Beyaz Evler Rüyası
Sedirden “Hay” dedi doğruldu. Pencere yarım açık, ezan şehadet şehadet odaya dolmuş, çağrı gelene kadar çatıdan çatıya sıçrayan bir kedi gibi rüyadan rüyaya sıçramıştı. Öğle uykusu şehrin adetindendi. Güne erkence başlanır. Güneş tepeye çıkıp sahrayı kavurmaya başladığında evlere çekilinir. Adına kaylule dedikleri bu kısa, sıcak uykuyla beden dinlendirilirdi. İhtiyar, öğlenin bu el etek çekilmiş saatini ekseri ders çekerek geçirse de bugün nasıl olduysa bir derin uykuya dalmış. Vakit ikindiye dönene kadar rüyadan rüyaya dolaşmıştı. Abdestliğe seğirtti. “Ah Hamdi efendi Ah” dedi. Ezanın İllallah’ı Hamdi Efendi’nin ah’ı üzerine geldi. Abdestini aldi, peşkir ile kurulanırken evin alt katına indi. Sokağa açılan yeşil dış kapının önünde küçük torunu bekliyordu. Takkesini ‘Hu’ dedi düzeltti. Elini cebine atarmışcasına yerinden emin, torununun minik elini yakaladı. Aralarında sessizlikle imzalanmış bir anlaşma gibi senkron tuttu. Aynı anda, aynı hızla, aradaki altmış yılı kapatan iki sol ayak evin yeşil kapısından dışarı bastı.
Sokaklar güneşin ihtiyarladığını anlamış bir düzine coşkun uğultuyla dolmuştu. Sıcağın kudurttuğu taş yollara, güneşte kalmış bir hortumun içinden sıcak sular serpiliyor, etrafı saran bu yalancı toprak kokusu ile Mart aylarını hatırlayan sokak kedileri miyavlardan senfoni kuruyordu. Hamdi Efendi içindeki darı geniş kılacak bir manzara bulamadı. Torunun minik elini sıkı sıkıya tuttu. Gözünü avına dikmiş bir şahin gibi ilerdeki camiye dikti. Hızlı adımlarına ayak uyduramayan torunu kolunda poşet gibi sallanıyordu. O farkında değildi.
Torunları içinde en düşkün olduğu bu küçüktü. Ona hiç kıyamazdı. Şimdi bu badireleri nasıl atlatacaktı. Kızını çok istemediği halde camide sık gördüğü bir delikanlıya vermiş, gel gör ki torun torba ile dolan ev damada çalışma azmi değil, kesûlet getirmişti. Camiyi, cumayı da bırakan damat evde bir o koltukta, bir bu kanepede vakit öldürür olmuştu. Kızına sabır telkin edip iyi yönden bakmasını istemişti. Hatta bir defasında ‘hiç olmazsa çoluk çocuğunun başında bir erkek bulunsun’ deyivermiş, kızından ‘sen varsın ya baba’ demesini umarken kızının ‘aha işte erkek’ diye küçük torununu öne sürmesine biraz da kırılmıştı. Gün gelmiş çatmış, mahkeme boşanma davası için bugüne duruşma koymuş. ‘Sen de gel’ ısrarlarına, sözü ezilen İhtiyar ‘ben gitmem, oğlanı da bana bırakın’ diye sitem koymuştu.
Hamdi Efendi ‘beyaz evler’ diyarında, nizamla döşenmiş taşlı yolları süpürürcesine geçti. Sıra sıra dizilmiş dericilerin sokağa taşmış yağlı kokusu burnuna değmeyecek bir hızla Kral Hasan Camii’ne vardı. Dükkanlarda Melik Hasan’ın büyük küçük çeşitli fotoğrafları asılıydı.Belde halkı gerçek duygusunu içinde saklar, ama dışarıya Kral’ın en büyük ya da en çok fotoğrafını asarak ‘sevgi’den bir emniyet çemberi kurardı.

Ihtiyar camiye vardı. Hüsranda olan insanı geride bırakıp Asr’a niyet etti. Torununu saf düzenini bozmasın diye iyice yanına çekti. Imama uydu, namaza durdu. Rüzgarın Atlas okyanusundan taşıdığı iyot kokusu, açık kalmış güney kapısından camiye doldu. Taş avluda pişmanların, tövbekâr nedmânların iyimser merhametle yemledikleri etli güvercinlerden birkaçı havalandı. Hesaplar, kitaplar, unutulanlar, hatırlananlardan oluşmuş bir bulut cemaatin üstünü kapladı. Namaz bir dinginlikle selamlandı. Tesbihini huşuyla çeken Hamdi Efendi ellerini kemal-i edeple kaldırıp duasına başladı. O ara gözü cami saatine takıldı. Mesai bitmiştir herhalde diye bıraktığı dünyayı camiye çağırdı. Torunun elinden tuttu, aynı yollardan bu kez aheste bir yavaşlıkla evine doğru yöneldi. Mahkeme ilk celsede bu işi bitirmezdi. Ortada çoluk-çocuk bunca yaşanmışlık varken belki bir daha düşünmeleri için biraz süre de, onlar verirdi. Düşündükçe adımları daha da ağırlaştı. Hemen ilerde, mahallenin dar sokaklarının açıldığı ana caddede yerlilerin adına ‘petite taxi’ dedikleri bir araba durdu. Hamdi Efendi dikkatle baktı.Küçük torun ‘ablamlar’ diye kıpraştı. Ön kapıdan babaları, arka kapıdan iki kız torunu yarı ağlar yarı inler şekilde indiler. Hamdi Efendi kızını göremeyince tek celsede durakaldı. Neden sonra adımlarını sıklaştırdı. Damada seslendi.
Hayırdır?
Zembereği atmış yay gibi kızlar ‘Ah dede, sorma başımıza gelenleri’ diyerek ahlanmaya başladılar. Hamdi Efendi derinden bir ‘La havle’ çekerek ‘Nerde kızım anneniz’ diye sordu.
Bu kez damat dağınık bir kakafoniyi bitiren karar notası gibi bir sesle ‘İçeri aldılar’ dedi.
Hamdi Efendi boşanma davasına giden bir kadın neden içeri alınır diye sormadı. Kafasını iki yana tüm bu anlamsızlıkları barındıran soru işaretleriyle salladı.
Hakimin neden boşanmak istiyorsunuz sorusuna Hamdi Efendi’nin kızı heyecanla kendini kaptırmış.Kocasının tembelliğini anlatırken “Bu adam hiçbirşey yapmıyor. Evde kral gibi yatıyor” deyiverince mahkeme buz kesmiş. Terfi bekleyen hakim sinirden köpürdükçe köpürmüş, dava ‘Yüce Krala hakaret davasına’ dönüşmüştü.
Kızlar feryat figan önden yürürken, arkada şaşkın bir sessizlikle damat, hiçbirşey anlamamanın rahatlığıyla minik torun ve gözleri gökyüzünde ‘herşeyin hayırlısını istemeliydim’ diyen suçlu bir sükunet onları takip ediyordu.