Bir Kardeş Mavi: Taç Utangaçlığı
Kanaatimce insan ilişkilerinde kişiyi zora sokan temel şey kişinin mesafe ayarını yapamamasıdır. Başka bir deyişle haddini hududunu bilmemesi. Kime ne kadar yaklaşmalı, kimden ne kadar uzak durmalı? Sınırlar nerede başlar ve nerede biter?
Kişiliği oturmuş bir birey kime ne kadar yakınlaşırsa yakınlaşsın, kiminle ne kadar bir ve beraber olursa olsun bireyliğini ve biricikliğini korumaya çalışır. Başkasına yaklaşmak adına kendinden vazgeçmez ve kişiliğini kurban etmez. Yakınlıkları ne ötekine tahakküme dönüşür ne onu ötekinin tahakkümü altına alır. Bazı insanlarla aynı yolda, belki aynı hedefe yürür fakat onlarla aynılaşmaz. İlişkilerinde şahsiyetini korumayı ve benliğini onun üzerine inşa etmeyi esas alarak nev’i şahsına münhasır olmayı başarır.
Halil Cibran başyapıtı sayılabilecek Ermiş kitabını 1923’te yayımladı. Orada kahramanı el-Mustafa’yı evlilik hakkında, “… beraberliklerinizde mesafe bırakın. Bırakın göklerdeki rüzgârlar dans etsin aranızda.” diye konuşturur. “Nasıl ki aynı nağmeyle titreşse de ayrı durur telleri bir udun, siz de yalnız bırakmasını bilin birbirinizi.” diyerek devam eder. “Yan yana olun hep, ama yapışmayın birbirinize. Ayrı durmaz mı tapınak sütunları bile? Ne meşe büyür ne de servi bir diğerinin gölgesinde.”
Bilim insanları Ermiş’in yayımlandığı yıllarda enteresan bir gözlem yaptı. Bu gözlem adeta Halil Cibran’ın tasvir ettiği ilişki biçiminin ete kemiğe bürünmüş haliydi. Bazı meşe ve çam türlerinin; kafur, okaliptüs ve mangrov ağaçlarının uç dalları arasında belirgin boşluklar vardı. Dallar çarpışmıyordu. Bu boşluklar, aşağıdan bakıldığında gökyüzünde gezinen kıvrım kıvrım ırmak yataklarını andırıyordu. Rüzgârlar mavi mavi o aralıklarda geziniyor, kuşlar oralarda kanat çırpıyordu özgürlüğe.
Görünüşe göre bu ağaçların arasında sosyal mesafe kuralı işliyordu. Biri diğerinin kişisel alanına girmiyor, onu gölge etmiyordu. Aynı zamanda kendisini ötekilerin zararlı tesirlerinden de uzak tutuyordu. Bu durum daha çok aynı tür ağaçlar arasında olmakla birlikte farklı türler arasında da görülmekteydi.
İnsanlar arasında taç giyen başın akıllanması, taç takan güzellerin mahcup olması, başarıya ulaşanların mütevazı olması övülen erdemlerdir. Ağaçların da göğe merdiven dayadıkça kendi sınırlarına riayet etmeleri galiba bunlara benzetildi ki bilim insanları bu duruma “taç utangaçlığı” adını verdiler.
Ağaçlar şiddetli rüzgârlar estiğinde komşularının dallarını kırmamak, zararlı böceklerin diğerlerine geçmesini önlemek ya da yakınındaki ve yerdeki bitkilerin güneş ışığına engel olmamak için ilahi kudret tarafından bu şekilde konumlandırılıyorlar. Bu halleriyle insanlara bir sosyal yaşam modeli sundukları söylenebilir.
Şükrü Erbaş’ın dediği gibi, “Sevgiyle, yalnızca sevgiyle işlenen/ Bir dal incelik, bir simli gülüş/ Bir kardeş mavi.”den başka nedir ki bu…
Taç utangaçlığı ile insanlarin birbirlerine ait sınırları kolayca ihlal ettiklerini ve bu durumun fert bazında ve toplum bazında ki ilişkilere nasıl zarar verdiğini hatırlattınız…
Baktığımız fakat göremediğimiz gerçeklerle buluşturma serinizde sırada ne var, merak ile bekliyoruz.
Teşekkürler.
Şair, “En sevdiklerimizden alırız en çok acıyı” (Kalender Yıldız) derken biraz da bunu söyler aslında. Neden? Çünkü en savunmasız durduğumuz kişiler en sevdiklerimizdir. Diline geleni söyleme ve ölçüsüz eleştirme rahatlığı da yine onlardadır. Sussan olmaz, konuşsan hiç olmaz. “İncinsen de incitme…” bir ölçüdür olgunlara.
Kaleminize saglik. Insan ilkskilerinde ilsikinin surekliligi icin belli bir mesafe in korunmasi gercegini edebi bir basyapit ile bilimsel bir veriyor sentezleyerek tekrar hatirlattiginiz icin tesekkurler. Yaraticinin kainata isledigi kanunlarin bizim icin yok sayilamayacagini bir kez daha hatirlamis olduk. Bizi gotureceginiz baska seruvenleri heyecanla bekliyoruz.