Fatih Yıldız

Adalet Yoldan Çıkarsa: The Trial of the Chicago 7

Okuma süresi: 4 dakika

Küresel salgın yüzünden sinema dünyasının içinde bulunduğu kriz her geçen gün artarken 2020 yılı ne yazık ki kaliteli yapımların hayli az üretildiği kısır bir yıl olarak tarihe geçti.

Yaşanan bu olumsuzluklara rağmen Oscarlı senarist ve yönetmen Aaron Sorkin‘in senaryosunu yazıp yönettiği The Trial of the Chicago 7 adlı film hiç tartışmasız 2020 yılının en iyi filmi. Eleştirmenler tarafından gelecek senenin pek çok dalda Oscar adaylığı almasına kesin gözle bakılan film, tam bir başyapıt.

Hollywood’un önemli bir türü sayılan mahkeme sinemasının unutulmaz örnekleri arasına şimdiden giren film, Amerikan hukuk tarihinin kara sayfalarına geçmiş, gerçek bir olayı anlatıyor.

Aslında on yıldan fazla bir zamandır Steven Spielberg’in çekeceği söylenmesine rağmen en sonunda Aaron Sorkin’e nasip olan Şikago Yedilisinin Yargılanması, Oscarlı ve bol ödüllü yıldızlarıyla da dikkat çekiyor.

Halen vizyonda olan Borat’tan tanıdığımız komedyen, Emmy Ödüllü Sacha Baron Cohen; Oscarlı Michael Keaton, Eddie Redmayne ve Mark Raylance‘ın yanında yine Emmy Ödüllü Jeremy Strong, Yahya Abdul-Mateen II ve usta oyuncular Frank Langella ile John Carroll Lynch filmde boy gösteren yıldızlar.

Filmin konusuna gelince 1968’de Amerika, Vietnam savaşında pek çok kayıp vermeye başlamış ve kayıplar arttıkça savaş karşıtı gösteriler de ülke çapında yayılmıştır. 1968 ağustosunda Demokrat Parti Ulusal Kongresi’ni fırsat bilen aktivistler, Şikago’da bir araya gelip savaş karşıtı barışçıl bir protesto etkinliği düzenlemeye karar verirler.

İçlerinde farklı görüşte olmalarına rağmen savaş karşıtlığında birleşen pek çok grup yer almaktadır. Defalarca yetkililerden gösteri için izin istemelerine rağmen gerekli izinleri alamayınca bir parkta çadır kurup protestolarını orada yapmaya karar verirler.

Protestocuların aralarına sızan FBI ajanları, provakatörler ve aşırı şiddet uygulayan polisler yüzünden olaylar çığrından çıkınca ortalık karışır.

Yeni başkan seçilen Nixon hükümeti, tepki çeken Vietnam politikası yüzünden hem muhaliflerine gözdağı vermek hem de iktidarının gücünü göstermek adına, protestocu aktivistlerin yedi lideri hakkında daha önce hiç uygulanmamış “Kargaşa yaratmak amacıyla eyalet sınırlarını aşıp fedaral suç işlemek” ithamıyla dava açar.

İşte bu dakikadan sonra Amerikan hukuk tarihinin en kara sayfalarından biri yazılmaya başlanır. Savcı bizzat adalet bakanı tarafından sıkıştırılır, mahkemeye yandaş ve tamamıyla kanun dışı hareket eden bir hâkim atanır, jüriye baskılar uygulanır, sahte deliller, yalancı tanıklar ve akla gelebilecek her türlü kanunsuzluklarla dava bitirilmeye çalışılır.

Özellikle Hâkim Hoffman’ın (Frank Langella) mahkeme boyunca sergilediği taraflı ve hukuksuz tutum karşısında avukat ve sanıkların çaresizce yaptığı savunmalar mahkemedeki gerilimi artırırken,  adaletin bu kadar nobranca suistimal edilmesi, izleyicide de ciddi bir tepki meydana getiriyor.

Avukat Kuntsler rolündeki Mark Rylance‘ın tüm bu adaletsizlikler karşısında sakinliğini korumaya çalışarak yaptığı savunma replikleri gerçekten de oldukça başarılı ve Aaron Sorkin’in kaleminin gücünü gösteriyor.

Özellikle Bobby Seale’ın (Yahya Abdul-Mateen II) mahkemede savunma hakkının hiçe sayılarak polisler tarafından zincirlenip konuşmaması için ağzının bantlanması sahnesi, insana “Yuh artık!” dedirtse de hadisenin gerçekten mahkemede yaşanmış olması ürkütücü ve hatta korkutucu bir gerçek.

İki saatten fazla sürmesi ve olayın büyük çoğunluğunun mahkemede geçmesine rağmen seyirciyi ekran başına kilitleyen başarılı bir film Şikago Yedilisinin Yargılanması.

Dönemin şarkılarını kullanmaktansa Daniel Pemberton’un bestelediği muhteşem bestelere yer veren film, bu alanda da ayrıca övgüleri hak ediyor.

Bilinçli bir seçimle sanıkların yargılanmasına sebep olan protesto ve şiddet olaylarını başta göstermeyip seyirciyi hep merak içinde tutan Sorkin, parça parça ve her bir sanığın gözüyle adeta bir yapbozun parçalarını birleştirerek işlediği filmde tam bir ustalık gösteriyor.

Despot hâkim karşısında yaptıkları espriler ve alaycı tavırlarıyla filmin ciddiliğini güzel bir ironiye dönüştüren Abby Hoffman (Sacha Baron Cohen) ve Jerry Rubin (Jeremy Strong) ise sergiledikleri performansla alkışı hak ediyorlar.

Siyahi Bobby Seale’a mahkemede yapılan eziyet insana George Floyd‘u hatırlatırken otoriter ve hukuk tanımayan hâkim tiplemesi de Trump‘la paralellik kurdurmuyor değil. Özellikle başkanlık seçimine birkaç günün kaldığı şu günlerde Sorkin’in karakterler üzerinden politik yaklaşımını sergilediği de söylenebilir.

Filmde Amerikan bayrağı taşıyan kıza savaş taraftarları tarafından saldırılması, olayları bir stand-up gösterisinde espriyle anlatan yine Amerikan bayrağı motifli bir gömlekle karşımıza çıkan Abby, Vietnam’da ölenlerin isimleri okunurken ya da milli marş çalındığında herkesin ayağa kalkması gibi sahneler filmin önemli politik göndermeleri…

Liberal olmasının yanında vatansever olarak da bilinen Sorkin’in filmin sonunda yapılan tüm haksızlıkların sebebi olarak Amerikan sistemine hâkim olan güçleri değil de yönetme hırsına kapılmış birkaç idareciyle despot ve biraz da ahmak olarak bize gösterdiği hâkime bağlaması ise filmin belki de en önemli zaafı.

Filmin sonunda mahkemenin vardığı sonucun söylenmeyip önemsenmemesi, aslında mahkemenin bir tiyatro olduğunun gayet güzel vurgulanması ve seyircinin sanıklar hakkında verilen cezaları geçen yazıyla öğrenmeleri de tam bir altın vuruş niteliğinde.

Yazıyı filmin özünü anlatan yine filmden bir cümleyle bitirelim: “Yaptıklarımızdan dolayı değil, kim olduğumuzdan dolayı yargılanıyoruz.”

Fragman:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *