir.”
Aziz dost, murat alıp, murat veriyoruz ya, şimdi asla varalım, fasıldan asla geçiş yani. Şu Nobel konuşmasına süzülelim usulca. İnciğine, boncuğuna şöyle bi bakıp, asıl borcu edâ edelim böylece. Şu yazıyı öylelikle bütünleyelim de çokça yormayalım izimizi sürenleri.
“Kendimi size ve Nobel Vakfı’na ilham veren fikre çok yakın hissediyorum. O fikir, zihnin uluslararası ve uluslarüstü olduğunu ve bu zihnin savaşa ve yok etmeye değil, barışa ve uzlaşmaya hizmet etmesi gerektiğini dile getiren fikirdir.” Şüphe yok ki, darlıklar, kökleşmiş sığlıklar ve basit yaklaşımlarla, bahsi geçen zihin konforunun sağlanması zor. Ve kuşkusuz, beyinleri saran çerçöp ve müsilajdan arınmaya bağlı her şey. Zihin; sözü edilen uluslararası-üstü konfora, bu durulma ve arınmayla yol bulabilir ancak. Sahi, köyün, kasabanın, daracık, sıkışık, dip dibe köşelerinde; küçük, günlük hesaplaşmaların, didişmelerin girdabında, hangi konfor, nice elde edilebilir ki? Böyle olunca, yerkürenin büyük bir bölümü için, barış ve uzlaşma da, bir tasarıdan öteye geçememiş, hayaller raflarda ömür sürmüştür. Çâre ve elbet ödev: Yılmadan, güzel, aşkın ve sınırları engin fikirlere yol bulmak… Zihin duvarlarını zorlamak, darlıklardan, sığlıklardan, genişçe düzlüklere yol düşürmek…
“Hayalim, ulusal özelliklerin bulanıklaşması ve insanlığın entelektüel olarak aynılaşmasına neden olması değil. Aksine, her şekil ve renkten farklılığın bu güzel dünyamızda uzun yıllar yaşamasını diliyorum. Farklı ırklara, uluslara, dillere, davranışlara ve bakış açılarına sahip insanların var olmaları ne kadar muhteşem!” Tamam, kabul: Katı ulusalcı bakışları, ırkçılığa varan anlayışlar ırgalayalım, bu sefil düşünceleri oraya buraya çalalım. Lakin Hermann üstadımızın belirttiği ince çizginin de ayırdında olalım. Aydın inceliği, kaygısı bizim de sızımız olsun: Ulusal özellikler bulanıklaşmasın, aynılaşma önlensin.
Bulanıklık ve tıpatıplaşma, özdeşlik hatta yok olmalar, unutulmalar… Renkliliğin göz göre göre soluşu, pörsümesi… Peki, aydınların ısrarlı çağrıları, yankı bulabiliyor mu? Çağrılar, törenlerin süslü konuşmalarından öteye geçebiliyor mu? 1946, konuşmanın yapıldığı tarih. 75 yıl, üç çeyreği geride bırakmışız, çuvaldız boyu yol alabilmiş mi insanlık? Sorular ve vah ki, tersine alınan yollar… (UNESCO’nun tahminlerine göre dünyada toplam 6 bin dil var. Bu rakamın neredeyse yarısı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Tehlikede olan dillerin başında yerli dilleri geliyor. Yine, UNESCO’nun raporuna göre dünya çapında birçok öğrenci anadilde eğitim imkanından yoksun. Bu da öğrencilerin eğitim hayatındaki başarılarını doğrudan olumsuz etkiliyor. DW Haber)
Her renk, her desen, her şekil, cümbüşlü beşer bahçesinin orijinalliği; olabildiğince, cömertçe serpilmiş renkler kartelası… Solunca, güzelliğimizden geriye nemiz kalır ki? Tadı, lezzeti olur mu, tekdüzeliğin? Tek tür, tek renkten veya sınırlı renklerden oluşmuş, keyifsiz bir bahçeyi, neşeyle seyran etmenin mümkünü var mı? Hermann dostumuzun özlediği dünya, şekillerin, renklerin tüm farklılıklarıyla uzun yıllar ömür sürdüğü bir dünya… Bütün coşkunluğumuzla varlığımızı sürdürebileceğimiz; ırk üstünlüklerini, üstünlük iddialarıyla oluşan çatışmaları bir kenara itebildiğimiz, renkliliğe yol veren bir dünya…
“Eğer savaşlara, işgallere ve ilhaklara karşı nefret ve uzlaşmaz bir husumet duyuyorsam, bunun birçok nedeni var ancak en önemlisi, insan medeniyetinin kendiliğinden gelişen, son derece bireysel olan ve zengin bir şekilde farklılaşan birçok başarısının bu karanlık güçlere kurban gitmesidir. Büyük basitleştirmelerden nefret ediyorum. Kalite ve taklit edilemez ustalık anlayışı ile biricikliğe ise hayranım.” Dikkat kesil aziz dost, bin göz ile nazar kıl: İnsan medeniyetinin doğallıkla gelişen, son derece bireysel ve zengin bir şekilde farklılaşan birçok başarısı varmış. Bu zenginleşme, aydınlıktan rahatsız olanları ürkütür ve zaten kurbanlık kollayan gözü dönmüşler, bu zenginliğin canına okumak için fırsat kollarlarmış. Basitleştirmek, basitleştirerek yok saymak, ustalık eseri biricik durumları ortadan kaldırmak, hayranlık uyarıcı ne ses, soluk varsa, çanına ot tıkamak… İşe, eyleme ket vurmak… Hayretle, binbir emekle ortaya konanları selsebil etmek. Ve dâhî hayranlıkla yola çıkıp, hayret ve hayranlıkla yol alanları yolundan eylemek…
Her insan biricik, düşünceleriyle biricik; kendisi ve kendine özgü hâsılı… Öyle aziz dost, var mı ötesi, berisi? Güzeli bütünlemek, bana, sana, ona, bize; sonrakilere netice-i kelâm. Yazarımız geldi, söyledi, çiviledi âsumana sözlerini ve vedâlaştı şu cevir âlemiyle. Devri dâim olsun, hoş seslenip, hoşça söyleyen her kulun. Durup ince şeyler düşünen ve güzelliğe vakti olanlara binler selâm olsun. Anadolu deyişiyle bitsin gayrı, bu asl u fasl ve sözü de Aşık Mahzuni Şerif bağlasın: