Bahar
Övülünce nasıl da kurum kurum kurulursun bahar. Rüzgârınla kıpır kıpır edersin yürekleri, o sarı yüzün bir gülerse maviliklerden aşağı uyandırırsın beni. Beni işte, toprağı.
Uyanmış yüzüme boşalttığın bitevi yağmurlar gelir sonra. Döşüme döşüme akar da kurumuş bedenimden yeşilinden bir yanardağ kudurtur. Sarar dört yanı. Ağaçlar tomurcuk açar, çiçekler patlar her yandan. Yeşil bir elbise giydirir.
Sonra uzakları kanatlarında taşıyan iki göçmen kuş tüner şu ağacın dalına. Orayı bir mevsimlik yurt eder kendine, yuva kurar. Okulu kıran veletler, kikir kikir kızlar geçer dalların altından.
Az ilerde toplanmış dört orta son talebesi. Birşeyler konuşurlar. Duygular gökkuşağı. Kravatı gevşek, gömleği iki düğme açılmış olanda lâci bir ısrar.
“Hadi be oğlum, kırk yılın başı.”
Saçları dağınık, kravatı toplu olan gri. İsteksiz.
“Dersim var benim. Sınava şurda ne kaldı. Hem alamam arabayı, yakalanırsak” der, “ciddi manada sıkıntı olur.”
Bu manaya ciddiyet, sıkıntıya yük ağır cümle oturmaz oğlanın ağzına. Bir beden büyük gelir.
Arkada hafif şişman olanının yüzünde kızıl gülücükler açmış. Yanındakine fısıldıyor.
“Kızlar da gelecek mi?”
Bir diğeri sıska. Pantolonu düşmesin diye kemerine fazladan iki delik açılmış. Ağzı şimdiden köpük sarısı.
“Ben nevaleyi ayarladım.”
Veletler birbirine bakar. Dört kafadan dört fikir gömerler bağrıma.
Bir kelebek kanat çırpar, arı vızlar, taze yaprakları ıslık çalar kavak yelinin. Kış boyu içerden ezan okumaya alışmış müezzin, minareye tırmanmaya başlar aldırış etmeden bacağının siyatik ağrısına. Önünde uzanan billur mavilik nefes nefes dolar ciğerine. Hicaz bir ikindi kopar derinden. Saçı dağınık olan camiye girer kravatını bu kez gevşeterek. Boğazda saf tutmuş balıkçılar birbiri ardına atarlar oltaları. Bilirsin, mevsimidir. İzmarit, kalkan, tekir, lüfer. Oğlanlar uzakta gözden kaybolur.
Yarı beline kadar sarkmış gündelikçi kadınlar temizliğe girmiştir. Cam silerler. Akşama ağlayacak bulutlara inat. Şişman bir silüet akar apartman girişine, okul bezgini. Tabloda asılı genel kurul ilanı. Aidatlar artırılır. Tamirat, tezyinat masrafları. Altın günlerinde sana övgüler. Yazlığa geçmeden tadını çıkarmak ister teyzeler. Salatalar, kepekli tostlar… Gazetelerde yılın diyetleri.
Uzaklarda bir kırsalda nasırı yeni iyileşmiş iki koca el bel tutar. Nice talihsiz solucanı ikiye ayırır böğrüme girip çıkan keskin demir. Üstün aldığı havadan biraz da alt nemalanır. Tohumlar ekilir. Bir hayvanın benden alıp can ettiği artık, gübre diye serpilir.
Sıska bir oğlan, dede der, ben geldim. Tek çeşitle yetinilen yer sofrasından kanaat, kulağından tutulduğu gibi kaldırılır. Torun gelmiştir. Dolapta, kafeste ne varsa indirilir. Tabak tabak taşınır sofraya. Güz başında küçük bir ordu gibi yanaşık düzen sıralanmış konservelerden artık son sayan birkaçı kalmıştır. Yeni mahsülle yeniden dolacaktır.
Sen tanırsın bunları bahar. Tâzim ehlidirler. Öyle ki, senin kurumlu havalarını bile mübarek diye çağırırlar.
Bu sene don yapmadı mübarek. Nazar değmesin iyi gidiyor mübarek. Hiç kızdırmadı mübarek…
Ve sonra birgün…Güneşli bir pazar sabahında bağrıma gömülü üç fikir yeşerir.
Elinde mangal taşır biri boyundan büyük. Koltuğunun altında yokluğunun hiç fark edilmeyeceği, esnaf babasının abonesi olduğu sararmış bir gazete. Bir diğeri siyah poşette taşıyor sırrını kendinden ağır. Sallandıkça şakır şukur ediyor. Kızlar, annelerine bıraktıkları beyaz yalanlarla geliyor arkalarında. En arkada senin baştan çıkardığın fikri kurumuş oğlan ürkekçe yaklaşıyor arkadaki kıza.
“Merhaba, Ben Toprak”
“Ben Bahar”, diyor kız lafı incitmeden.
Oğlan gülümsüyor. Kız soruyor. N’oldu, neden güldün?
“Ciddi manada güzel isim.”
Merhaba, hikayenin son diyalogları cidden güzel. Bir de Gülbahar ismini düşündüm, o, daha da mı güzel🥰