Yalnızlığa Serenat: The Banshees of Inisherin
Tarihe mal olmuş pek çok sanatçının üretim adına varoluşsal sancılar çektiği dönemler hep olmuştur. Bu dönemlerde genellikle yalnızlığı seçen sanatçılar, kendi içsel yolculuklarını tamamladıklarına inandıktan sonra büyük eserler vermişlerdir.
İşte Banshees of Inisherin’de kendi varoluş kaygılarını yaşayan ve öldükten sonra arkasında kendini ölümsüz kılacak bir beste bırakmaya çalışan Colm’un (Brendan Gleeson) artık sıkıcı ve arkadaşlığını vakit kaybı gördüğü Padraic’i (Colin Farrell) hayatından çıkarma çabasını ve bu çabanın trajikomik hikayesini görüyoruz.
Tiyatrodan sinemaya adım atan Yönetmen Martin Mcdonagh’ın 4 yıl aradan sonra çektiği film, 9 dalda Oscar ve 8 Altın Küre adaylığını hak eden son zamanların en iyi filmlerinden biri. Venedik Film Festivalinde seyircinin dakikalarca ayakta alkışladığı film, In Bruges’ün ardından 14 yıl sonra Colin Farrell ve Brendan Gleeson’ı tekrar bir araya getirmesinin yanında İrlanda Sinemasının başyapıtlarından biri olmaya da aday.
İrlanda anakarasına yakın küçük ve sessiz bir adada kız kardeşi Siobhan’la (Kerry Condon) yaşayan Padraic, günlük rutin işlerini tamamladıktan sonra her gün evinden taş duvarlarla çevrili toprak yoldan ve kocaman bir Bakire Meryem heykelinin önünden geçerek Colm’un evine yürür. Onu saat tam ikide alıp beraber bara giderler. Bu rutin sanki ömür boyu hiç değişmeyecek gibidir ama bir gün Colm onunla bara gitmez ve Padraic’e artık arkadaşlığından sıkıldığını, bundan sonra beste yapıp kemanını huzur içinde çalmak istediğini ve kendisiyle artık konuşmayacağını söyler.
Başlarda bunu 1 Nisan şakası zanneden Padraic, Colm’un eğer bir daha kendisiyle konuşursa her konuşmanın ardından bir parmağını keseceğini söylemesiyle arkadaşlıklarını sorgulamaya başlar. Eski güzel günlere tekrar kavuşmak adına bazı girişimlerde bulunsa da yaptığı her hareket olayın daha vahim sonuçlar doğurmasıyla tamamlanır. Adeta bir savaşa dönüşen bu toksik ilişki, Colm’un parmaklarına ve evine, Padraic’in ise çok sevdiği eşeğine ve kız kardeşinin kendisini terk etmesine mal olur.
Martin Mcdonagh’ın baştan sona metaforlara boğduğu The Banshees of Inisherin, insan duygularının kırılganlığını abartıyla işlerken kara komik, korkunç ve aynı zamanda yürek burkan bir ayrılık hikayesi sunuyor seyirciye. Öyle ki izlerken karakterlerin incir çekirdeğini doldurmayacak meseleler yüzünden kaybettiklerini görünce gülmek, ağlamak ya da şaşkınlıktan donakalmak arasında gidip geliyorsunuz. “Yok artık, bu kadar da olmaz!” dediğiniz yerlerde çok daha fazlasının yaşandığını görmek seyircide bir tedirginlik oluştursa da filmin tamamına hâkim olan monotonluğun getirdiği karamsarlık kara mizah sayesinde ustaca yoğruluyor.
Colin Farrell’e En İyi Erkek Oyuncu Oscar adaylığı getiren Padraic karakteri, çok akıllı olmayan, özünde iyi kalpli, kibar biri olmasına rağmen küçücük adada bir hafta içinde arkadaşını, kız kardeşini ve eşeğini kaybedince bu kayıpları kabullenemeyip kendisinden beklenmeyen işlere başvuran bir tip. Arkadaşlığı uğruna arkadaşını öldürmeye teşebbüs etmesi gibi içinde ironi barındıran işlere kalkışması, beraber yaşadığı kız kardeşinin gidişine ne kadar üzüldüğünü gösterememesi, hissettiği yalnızlık ve acıyı dışa vuramaması Colin Farrell’in seyirciye başarıyla aktardığı duygular.
Filmin önemli başarılarından biri, az oyuncuyla çok başarılı oyunculuklar barındırması. Colin Farrell’in En İyi Erkek Oyuncu Oscar adaylığının yanında Colm karakteriyle Brendan Gleeson ve Dominic karakteriyle Barry Keoghan En İyi Yardımcı Erkek Oscarı’na adayken Siobhan karakterine hayat veren Kerry Condon ise En İyi Yardımcı Kadın Oscarı’na aday.
Filmin ana temasına hayat veren Brendan Gleeson (Colm), film boyunca başarıyla sergilediği “anlamsız” sıkıntıları, varoluş kaygıları ve yalnızlığa özlemiyle harika bir iş çıkarırken Padraic’in kız kardeşi rolündeki Kerry Condon (Siobhan) ise akıllı, okumuş, kültürlü ve adadaki sıkıcı monotonluktan kurtulmaya çalışan yalnız kadın tiplemesiyle oldukça başarılı. Filmde neredeyse rengarenk giyinen tek karakter olması da yönetmenin onun kimliğine yaptığı önemli vurgulardan biri.
Bu arada “Adanın Delisi” rolüyle kısa ama başarılı oyunculuğu ile genç yaşta önemli bir Oscar adaylığı kazanan Barry Keoghan da övgüyü hak ediyor.
1923 yılı İrlanda İç Savaşı günlerinde geçen bir hikâyeyi işleyen The Banshees of Inisherin, arka fonda anakaradan duyulan top sesleri, aynı iç savaşta olduğu gibi kardeş kavgasına sahne olması ve bunun sonucu acı kayıplara yer vermesi, Colm ve Padraic’in kapılarının birinin kırmızı diğerinin yeşil olmasına kadar pek çok göndermeye sahip. Yönetmenin kendi ülkesinin tarihine dolaylı yollarla yaptığı bu göndermeler, filmin İrlandalı kimliğinin de önemli bir parçası.
Sinematografi adına harika görüntüler barındıran film, ışık ve müzik kullanımıyla da oldukça başarılı. Dostluk üzerinden insana hayata niçin geldiğini ve hayatta bir amacı olup olmadığını sorgulatırken Colm’un “İyi bir insan olup unutulmak mı yoksa kaba olup arkanda ölümsüz işler bırakmak mı?” sorusuna da absürt bir komiklikle cevap arıyor. Kısacası sade bir hikâyenin insan ruhuna nasıl dokunduğunun epik bir anlatımı The Banshees of Inisherin…