Tanzanya’nın Göçmen Kargaları / (Kanada Günlükleri 4)
2 Şubat Cuma,
Kanada nüfusu artıyor. Nüfusun kendini yenileyemeyişi gelişmiş ülkelerin en büyük problemiyken Kanada şimdilik bunu hissetmiyor. Burada da doğurganlık az, ailenin değeri azalıyor. Ancak göçmenler açığı kapatıyor. Geçtiğimiz yıl Kanada bir milyondan fazla göçmen ve/veya mülteci kabul etti. Böylece nüfusu kırk milyonu aştı. Bu böyle devam eder de bu kuzey ülkesi yetmiş- seksen milyonlara dayanır mı?
Onu bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var. Kanada vatandaşlığını alan göçmen ve/veya mültecilerin önemli bir kısmı buradan ayrılıyor. Ya anavatanlarına dönüyorlar ya daha sıcak ülkeleri tercih ediyorlar.
Bizim buradan da pasaportunu alıp giden oldu, bunu yapmayı düşünen başkaları da var. Hatta yer yer benim aklıma da gelmiyor değil.
O zaman ikinci bir soru geliyor insanın aklına, nereye gideceğim peki? Benim Yunanistan diyesim geliyor. Hem nispeten ucuz hem havası suyu, hatta kültürü bize benziyor, memlekete yakın hem de ilk göz ağrımız. Hanım da bu fikre yabancı değil. Gelgelelim orada iş imkânları sınırlı. Şöyle uzaktan çalışabilecek bir işimiz olsa düşünülebilir ama bunların hepsi tatlı birer hayal olarak kalmaya yazgılı görünüyor. Biz neyse ne de, çocuklar kök salıyor buraya. Onları bırakıp nereye gideceksin…
Her neyse, bugün cumaya biraz erken gittim. Bir grup arkadaş Kültür Merkezi’nde altlarına birer sandalye çekmiş bu konuları konuşuyorlarmış. Akif Abi, “Burayı iyi dinle, yazarsın.” deyip kolumdan çekerek beni de halkaya dâhil etti.
Celal Amca, Karadeniz ağzıyla atmacayla karganın hikâyesini anlatıyordu. Bu ikisi bir uçurumun kenarında karşılaşmışlar. Atmaca sormuş, “Sizin yüz elli seneye kadar yaşadığınızı söylüyorlar, doğru mu?” Karga cevap vermiş, “Doğrudur tabi, milletin sana yalan borcu mu var!” “Bu işin sırrı nedir öyleyse, bana bi deyiversene.”
Karga tam cevap vereceğinde alımlı bir kuş, uçurumun aşağısına doğru süzülmesin mi. Onu gören atmaca kargayı bırakıp kuşa doğru atılmış. Ancak acelesinden rüzgârı mı, hava akımını mı hesap etmediğinden dengesini kaybetmiş ve kafasını kayalara çarparak parçalanmış. Uzaktan onu izleyen karga da “Sen bu akılla çok bile yaşamışsın birader.” diye söylenmiş.
“Hayırdır” dedim Celal Amca sözünü bitirince, “bu karga hikâyesi nerden icap etti?” Ben gelmeden önce sohbet, pasaportları alıp sıcak ülkelere gitme fikri üzerineymiş. Bir dönem Afrika’da yaşayan Akif Abi, “Sıcak yerlerin de kendine has dertleri var, öyle uzaktan göründüğü gibi değil.” demiş ve sivrisineklerden, böceklerden, yılanlardan, kertenkelelerden, akreplerden, timsahlardan, aslanlardan, kaplanlardan, tozdan-topraktan, kötü kokudan söz etmiş. “Mesela Tanzanya’da o kadar çok karga var ki, seslerinden duramazsınız.” diye de eklemiş. Ondan sonra söz kargalara gelmiş. Çünkü kış mevsiminde bizim buralar kargaların hükümranlığına terk ediliyor. Kanada kazları göç ediyor, bahçe kuşları ortadan kayboluyor, martılar bilmem nerelere çekiliyor. Mahallede birkaç ağaçtan birinin tepesinde yahut bir evin çatısında ortalığı velveleye vererek şu yeryüzünde, kışın ortasında yalnız olmadığımızı hatırlatıyorlar.
Kanada’nın kargaları Anadolu’nun kargalarından farklı. İri, uzun yaşayan cinsten. Aslında kuzgun denilen karga türü. Martılarda ise durum tersi, buradakiler küçük cins. Başkaca fazla ortak kuş görünmüyor ortalıkta. Belki bir de sığırcıklar. Sonbaharda gökyüzünde dans ederken görürüm onları, arabadaysam kenara çekip izlerim. Bana Ankara’yı, Gölbaşı’nı hatırlatırlar. Güvercin gördüğünü anımsayan çıkmadı. Serçeye benzer kuşlar görüyoruz ancak sesleri pek bizimkilere benzemiyor.
Aramızdan birisi, “Acaba Anadolu’dan bazı kuş türleri getirilip buraya salınsa ne olur?” diyecek oldu, Akif Abi atıldı: “Başımıza bela olur! Hayvanları olduğu yerde bırakmak lazım.” Tanzanya’ya kargalar İngiltere’den taşınmış. Bir İngiliz orada hiç karga sesi duyamayınca yanında bir çift karga götürmüş. Tanzanya ikliminde kargaların çoğalmasını sınırlayacak çevre şartları da olmadığından kontrolsüzce çoğalmışlar.
Bunları duyunca beni bir merak aldı. Bir İngiliz, muhtemelen sömürge memurudur, hangi sebeple İngiltere’den Tanzanya’ya karga götürür? Kısa bir araştırmayla bayağı ilginç bilgilere ulaştım. Ancak internet bilgisine güvenemediğim için Akif Abinin bu bilgiyi nereden öğrendiğini sordum. Halen Tanzanya’da yaşayan Ali Beyden öğrenmiş. Birlikte Ali Beyi aradık, bir de ondan dinledim Tanzanya’nın kargalarını. O da yerli birinden almış bu bilgiyi, aldığı kişiyi tanıyor. Sağlamasını yaptıktan sonra öğrendiklerimi sizler için özetleyebilirim.
Efendim zamanın behrinde, takriben 1650’li yıllarda İngiltere sarayında görevli bir gökbilimci varmış. Gökbilimci adı havalı duruyor ama sanırım bu da bizim saraylardaki müneccimbaşının meslektaşıdır. Kargaların sesinden mi, gözlem alanında uçuşup durmasından mı ne rahatsız olurmuş. Bunu işiten kral kargaların toptan öldürülmesini emretmiş. Ancak gökbilimci, her ne sebepleyse, bu emre itiraz etmiş ve bir de kehanette bulunmuş: Sarayda kargalar, aslında kuzgun demeliyim de dil alışkanlığına verin, yaşadığı müddetçe İngiltere’nin saltanatı devam edecekmiş. Ne zaman kargalar ölürse krallığın sonu gelecekmiş.
Bunun üzerine kral, Londra kalesinde özgürce yaşayan kargalardan bir grubun koruma altına alınmasını emretmiş. O zaman mı oldu, sonradan mı şekillendi bilmiyorum ama kalenin içindeki Beyaz Kule’de altı tane kargaya bakılmaya başlanmış. Özel yaşam alanı oluşturulmuş, bir de bakıcı tayin edilmiş, kendi içinde halen kuvvetli bir şekilde devam eden bir gelenek oluşmuş. Kule’de her zaman altı karga yaşıyor. İçlerinden birine bir şey olsa yedeklerden biri Kule’ye tayin ediliyor. Karga birliğinin başına gelenlere İngiliz halkı ve basını yoğun ilgi gösteriyor. Bir sürü ilginç olay var. Kargalardan biri “disiplinsizlik” sebebiyle birlikten atılmış mesela. Çevredeki antenlere ve kablolara zarar veriyormuş, ihraç nedeni bu.
Bu bilgileri öğrenince bir sömürge memurunun Tanzanya’ya karga taşıması benim için anlaşıldı. Adam saltanatlarının Tanzanya’da da uzun ömürlü olması için ‘seçkin’ kargaları götürmüş olmalı. Ali Beye bunları anlattığımda sanırım o da bir aydınlanma yaşadı. “Ben Hindistan’da yaşadım, orada da çok karga var. Belki onları da İngilizler götürmüştür ilkin.” dedi. Bunun cevabını henüz bilmiyoruz, bilen varsa anlatsın öğrenelim. Ancak araştırmalarım esnasında Japonya’da da çok sayıda karga olduğunu hatta bir dönem topluca öldürüldüklerini öğrenince son öğrendiklerimden şüpheye düştüm. Ancak fazla kurcalamaya lüzum görmedim, sonuçta ben bir biyolog veya karga uzmanı hatta karga gözlemcisi bile değilim. Ben şu durumda olsa olsa bir hikâye toplayıcısı yahut hikâye anlatıcısı olabilirim ve hikâyem için edindiğim bilgiler gayet ilgi çekici. Ama yine de izaha muhtaç bazı noktalar var.
Örneğin o gökbilimci, İngiliz kraliyetine sembol olarak niçin kargaları seçmişti? Haydi o seçti diyelim, halk bunu neden benimseyip öylesine sahiplensin? Cevabı Akif Abiden geldi: “İngilizlerle kargalar arasında karakter benzerlikleri var. Her ikisi de zekidir bir kere. Sonra kargalar kinci hayvanlardır, kendilerine yapılan kötülüğü affetmezler.” Bana makul geldi doğrusu…
Sohbeti oradan alıp milletlerin kendilerine sembol olarak seçtikleri hayvanlar üzerine devam emek zihin açıcı olabilirdi ancak vakit yoktu. Olsaydı kargaların, en uzun yaşayan kuş türlerinden biri olduğunu, bunun da devlet-i ebed müddet yaşamak isteyen İngilizler için gayet yerinde bir seçim olduğunu söyleyecektim. Türk milliyetçileri bozkurdu, Ruslar ayıyı, Amerikalılar kel kartalı, Fransızlar horozu, İspanyollar boğayı, Çinliler pandayı, Endonezyalılar komodo ejderini sembol seçmiş diyecektim. Diyecektim dediğime bakmayın, aslında bunları şimdi yazarken internetten öğrendim. Yalnız açtığım sayfada İngiltere’nin sembolünün aslan olduğu da yazılı. Olsun, ben kuzgun dedim, bir tane sembol olmak zorunda değil ya!
Şimdi hatırladım, Kanada’nın hayvan sembolü de kunduz. Kunduzlar hem Kanada’nın hemen her bölgesinde yaşıyor hem çalışkanlar. Zamanında Kanadalılar kunduz derisi ticaretinden epey para kazanmış. Bu sebeple ülkenin sembolü olmuş. Diğer ülkeler ekseriyetle hayvanların karakteristik özellikleriyle bağ kurarken Kanadalıların bir çıkar ilişkisinden ötürü kunduzu seçmeleri Kanada tarihi hakkında bir fikir verse de bu kadarı yetsin, zenginin parası bizim çenemizi yormasın. Daha Avustralya’nın develerini anlatacaktım da şimdi yoruldum, başka bir günlükte nasipse…
Yazarımız, nasıl da tatlı bir şekilde daldan dala konuyor. Eline sağlık.
Karga konusu acilmisken kardesimle ilgili bir hatira geldi aklima.
Kardesim 5 yasindayken, her sabah penceresinin onune gelip “gaaak gaaaak” diye bagiran bir kargaya “gaktik iste ne bariyon” diye bagirmis. Annem duyup anlatmisti bize.
aslında gaak değil de haak dediğini düşünenler de var 😉
Poe’nun Kuzgun şiiri var, bir de o şiiri anlattığı yazısı. Okumadıysanız tavsiye ederim. Bir de o zarif martılar sumru olabilir. Büyükçekmece gölünde de yaşarlar, güzel kuştur.