Kerim Arda

Elvis Yaşıyor Hâlâ

Okuma süresi: 4 dakika

Daha önce hayalini kurduğum, düşlerini gördüğüm yerlere, hiç de beklemediğim bir şekilde gelmiş bulunuyorum. Geldim, ve sanki, koca bir ülkeyi içine alan dev bir millî parkın ya da müzenin içinde yaşıyor gibiyim. Bol oksijenli ormanların pastoral manzarası, etrafı bürüyen yayla havası, zarif bir şekilde ciğerlerime ve gözlerime dolup duruyor.

Böylesine göz alıcı bir iklimde, böyle güzel köy, kasaba ve şehirler içinde, kader beni, Elvis’in yaşadığı Friedberg ve Bad Neuheim’a bırakıverdi. Her iki şehirde de ona dair izler ve işaretler mevcut. Gençliğimin havadar günlerinde, “Jailhouse rock” mıydı, onu ilk kez dinlediğimde, ‘Araba kullanırken ne güzel gider,’ dediğim Elvis, bir anıt, bir âbide olarak karşımda duruyor şimdi.

Meğerki askerlik için gelmiş buraya. O gün, kadınların ağırlıkta olduğu kalabalık bir hayran kitlesi tarafından karşılanmış. Asker olmasına rağmen Bad Neuheim’da Hilbert’s Parkhotel’e yerleştirilmiş. Yanında ailesi, müzik grubu ve sekreterinin olmasına da izin verilmiş. Yıl 1958; bir nevi özel muamele yapılmış kendisine. Öyle ya, kitleleri deniz dalgaları gibi titreten “Rock’n Roll’ın Kralı”dır gelen.

Daha on dokuz yaşında yaptığı ilk şarkı kaydından sonra birden bire parlamış ve dünyada belki de hiçbir sanatçının sahip olamayacağı bir şöhrete kavuşmuştur. Sesi, tipi ve müziği efsanedir. Gazeteler ondan bahseder. Radyolar onu çalar. Evlerin ve odaların duvarlarından berber camlarına, dükkân vitrinlerinden panolara kadar her yerde o vardır. O, her millete akraba olmuştur bir nevi.

O güne kadar siyahilere has olan rock müzik, dünyaya onunla yayılmış ve artık en başta onunla anılır olmuştur. Hâlbuki bu tarzın zirvesinde “Chuck Berry” ve “Little Richard”  gibi siyahi devler vardır. Rock’n roll’ın efsane şarkıları olarak Berry’nin “Johnny B. Goode”ı ve Richard’ın “Good Golly Miss Molly”si ve “Tuttu Frutti”si o yılların fırtınasıdır. İşte, Elvis, bu fırtınayı kasırgaya çeviren süper stardır.

Yeniden ses olduğu ünlü şarkılar bile, sanki bir hayat üflenmişçesine asıl ününe onunla kavuşur. Kavuşur ve o güne kadar süregelen katı siyah beyaz ayrımcılığını da kırar. Belki şöyle de denilebilir, müzik şirketleri ve yapımcılar, güçlü siyahi starlara alternatif birinin, üstelik son derece yakışıklı bir beyazın çıkmasını büyük bir fırsata çevirmiştir onunla.

Bu dönem, Elvis’in olduğu kadar The Beatles ve Tom Jones gibi efsanelerin de dönemidir. İkinci Dünya Savaşı bitmiş, soğuk savaş başlamıştır. İki büyük savaşı geride bırakan ehli dünya için, derin acıların unutulması, açık yaraların sarılması gerektir. Böyle olunca, bu hareketli müzik, tam da zamanında imdada yetişmiştir.

Bunda en büyük pay Elvis’indir tabii. O, şöhretini hâlen sürdüren bir yıldız olarak, saçıyla, favorileriyle, müziğine uygun o dikkat çekici giyimi ve hareketleriyle bugüne kadar gelen bütün şöhretleri etkilemiş ve etkilemeyi sürdürmektedir. Ülkemizde Cem Karaca, Barış Manço, Erkin Koray ve Erol Büyükburç’a biraz olsun bu gözle bakılabilir.

İşte bugün, sokaklarında dolaşma bahtiyarlığını tattığım bu iki Alman şehrinde, onun özellikle yaşatılıyor olması, sadece turistik bir kazanç vesilesi değil, sevgi kaynaklı bir övünç ve gururdur biraz da. Çünkü o efsane kral, buralarda nefes alıp vermiş, buralara izler düşürmüştür, yetmez mi?

Bugün Friedberg’te, yer yer önünden geçtiğim tarihi kışlanın girişindeki iki pano, kavşaktaki anıt, Kaiserstrasse’deki alan ve trafik ışıklarındaki Elvis figürleri, Bad Neuheim’da konakladığı Grunewalt Hotel ve adına düzenlenen festival, bu övüncün nişaneleridir. Henüz burada yaz görmüş değilim; ama belki bu yıl bana da kısmet olur Elvis’i anmak ve adına düzenlenen festivali yaşamak.

O, müzikle bunca bütünleşmiş ve ömrünü ona adamış bir ikon olarak, zirvesine çıktığı dağın eteğine de inmiştir; lâkin zihinler kötü fotoğrafları siler, sürekli güzel karelere odaklanır. En ideal görünümünde saklar sevdiklerini. Belki de böyle gerektir. İşte, buralardaki Elvis, bizdeki Elvis’tir. Tıpkı abıhayat içmişçesine genç, karizmatik ve güleç.

Fotoğraflarına bakıyorum. Sanki her biri tarihe not düşercesine özenle çekilmiş. Giydiği askeri üniforma, muzaffer bir komutan edası vermiş ona. Onunla aynı kareye giren evler ve sokaklar da şanslı; çünkü hatırasına saygıdan olsa gerek, iyi korunmuşlar. Özellikle “Burgpforte,” onunla “A Big Hunk O’ Love” single’ının kapağında yer alarak dünyaca tanınma bahtiyarlığına ermiş. Az şey mi?

Evet, Elvis yaşıyor hâlâ. Ve sanki, bir köşeden çıkıverip de, “Always on my mind,” bak işte burdayım, deyip gülümseyecek gibi. Ya da bana öyle geliyor işte. Onun, yalnızca şarkıları ve fotoğrafları mı var sanıyorsunuz? Hayır. Bir de güzel sözü var sevenlerine: Şarkısız bir gün, yaşanmış değildir. Yaşamınızda müzik yoksa arkadaşınız da yoktur. Şarkısız yolculuk bitmez. Ben de hep şarkı söylüyorum. Kendim için, sizler için.”

Evet, şu ibret dolu hayatta Elvis, herkesin bir şarkısı vardır, diyelim biz de.

Not: Bu yazı ülkemizde yaşanan acı depremden evvel yazılmıştı. Depremde ben de yakınlarımı kaybettim, ailem çadırda yaşıyor. Ölenlerimize rahmet, geride kalanlara sabır diliyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *