Yusuf Ünal

Günlük Yazmak ya da Eşeğin Kuyruğunu Kalabalıkta Kesmek

Okuma süresi: 4 dakika

(Kanada Günlükleri / 10)

27 Şubat Salı,

Yazı yazmak, hele günlük yazmak, hele de Kanada günlüğü yazmak bas basbayağı kalabalıkta eşeğin kuyruğunu kesmeye benziyor, kimi uzun diyor kimi kısa. Yayımladığım günlükler hakkında iki arkadaşımdan iki zıt yorum aldım. Birisi diyor ki: Senin kiminle görüştüğünden, nerede çay içtiğinden, ne yapıp ne ettiğinden bana ne! Onları geç, atla, asıl mevzuya gel. Benim oltaya ihtiyacım yok, garnitüre karnım tok. Ben senin yazıdaki düşüncelerini seviyorum, buluşlarını, keşiflerini seviyorum; beni kabukla, süsle-püsle oyalama, sadede gel…

Öteki arkadaşımsa; yahu sen günlük yazıyorsun diyor, hani şuraya gittim şuradan geldim şunu aldım şunu sattım böyle şeyler bekliyor, Kanada’da yaşamaya dair ayrıntılar arıyorum. Ama sen her şeyin felsefesini yapıyorsun. Yani birader sevgililer gününden bile felsefe çıkarmazsın yani! Tanzanya’nın kargalarını uluslararası siyasete olmadı göçmenliğe, Avustralya’nın develerini İslam’ın yayılışına bağlamazsın…

Bu iki görüş birbirine zıt gibi görünüyor ama bana kalırsa ikisi de yazıların kemale eremediğine işaret ediyor. Okudukları metin ağızlarında bir kekrelik bırakıyor ve bunun sebebini ararken böyle yorumlar yapıyorlar. Eskilerin tabiriyle ‘efradını câmi ağyârını mâni’ yazabilmiş olsaydım; onları, yahu bir yeri olmamış ama neresi diye aramak durumunda bırakmazdım. Amma ne yapayım, benim adım Hıdır elimden gelen budur…

Yazdıklarım konusunda pek iddialı bir yazar sayılmam, kolayca vazgeçebilirim. Ben böyle yazdım, bu kadar yazdım. Yazmak beni düşündürdü, konuyu yazarak anlamaya çalıştım. Sen de bak, işine yarayacağını umuyorsan al, değilse okunacak çok daha iyi yazarlar var.

Yazılarımı okuyan insanların tepkilerine göre onların anlayış, kavrayış ve sezişleri hakkında fikir sahibi olurum. Vasat bir yazımı göklere çıkaran bir okurla şahane bir yazıma burun kıvıran okur aynı seviyededir gözümde. En sevdiğim okurlar zayıf bir yazıdaki güçlü yanları da güçlü bir yazıdaki zayıf yanları da yakalayabilenlerdir. Yukarıdaki arkadaşlarım benim gözümde iyi okurlardır, bir noksanlığı fark ediyor ama onun ne olduğunu tam tespit edemiyorlar. Bu iyi bir seviyedir.

İlk arkadaşıma yazılarda zaman, mekân ve şahıs kullanmanın düşüncenin gelişim safhalarını gösterdiğini söyledim. Lâ teşbih velâ temsil diyerek Kuranı Kerim ayetlerini doğru anlamak için sesbeb-i nüzul neyse düşüncenin anlaşılması için atmosferi verme aynıdır dedim. Öyledir gerçekten. Öyle olmasaydı ne tefsir ilmine ne hadis ilmine ihtiyaç kalırdı. Onun gibi, günlüklerden zaman, mekân ve şahısları çıkarırsak geriye aforizmalar kalır, kuru düşünceler bir yerde. Gerçi bazı açılardan aforizmalar kullanışlıdır ama düşüncenin gelişimini izleyemez, detayları göremeyiz onlarda. Düşünce çekirdek gibidir, yazının dâne-i hakikatidir, yazıyı o yeşertir. Ama çekirdeğin etrafı kabukla, meyvenin etli kısmıyla, en azından şeffaf bir zarla kaplıdır. Çekirdeğin korunması, taşınması ve ekilmesi; içinde bulunduğu örtü yahut kafesle mümkündür. Zerdali çekirdeğini düşünelim mesela, hurma çekirdeğini sonra yahut buğday tanesini…

Öte yandan yazıda ortam aktarımı, günlük hayatla bağlantı kurmak; okumayı, hatırlamayı ve icap ettiğinde yazıdaki düşünceyi kullanmayı kolaylaştırır. Meseleyi mideye indirgeme pahasına ilave etmek istiyorum, düşünce ana yemekse diğerleri de onun yancılarıdır ve bir yazı ziyafeti için hepsi gereklidir.

Günlüklerimde fikir istemeyen arkadaşıma diyecek pek bir şey bulamadım doğrusu. Ama şimdi yazarken meselenin üzerine bunca düşündükten sonra karşımda olsa bir şeyler derdim. Bir kere benim yazma amacım zaten günlük hayatımda olup bitenleri anlama ve anlamlandırma gayreti, çetele tutmak değil. Yaptığım şeye ‘eşya ve hadiseleri okuma çabası’ diyorum. Bunu yapamayacaksam onların üzerinde durmaya, alıp zihnimde gezdirmeye, kendime yük etmeye ne gerek var! Üstüne basar geçerim.

Öyle yapmıyorum. Hissettiğim bir duygunun, öğrendiğim bir bilgi kırıntısının, şahit olduğum bir olayın peşine düşüyor ve başlıyorum kazmaya. Hazır hükümler yok elimde, giydirmeye hazır elbiseler yok. Yok demek biraz iddialı oldu, olmamasına çalışıyorum diyerek yumuşatayım. Yazarken öğreniyor, yazarken düşünüyor ve yazarken hükme varıyorum. Çoğu kere vardığım hüküm, hüküm veremeyeceğim oluyor lâkin. Sanıldığının aksine hayatta kesinlikler azdır çünkü, şartlar çok değişkendir. Hayat senin yargılarınla alay eder. O yüzden köşeli konuşmamaya çalışıyorum, hep bir aralık kapı bırakmaya. Günlüklerimde en sık geçen kelimeler muhtemelen, sanırım, galiba, herhalde, belki de kelimeleri olabilir. ‘Olabilir’ de var tabi.

Her konuda kesin konuşan, söylediklerinden şüphe etmeyen insanlara hayret ediyorum. Hayret etmekten ziyade ürküyorum. Yahu kardeşim insansın diyesim geliyor onlara; arada bir bilmeyiver, yanlış bil, tereddüt et falan işte. Yere bu kadar sağlam basamazsın; insanın doğasına, yeryüzünün raconuna ters bu, yeme bizi, propaganda yapma. Tereddüt etmek küçümseniyor, zaaf gibi görülüyor. Oysa her konuda kesin karara ancak cahiller varabilir, doğası itibariyle dünya bir tereddütler yurdudur.

Başka bir arkadaşım da benim bu kesinliksiz yazmama takılıyor. Çok esnek yazıyormuşum. Doğrudur; yaşamak, doğru ve güzel yaşamak kişinin esneyebilme kabiliyetiyle ilişkilidir bana göre, ekin gibi olabilmesiyle… Bununla birlikte her konuda da esnek olunamayacağına inanırım. Elbette ayağımızın basacağı sabiteler, tutunacağımız zincirler olmalıdır. Îtikatta sabit, amelde esnek olmak şeklinde özetleyebilirim yaklaşımımı. Îtikat ve amel dediğim sadece dinin îtikadı ve ameli değil, her meselenin kendine göre bir îtikadı ve ameli vardır elbet.

Diyeceğim o ki, eşya ve hâdiseleri ayakta tutan birer dâne-i hakikatleri, asıl mahiyetleri, melekût âlemindeki halleri vardır ve ben yorumlayarak onları bulmaya çalıştığımı zannediyorum, en azından hedefliyorum diyebilirim. Bu son cümle yoğun tasavvufî göndermeler içerir. Başta kendim olmak üzere meraklısı için bir uç olarak burada duradursun…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *