Yeni Bedenler, Ruh ile Orantısızlık
Nobelli yazarlar (3) Henri Bergson, Edebiyat, Nobel, 1927
Yazarın Nobel Konuşması: “Keşke orada olup, hissettiklerimi size kendim söyleyebilseydim. İzin verirseniz bu duygularımı beni kırmayarak teklifimi nazikçe kabul eden Fransa Elçisi Armand Bernard aracılığıyla aktarmak isterim. İsveç Akademisi’ne tüm kalbimle teşekkür ediyorum. Arzulamaya cesaret bile edemeyeceğim bir şerefe nail olmamı sağladılar. Bunun değerini şimdi daha iyi anlıyorum ve bu ayrıcalığın Fransız bir yazara verilmesinin Fransa’ya duyulan ilginin de bir göstergesi olduğunun bilinciyle daha çok motive oluyorum.
Nobel Ödülü’nün bu denli saygınlık kazanmasının pek çok nedeni bulunduğu doğrudur ancak daha net konuşmam gerekirse bu saygınlığın en büyük iki sebebi ödülün idealist ve uluslararası olmasıdır. İdealisttir çünkü yüce bir ilhamın eseridir. Uluslararası oluşu ise pek çok ülkenin, üzerinde titizlikle çalışıp ortaya çıkardığı şeyleri ödüllendirmesi ve tüm dünyanın entelektüellik bilançosunu belirlemesinden gelir. Diğer tüm düşünceleri bir kenara bırakıp, entelektüel değerlerin dışında kalanları görmezden gelerek jüri, filozofların aklın birliği dediği noktadaki yerini bilinçli olarak almıştır. Dolayısıyla bu oluşumun kurucusunun yegane gayesini gerçekleştirmektedirler. Alfred Bernhard Nobel vasiyetinde idealizme ve ulusların kardeşliğine hizmet etmek istediğini belirtmiştir. Sanat ve bilim alanlarındaki en büyük ödüllerin yanı sıra Barış Ödülü’nün de yaratıcısı olarak kesinlikle amacına ulaşmıştır.
Harika bir fikirdi. Yaratıcısı özgün bir dahiydi ve üstelik yaşadığı çağı etkisi altına alan illüzyonu paylaşmadı. 19. yüzyıl mekanik icatlarda büyük bir gelişme kaydetti ve bu icatların maddi etkileriyle, insanlığın erdem seviyesinin yükseleceği varsayıldı. Halbuki tecrübeler bunun tersini gösterdi, bir toplumda meydana gelen teknolojik gelişmeler, o toplumu meydana getiren bireylerin erdemlerini yüceltmiyordu. İnsanların bertaraf edilmesi hususunda kullanılabilecek araçlar arttıkça, eğer ruhani bir özen ona eşlik etmiyorsa, bu artış tehlike yaratıyordu.
İcat ettiğimiz makineler, doğal organlarımıza eklemleyebileceğimiz yapay organlardır aslında. Doğal organlarımızın işlevlerini artırıp, insanlığın bedenini genişletirler. Eğer bu genişlemeye ruhsal bir gelişme de eşlik etmezse, tüm denge kaybolur ve ortaya hem sosyal hem politik sorunlar çıkar ki bu sorunlar insanın yeni bedeni ile ruhunun orantısızlığı ölçüsünde büyür. Çünkü beden olağanüstü ölçülerde genişlerken, ruh başlangıçtaki halini korumuştur. En çarpıcı örneği seçersem: İnsan buhar ile elektirk kullanımının mesafeleri kısaltacağını, insanları uzlaştıracağını umuyordu. Bugün bunun öyle olmadığını, eğer kardeşlik yolunda büyük bir çaba sarf edilmezse, rekabetin kaybolmak bir yana, büyüme riski taşıdığını görüyoruz. Ruhlar arasında böylesi bir uzlaşmaya varmak, uluslararası karakteri bulunan, idealist bir kurumun doğal eğilimidir. Bu idealist çerçeve, medeni dünyayı, tamamen entellektüel bir bakış açısının şekillendirdiğini vurgular; bu bakış açısı eşsiz ve eşit bir zihinler cumhuriyetinin de temelidir. Tıpkı Nobel Kurumu gibi…
Bu fikrin, ahlaki sorulara bu derece kafa yoran, diğer tüm soruların ahlaki sorulardan doğduğunu gören, politik problemlerin en büyüğünü ilk kez eğitim problemi olarak belirleyen İsveç gibi entellektüel bir ülkede doğması hiç şaşırtıcı değil.
Nobel Kurumu’nun ufku, farkı anlaşıldıkça genişleyecek ve onun nimetlerinden faydalananlar, gün geçtikçe daha büyük minnettarlık duyacaktır. Başka hiç kimse bu durumun benim kadar farkında değildir. Bu şanlı topluluğa bunları söylemek isterim ve konuşmamı başladığım noktada sonlandıracağım, duyduğum büyük şükranın ifadesiyle…” Çeviri: Sevgi Demir
Yıl 1879. Henri Louis Bergson, Paris’te şol fânîyi selâmlar. Henri, Mûsevî bir ailede, Mûsevîlik değerleriyle çevrili bulur kendisini. Hâliyle, bu inanç değerleri etrafında şekillenir, çocukluk ve ilk gençlik yılları. 20. yüzyılın etkili felsefecisidir o. Pozitivmin aşırılıklarına kapılanlara, aklı her şey kabul edenlere karşı durur Henri Bergson. Sezgilere, rûhânîliğe, erdeme, ilhamlara çevirir dikkat oklarını. Birçok düşünüre; gerçekçiliği kavramak için sezgi süreçlerinin, soyut gerçekçiliğin, bilimden daha anlamlı olduğunu anlatmaya çalışır.
Condorcet Lisesi’nde, güçlü bir klasik eğitimle yüz yüze gelir ve bu yüzleşmeden zenginlikler devşirmesini bilir. 1877 yılında yapılan bir genel retorik yarışmasında onur ödülü alır Bergson. Daha o yıllarda, onunla tanışma fırsatı bulanlar; o yaşlarda, geniş hayal gücünü, şahsına münhasır, orijinal düşüncelerle harmaladığını hemen anlarlardı. Matematik alanında da iyi sayılırdı, hatırı sayılır ödüller almaya başlamıştı. O, hocalarının, Pascal kıyaslamasına pek aldırmadı, oralı olmadı. Ona göre matematik çok yorucuydu.
Bergson’un, yol dirseklerinde kısa kararsızlıkları olsa da, hayatını felsefeye bağlamaya karar vermişti. Düşünmek, hayalleri düşüncelere bulamak, ona çok daha cazip geliyordu. Eğitim süreçleri, onda tam arzulanır kıvamda, istenir değişimi netice veriyordu. Günden güne gelişip, serpiliyordu düşünceleri. Felsefe ana uğraşı olmuştu, ancak lisan yeteneği güçlüydü ve kıpır kıpır, hayat tazeliğinin uç verdiği ifadeleri seviyordu. Oldukça titiz bir felsefeci, geniş hayal gücüne sahip bir ilim erbabı olmuştu. Bu ilim insanı; pek ilginç, örneğine nadir rastlanır bir incelikle, yanında şâirâne bir ruh da gezdirirdi.
Gözünü açıp anlamaya çalıştığı çağ, maddenin azgın paletleri altınta perperîşandı. Maddecilik, pazarların makbul malı, geçer akçesiydi. Materyalizm rüzgârları olanca hoyratlığıyla esip durmaktaydı. İlk dönem, bu düşünceler, hâliyle onu da hırpalamış, etkisi altına almıştı. Ama maddeye teslim olma niyetinde değildi o.
Auvergne’deki öğretmenliği döneminde yaptığı iç yolculuklar, uzun kır yürüyüşleri, içindeki şairi belirginleştirir iyice. Ruhsal açılımları, ayrı bir enginlikle yeni sınırları zorlar. Laboratuar kesinlemeleri, uçuşan fizik formülleri, ateist aydınların gösterişli cümleleri, mânevî arayışlarını hızlandırır. Yaradılışın sâdeliği, formüllerle nasıl da alt üst oluyor; teoriler, nasıl da olayları çıkmazlara taşıyordu. Bergson bu dönemde bu anlamsızca anaforlara yol açanları, düşünce efendilerini hırpalamaya başlar. Ona göre, bütünüyle bilimin maddeye bağlayan formüllerine bağlanmak, ümit ve cesâretini kaybeden yorgun kafaların işiydi.
Dolayısıyla, Bergson’da akıl yerine sezgi ön plana çıktı. Kritik konular ruhsal alana çekildi, metafizik zemine taşındı merak edilenler. Materyalizm ırgalandı. Apayrı bir bilme gücü olarak sezgiler hatırlandı. Sezgilerle, ilhamlarla da eşyânın mâhiyetine yollar bulanabileceği gündeme taşındı. Bergson yolların çatalına kurulmuş, “Ey düşünen dostlarım, toplumun yol göstericileri, ruha yabancılaşmayın, herşeyi maddede aramayın, insanın derin tarafını sakın ola ki gözden uzak tutmayın…” diyordu. Felsefecimiz, O Büyük Sanatkâr’ın, muammalar ve giz dünyasının, ancak sanatkârâne bir bakışla bilinebileceğini söylüyordu. Hayata nüfuz böylelikle mümkün olabilir, yol iz böyle bulunabilirdi. Bu yönelişlerle hakikat uç verebilir ve mutlakın bilgisine, saklı hazinelerine de böylece ulaşılabilirdi.
“Bergson’a göre, sezgi melekesi mutlaka her insanda vardır. Hepimizde var olan sezgi melekesi, hayatımızda fonksiyonel olarak yer aldığı müddetçe vardır. Başka bir ifadeyle, sezgi melekesini pratikleştirip, hayata daha faydalı hale getirebiliriz. Çünkü sezgiyi yaşamak ya da hissedebilmek, dişlerini fırçalamak kadar hayatın bir parçasıdır. Çünkü sezgiyi daima günlük hayatımızda yaşarız. Hiç beklenmedik vakaların vuku bulması ve içimizden gelen o ses vasıtasıyla bir takım işlerimizin gerçekleşmesidir.Düşünce sisteminde sezgiye önem veren Mevlana’ya göre sezgi, “güneşin ışıklarıyla beslenir; bizi hakikatin hisle, idrakle temas edilemeyen yönleriyle temas ettirir. Bergson da Mevlana gibi sezginin bir his olduğu hususunda ısrar eder.Yani nasıl güneşin ışınları bizim için hiç sönmeyen aydınlık ise sezgi de bizim ruhumuzu ve iç benliğimizi ışıklandırır. Böylece biz kalp ve idrakle birlikte olmayan bir sezgi düşünemeyiz. O halde sezgi, kalp ve idrakin birleşiminden oluşan bir yeti olabilir. Çünkü sezgide his ve idrak vardır.” (Ayşe Eroğlu, Henri Bergson’da Bilinç-Sezgi İlişkisi, Dergipark syf. 92)
Ve Edebiyat Nobeli. Yıl1927. Nobel Edebiyat jürisi Bergson’a giden ödülü şöyle gerekçelendirir: “Zengin ve hayat verici fikirleri ve bu fikirlerin sunulmasında kullandığı parlak yeteneği sebebiyle..” Nobel’den üç yıl sonra, ülkesi Fransa’da, Legion d’honneur (şeref nişanı) ödülü de pek haklı olarak gelir bulur Bergson’u.
1927’de Nobel’e uzanan Henri Bergson, ödül takdim gününe katılamaz. Akademi’deki törende, Fransa elçisi Armand Bernard aracılığıyla gönderdiği mektup okunur. Nobel konuşmalarını ayrı bir heyecan ve merakla bekleyen edebiyat severler, o yıl, yazarın heyecan ve mutluluğunu bu mektubun satırlarında ararlar mecbûren. Esasında şu satırların yazarı da bu emel ile işlemekte, kaleme ol arzuyla sarılmaktadır. Bu merakı yeniden kaşımak, Nobel konuşmalarının satır aralarını kurcalamak, bu büyük ediplerin, o günkü heyecanlarını, ince hislerini, coşkunluklarını taze güne taşımak… İnsanlığın durumu ve seyrine dâir endişelere, yer yer uyarılara, bugünlerde yeniden kulak kesilmek… O gün dile gelen hoşnutlukların, hoşlukların peşisıra iz sürmek… Ve elbet, metnin esrarı, satırlar, ediplerin incelikle gösterdiği, her iki yanı renk cümbüşü patikalar, yollar…
O hâlde, konuşmaya dönelim ve altını önemle çizelim bazı satırların:
“Bu ödül, idealistir. İdealisttir çünkü yüce bir ilhamın eseridir.” Bilindiği üzre, Nobel Vakfı, Alfred Nobel’in vasiyetinindeki isteklerine esas alarak kurulmuştur. Alfred Nobel’in hayali, nihâî arzusu, daha iyi bir dünyadır. Akademi de bu fikirler temelinde yürütür çalışmalarını. Ödüller, Alferd Nobel’in bu hayaline hizmet eder, her yıl yeniden. İnsanlık ancak; bilgi, ilim ve hoşgörü yoluyla gelişir Nobel’e göre. Henri Bergson’un mektubunda bahsetttiği idealizm budur, dolayısıyla ödül de bu yüce ilhamların kalıplara dökülmüş halidir.
“Nobel, tüm dünyanın entelektüellik bilançosunu belirler.” Bergson çok haklı. Tüm dünyada heyecanla beklenir Nobel ödülleri. Örneğin edebiyat ödülüyle buluşan yazar, o yıl edebiyat severlerin, kitap âşıklarının gözdesi olur, kitapları, rafları boylu boyunca süsler. Yazar için bu, fânî ömrün büyük bir fırsatı olur, nam şan başını alır yürür, dur durak bilmez. Her alanda, kaliteli insanları işaret ettiği için de entellektüelliğe dair bilonçoyu da gözler önüne serer elbet Nobel.
“19. yüzyıl mekanik icatlarda büyük bir gelişme kaydetti ve bu icatların maddi etkileriyle, insanlığın erdem seviyesinin yükseleceği varsayıldı. Halbuki tecrübeler bunun tersini gösterdi, bir toplumda meydana gelen teknolojik gelişmeler, o toplumu meydana getiren bireylerin erdemlerini yüceltmiyordu. İnsanların bertaraf edilmesi hususunda kullanılabilecek araçlar arttıkça, eğer ruhani bir özen ona eşlik etmiyorsa, bu artış tehlike yaratıyordu.” Bu paragrafta tüm berraklığıyla bir Henri Bergson resmi görmek mümkün. Büyük düşünürün bir hayat boyu verdiği mücâdele; çağrıları, uyarıları… Tüm uyarılara rağmen, araçlara eşlik etmeyen rûhânî özen, insanlığın esâreti, tehlikeler… Baş döndürücü bir hızla süregiden teknolojik gelişim ve tam aksine; insanlığın kamlumbağa seyriyle taşıdığı erdem, doğruluk, güzellik…
“İcat ettiğimiz makineler, doğal organlarımıza eklemleyebileceğimiz yapay organlardır aslında. Doğal organlarımızın işlevlerini artırıp, insanlığın bedenini genişletirler. Eğer bu genişlemeye ruhsal bir gelişme de eşlik etmezse, tüm denge kaybolur ve ortaya hem sosyal hem politik sorunlar çıkar ki bu sorunlar insanın yeni bedeni ile ruhunun orantısızlığı ölçüsünde büyür. Çünkü beden olağanüstü ölçülerde genişlerken, ruh başlangıçtaki halini korumuştur.” Ne acı ki organlara eklemlenenler; yapaylıklar; doğallığın bir parçası olamadı. İşlevler artmadı ve insanlık bedeni istendik ölçüde genişleyemedi. Genişlemeye ruhsal gelişmeler eşlik etmediğinden, sosyal ve politik sorunlar, işleri içinden çıkılmaz kıldı. Bergson bu mektubu kaleme alındığında Avrupa merkezli büyük dünya savaşı geride kalmış, milyonlarca insan sosyal ve politik anlayışsızlıkların kanlı çengeline takılmıştı. Bu satırlardan 13-14 yıl sonra yine Avrupa merkezli bir fâcia yaşanacak, yine milyonlarca insan siyâsî hırsların kurbanı olacaktır.
“Eğer kardeşlik yolunda büyük bir çaba sarf edilmezse, rekabetin kaybolmak bir yana, büyüme riski taşıdığını görüyoruz. Ruhlar arasında böylesi bir uzlaşmaya varmak, uluslararası karakteri bulunan, idealist bir kurumun doğal eğilimidir. Bu idealist çerçeve, medeni dünyayı, tamamen entellektüel bir bakış açısının şekillendirdiğini vurgular; bu bakış açısı eşsiz ve eşit bir zihinler cumhuriyetinin de temelidir. Tıpkı Nobel Kurumu gibi…” Vahşi kapitalizmin kamçıladığı arzular, rekabet, büyüme hırsı, kardeşlik yolundaki çabaları baltaladı, baltalamaya devam ediyor. Nobel ve benzeri kurumlarla, başkaca çabalarla; ruhlar arasında uzlaşma aramak, kardeşlik yolları açmak, dünyayı tamamen entelektüel bir bakış açısıyla şekillendirmek lâzım pek tabiî. İstendik güzellik, erdem ve doğruluk bu yüce çabaların ürünü olacaktır hiç kuşkusuz.
“Bu fikrin, ahlaki sorulara bu derece kafa yoran, diğer tüm soruların ahlaki sorulardan doğduğunu gören, politik problemlerin en büyüğünü ilk kez eğitim problemi olarak belirleyen İsveç gibi entellektüel bir ülkede doğması hiç şaşırtıcı değil. Nobel Kurumu’nun ufku, farkı anlaşıldıkça genişleyecek ve onun nimetlerinden faydalananlar, gün geçtikçe daha büyük minnettarlık duyacaktır. Başka hiç kimse bu durumun benim kadar farkında değildir.” Kardeşliği filiz filiz her yana taşıyacak fikirler, kötülüklerin kaynağı ahlâksızları firenleyecek entelektüel bakış, çözüm arayışları… Tüm sorunların kaynağı varsayılan ahlâkî sorunlara kafa yoran, bunu bir eğitim problemi olarak belirleyen kişi, kurum ve kuruluşlara ihtiyaç gün gibi âşikâr değil mi sevgili dostum? Aradan geçen bunca yıla rağmen, bu problem hâlâ tüm çözümsüzlüğüyle, çözüm masasında beklemiyor mu?
Yazarın, güzelim Türkçe’ye çevrilmiş pek çok eseri var elbet. Birazını kayda geçelim de kitap kurtları meraklansın. O kurtlar ki, kitaptan kitaba atlar, ondan ona konarlar. Öz toplarlar kendilerince. Dolaşır dururlar. Söz aramızda, azıcık da ayran gönüllüdürler bunlar. Şıpsevdi yâni. Ama masumdurlar, tüm bu sağa sola gelgitlerinde. Söz konusu kitapsa kusur saymaya kalkmamalı tabiî ki. Neylesinler, yazılı olanın kokusu, alır akıllarını başlarından. Evet, şu Bergson kitapları: Metafizik Dersleri, Gülme, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, Metafiziğe Giriş, Ruh Teorileri İnsan Ruhu ve Kişiliği, Yaratıcı Tekamül, Etik ve Politika Dersleri, Madde ve Bellek, Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri, Şiir Felsefesi, Düşünmek ve Olmak…
Bir de, sözün, arı duruysa, gider ulaşır, varması gereken yere. Bulur, kulak kesilecekleri. Pekâlâ bilemezsin, belki hiç oralı da olmazsın. Ben söyledim, nereye varırsa varsın, diyebilirsin. Ama senden ayrık, süzüp söylediklerin meşhurlaşmış, antolojilere sızmıştır bir kere. Bergson üstadımızın söyledikleri de o sözler cinsinden. İşte birkaç Bergson sözü, şuracığa kondurmakta fayda var elbet: “Ben yeryüzündeki hayatın bütün evrimini hayat hamlesinin bir çabası, ürünü gibi görüyorum. Bu çabanın amacı kendini olabildiğince maddenin kulluğundan kurtarmak ve sonuç olarak kendi özgürlüğünü yaşamaktır. Nitekim hayat hamlesi amacına hayvanlar silsilesinde ulaşamayınca, maddeyi yaratıcı bir bilince eriştirinceye kadar uğraşmış ve nihayet bu bilince, insanda bedenleşmiş bir özgürlük olarak kavuşmuştur.” “Zaman cömert davranırsa, her şey hayat için mümkündür.” “Kişilik kendi öz düşmanını kendi öz yuvasında barındırır.” “Felsefe, saf bir biçimde kendimize ve etrafımıza bakma kararımızdan başka bir şey değildir.” “İçinde yaşanılan an, geleceği kemiren geçmiştir.“
Bergson, çok erken dönemlerde insanlığın şuursuzca yöneldiği çıkmazları gördü ve ardınca çareleri yüreklice seslendirdi. Hiç şüphesiz o yıl (1927) Edebiyat Nobeli çok doğru bir adrese yollandı. Böylece yürekli bir ses yeniden yankılandı her yanda. İhtiyaçlar, gür bir sesçe, bir kez daha, kaleme, dile geldi. Geldi de ne oldu? diyebilirsin okur kardeşim. Kötülüğün her yana hemeninden gürültüsünü salmasına karşın; iyiliğin, ağır, fakat etkili işleyen sesi, yılmadan, duralamadan terkarlanmalı, sinmeli her kuytuluğa bilâşüphe. Ve göç vakti, her fânînin yolculuk anı. 1941 yılı. Bergson, hayatı ilk adımladığı Paris’te hayata gözlerini yumar. Elvedâ, kahır cevir âlemi… Ölümü hatırlatan bir Anadolu türküsüyle nihayetlensin şu kör topal satırlar vesselâm:
Bu dünyanın devranına
Aldanma gönül aldanma
Zilli çanlı kervanına
Aldanma gönül aldanma
Güldürür yüze devranı
Bir gün okutur fermanı
Bulaman derde dermanı
Aldanma gönül aldanma
Bilir misin neden nesin
Bir gün kesilecek sesin
Çürür cisminle kafesin
Aldanma gönül aldanma
Evden barktan geçeceksin
Ecel tasın içeceksin
Ne ektinse biçeceksin
Aldanma gönül aldanma
Gelmemişken ölüm cana
Ağla yalvar yana yana
Haktan yardım olsun sana
Aldanma gönül aldanma
Cafer sözünü kısa kes
Kemâlâta eyle heves
Menzil almaz tamah nekes
Aldanma gönül aldanma
(Tunceli-Cafer Baba-Nesimi Çimen)
Türkü dinlemek, seslerin büyüsüne kapılmak da ihtiyaç elbet dostum. Hem, durup, ince şeyler düşünmenin, türkü dinlemenin kime ne ziyanı olabilir ki? Haklısın yazar dostum diyenlerden isen, buyrun işte türkü, aziz kardeşim:
“Tüm sorunların kaynağı varsayılan ahlâkî sorunlara kafa yoran, bunu bir eğitim problemi olarak belirleyen kişi, kurum ve kuruluşlara ihtiyaç gün gibi âşikâr değil mi sevgili dostum? Aradan geçen bunca yıla rağmen, bu problem hâlâ tüm çözümsüzlüğüyle, çözüm masasında beklemiyor mu?” Kesinlikle öyle. İyilerin yolu açık olsun. Elinize sağlık