Doğu İle Batı Arasında Barcelona
Doğu İle Batı Arasında Barcelona
Hayvanların insanlardan korkup kaçmadığı şehirde yaşanabilir, diye klişe bir söz vardır. Barcelona’nın en büyük meydanı Plaça de Catalunya’da güvercinler insanlardan kaçmıyorlar. Demek oluyor ki Barcelona yaşamak için güzel bir yer.
Bir hafta kadar önce hem okuyucularla sohbet etmek hem de Barcelona’yı görmek niyetiyle Viyana’da uçağa son dakikada yetişip gece 11’de Barcelona havalimanına ulaştım. Otele varmam geceyarısını buldu. Barcelona’yı havadan görmek güzeldi. Uçak tam denizin kıyısından şehre paralel uçtuğu için deniz ile şehrin ışıklarının harmonisi, Barcelona’nın meşhur, cetvelle çizilmiş gibi duran sokaklarını ve evlerini kuş bakışı görebilmek iyi bir deneyimdi.
Benim gibi yerini yadırgayan, mekan ve insanlarla bağ kurup onlara alışması zaman olan biri için kendi yatağı dışında bir yerde uykuya dalmak epeyce zahmetli bir iş. Gece geç uyumama rağmen gün ağarınca ışıkta da uyuyamadığım için erkenden kalkıp otelimin karşısındaki denizin kenarına koştum hemen. Deniz ve güneşin aşkını en iyi yansıtan gün doğumunu izledim Akdeniz’in hafif nemli kumsalında. Dalgaların sesi kulağıma bir aşk şarkısının melodisi gibi geldi ve denizin hem sesini hem de görüntüsünü özlediğimi fark ettim. Etrafta spor yapan ve köpeğini gezdiren Barcenolalılar vardı.
Tatil mevsimi olmadığından otel neredeyse boştu. Kahvaltımı tek başıma yapıp pazar sabahının sakinliğinde okuyucularla buluşak için beni almaya gelen arkadaşla yola çıktık. Günün tamamı iki farklı grup okuyucu ile geçtiği için gezmeye vakit kalmadı. Sadece sahilde bir cafede Viyana’da aynı okulda çalıştığım sevgili meslektaşım Lidia ve değerli eşi David ve çalışma arkadaşları ile sohbet ettik. Lidia’nın eşi fuar için gelmişti ve Lidia ile daha önceden Barcelona’da buluşup kahve içmek için sözleşmiştik. Aynı gün akşam yemeğini bir balıkçıda tamamladım. Denizi, yüzmeyi ve deniz ürünlerini tutku derecesinde sevdiğimden akşam yemeği benim için ziyafet anlamını taşıyordu.
Yemekten sonra, tenimizi okşayan ılık Barcelona akşamında insanların akın ettiği sahile yakın geniş caddede ve araba geçemeyecek kadar dar sokaklarını arşınladık.
Barcelona’dan ayrıldığım gün salıya kadar şehri ve şehrin insanlarını anlamaya ve analiz etmeye çalıştım. Ben bir turist rehberi olmadığım ve bu bilgileri her yerde bulabileceğiniz için nereleri gezip görmeniz gerektiğine dair tavsiyelere girmeyeceğim.
Barcelona hem mimari ve insan davranışları hem de dil ve kültür çeşitliliği açısından Doğu ve Batı’yı içinde barındıran şahane bir örnek. Akdeniz kıyısında olması kültürel olarak tipik bir Akdeniz şehri özelliğini taşıyor. İnsanlar rahat, aceleleri yok, yüksek sesle konuşuyorlar ve kurallara çok uydukları söylenemez. En basitinden yayalar kırmızı ışıkta geçiyorlar ve sürücülerin diğerlerine yol verme kaygıları yok ve bu da bir kaosa neden oluyor.
Şehrin bazı bölgeleri, özellikle dar arka sokaklar temiz değil, kokuyor ve uyuştucu kullanan insan tipini andıran gençler var, bu da insanı bazen tedirgin ediyor. Hatta bunlardan birkaçı bize de laf attı. Oldukça fazla sayıda Arap, kuzey Afrikalı ve Pakistanlı göçmen göze çarpıyor, bunları konuştukları dilin aksanından İspanyolca konuşsalar da fark etmek mümkün.
Şehrin zengin, elit ve tarihi bölgeleri ve büyük bir kısmı temiz, çok düzenli, güvenli ve kendine hayran bırakıyor ve tam bir Avrupa şehri görüntüsü veriyor. Kırmızı küçük tuğlalı evler ve tarihi eserler göze çarpıyor, orta Avrupa’daki kubbeli yapıların yerini köşeli ve sivri uçlu yapılar almış.
Ben en çok ispanyolca’ya dikkat ettim ve orada buunduğum süre içinde en azından bazı kelimeleri öğrenmeyi ve dilin seslerini ve ritmini duymaya gayret ettim. Tabelalara ve panolara konsantre oldum. İspanyolca hem ses hem gramer olarak Arapça, Latince, Fransızca ve İngilizceden etkilenmiş. Bazı kelimeler de Arapça “el”, bazılarında Fransızca “le, la” ve İngilizcedeki “of” sözcüğünün yerine geçen Fransızca “de” takısını görmek ve duymak mümkün. Latince sesler ve yazılar zaten her yerde kulağa ve göze çarpıyor. Uzun süre Emevi etkisinde kaldığından sadece “el” takısı değil Arapça kelimeler de var.
Özellikle belirtmek gerekir ki Barcelona, Katalonya bölgesinin başkenti ve burada çift dillilik hemen fark ediliyor. Her yerdeki tabelalarda önce Katalonca, sonra İspanyolca ve gerekli yerlerde İngilizce kullanılıyor.
Bana en tuhaf gelen uygulamalardan biri Barcelona ile çevre yakın şehirler arasındaki tren istasyonlarında, trenden indikten sonra bilet kontrolü yapılmasıydı. Viyana’da, ne binerken ne de inerken bilet kontrolünün olmadığı bir yerde yaşayan biri için; Barcelona’da metro girişlerinde kocaman kocaman bankoların ve güvenlik önlemlerinin yüksek olması bir Avrupa şehri için oldukça şaşırtıcı ve tuhaftı, hatta rahatsız edici…
Düzenli, temiz, geniş caddelerde yolun iki yakasına dizilmiş palmiye ve çınar ağaçları şehre güzellik katıyor.
Üstü açık iki katlı turist otobüsleri şehrin tüm tarihi ve turistik yerlerini ziyaret etmek için en kolay ve en ucuz yol. İki hat var ve 24 saat geçerli biletle bu iki hattı da gezebilirsiniz. İstediğiniz durakta inip binme hakkınız var. Benim zamanım çok kısıtlı olduğundan çok yüzeysel gezebildim ama yine de çok mutlu oldum.
Barcelona ziyaret ettiğinize ve masraf ettiğinize değecek bir şehir.
Üçüncü günümde Madrid’e doğru trenle yola çıkarken Barcelona’da sohbet ettiğim okuyuculardan kitapları okuduktan sonra aldığım geri bildirimler beni mutlu etti.
Akdeniz insanı deyince bu denizi çevreleyen bütün insanlarda bir takım benzerlikler olur illaki. Barcelona, Madrid ve tarihi Endülüs’ü güzel vesilelerle görmek nasip olsun.
Barcelona, Catalunya ancak bu kadar güzel ifade edilebilirdi.
ben okur buluşmalarını merak ettim, onları da yazar mı acaba niyazi bey?