Fatih Yıldız

Düşmanla El Sıkışmak: Oslo

Okuma süresi: 4 dakika

Dünyanın çözüme ulaşmamış en eski siyasi sorunlarından biri olan Filistin-İsrail anlaşmazlığı, ardında her geçen gün nice kayıp masum hayatlar bırakarak sürüncemede kalmaya devam ediyor.

Birbirine düşman iki halkın 1993’te bir masa etrafında bir araya gelip ilk defa belirli konularda anlaştığı “Oslo Anlaşması” daha önce HBO tarafından “Oslo Günlükleri” adıyla bir belgesel olarak yayınlanmıştı. Şimdi de aynı konu yine HBO tarafından “Oslo” adında bir politik filmle karşımızda.

Oslo, Tony Ödüllü aynı adlı tiyatro oyunundan uyarlanmış bir film. Gerçek olay ve kişilere dayanıyor. Yönetmenliğini Bartlett Sher‘in yaptığı filmin yapımcıları arasında Steven Spilberg de bulunuyor. Yönetmen Bartlett, New York Times’ın “opera dünyasının en özgün ve heyecan verici yönetmenlerinden biri” diye tanımladığı bir isim, bu başarıyı Oslo’da da gösterdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Filmin iki yıldızından biri karşımıza Norveçli bir politikacı Mona Jull rolüyle çıkan Ruth Wilson. Özellikle The Affair dizisiyle büyük sükse yapan Wilson, Oslo’da da kaliteli oyunculuğuyla alkışları hak ediyor.

Diğer yıldız Andrew Scott ise bir düşünce kuruluşunda çalışan ve Mona Jull’un kocası Terje Rodlarsen rolünde. Scott’ı Black Mirror‘dan  ve özellikle Fleabag‘deki rahip rolüyle seyirciler hatırlayacaktır.

Filmde özellikle İsrail yapımı Fauda dizisinden pek çok oyuncuyu da görmek mümkün, bunun yanında Filistinli politikacıları oynayan Salim Daw ve Waleed Zautier de başarılı performanslarıyla filme ciddi katkıda bulunan oyuncular.

Filmin konusuna gelince; Oslo, 1. İntifada sırasında yaşanan acı olayları bizzat yerinde görüp birbirine düşman iki halkı bir masa etrafında en azından konuşmaya ikna etmeyi amaçlayan karı-koca iki Norveçlinin inanılmaz çabalarını ve bunun sonucunda tarihe Olso Anlaşması olarak geçen süreci ele alıyor.

Daha filmin açılış sahnesinde yönetmen bizi adeta bir cehennemin içine alarak yapılacak işin zorluğunu özellikle anlatmak ister gibi. Etraf bombardıman sonrası toz duman içinde, protesto gösterileri yapan Filistinliler İsrail bayraklarını yakarken atılan taşlara karşılık göz yaşartıcı bombalar yağıyor. Kahramanımız Mona (Ruth Wilson) gördüğü dehşet karşısında travma geçirmiş bir halde ve görüp yaşadıkları onu o kadar etkiliyor ki sık sık uykularından kabuslar görerek uyanıyor.

Kocası Terje (Andrew Scott) ise film boyunca hep hüzünlü bir sararmış sonbahar yaprağı renginde gösterilen Kudüs’ün kadim sokaklarında yürürken birden arka fonda capcanlı renkleriyle Mescid-i Aksa görünür.

İkiliyi daha sonra iki düşman tarafın çatıştığı bir ortamın tam göbeğinde buluruz. Bir taraftan yağan taşlar ve onlara cevap niteliğinde uçuşan mermiler etraflarında kol gezerken bir süre sonra bu arada kalmışlığın bir yansımasını barış görüşmeleri yapılırken tekrar görürüz.

İsraillilerin Filistinlileri terörist, Filistinlilerin de İsrail Devletini gayrımeşru işgalci olarak gördüğü bir ortamda iki tarafı bir masa etrafında buluşturmak neredeyse imkansızdır. Özellikle İsrail Devletinin FKÖ’yü ( Filisitin Kurtuluş Örgütü) terörist bir örgüt olarak görüp kanunen bu örgütle yapılacak her türlü teması suç kabul etmesi de durumu oldukça zorlaştırmaktadır.

Mona ve Terje tüm bağlantılarını kullanıp sonunda gayrıresmi olarak iki tarafı bir araya getirdiklerinde ise FKÖ temsilcisi Ahmed Qurei (Salim Daw) “Hayatımda ilk defa bir Yahudi’yle konuşuyorum.” derken şaşkınlığını saklayamaz.

Taraflar bir araya gelip konuşmaya ve birbirlerini tanımaya başladıkça zor da olsa anlaştıkları bir metin şekillenmeye başlar. Birbirlerine karşı duydukları kin ve şüphe zamanla yerini karşılıklı tavize çevirir çünkü her iki taraf da onlarca yıldır süren bu savaştan yorulmuş ve yıpranmıştır.

İsrailliler “Avrupa’da bize Nazi diyorlar.” şaşkınlık ve hayal kırıklığını yaşarken Ahmed Qurei’nin “Halklarımız arasında uçsuz bucaksız bir okyanus var. Bizden önce geçmeye çalışanlar ya geri döndüdüler ya da boğuldular. Birbirimizin kıyısına ilk adım atan biz olalım.” sözleri aslında tarafların yaşadığı sıkışmışlığı anlatma adına filmde vurgulanan önemli diyaloglardan biri.

Tarafların taviz vermeye yanaşmayıp bir ara masayı terk etmeye kalkmaları üzerine Mona’nın söylediği “50 yıldır savaşıp birbirinizi öldürüyorsunuz. Anneleriniz, kızlarınız, oğullarınız öldü ve hiçbir şey değişmedi. Bu savaştan dünya ellerini yıkadı çünkü sizin değişeceğinize inanmıyor. Kimse artık size yardıma gelmeyecek. Bu artık size kalmış.” sözleri de aslında iki halkın anlaşmazlıklarını ancak kendilerinin çözebileceğinin en önemli tespiti.

Oslo, büyük oranda kapalı ve karanlık mekanlarda geçen sahneleriyle seyirciye ortamdaki sıkıntı ve gerginliği aksettirmeye çalışırken özellikle Kudüs’te geçen her sahnenin koyu sarı tonlarla gösterilmesi de coğrafyanın üzerindeki hüznü vurgulamak için özellikle tercih edilmiş gibi.

Bu arada görüşmelerin yapıldığı malikanenin hizmetçisinin yemek için hem Yahudi hem de Müslümanlar tarafından haram kabul edilen domuz pişirmesi de Batılı halkların Ortadoğu halklarını anlamaktan ne kadar uzak olduğunu gösteren güzel bir gönderme olarak filmde yer alıyor.

Oslo, tarafların masayı terk etmesinin her an pamuk ipliğine bağlı olduğu bir ortamda birbirini anlamak için önce konuşmanın gerekliliğini, kin ve nefretle bir arada yaşanamayacağını ve en önemlisi geçmiş düşmanlıklar ile gelecek inşa edilemeyeceğini anlatan başarılı bir film.

Her ne kadar bazen ortamın kasveti, konuşmacıların asabi halleri seyircide bir ümitsizlik havası estirse de ustaca kotarılmış diyaloglar ve hiç beklenmeyecek zamanlarda ortaya çıkan insani duygular üzerine  yoğunlaşması, filmin güçlü yanlarından. Özellikle anlaşmaya varıldıktan sonra filmde hiç gösterilmeyen Yaser Arafat ve arkadaşlarının telefondan gelen ağlama sesleri filmin en etkileyici sahnelerinden biri.

Belki de en acı olan, tüm bu zorlu çabalara rağmen 1995’te anlaşmaya imza atan Yitzak Rabin’in fanatik bir Yahudi tarafından öldürülmesi üzerine barış sürecinin bitmesi ve pusuda bekleyen eski düşmanlıkların tekrar yeşermesi… Filmde geçen bir sözle yazıyı bitirelim: “Gelecekte yaşayabilmek için bir yol bulmalı…”

Fragman:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *Time limit exceeded. Please complete the captcha once again.