Yusuf Ünal

Vaktimiz Olsaydı Şiir Okurduk

Okuma süresi: 4 dakika

Bir süredir yazı yazamıyorum, içimden yazmak gelmiyor. Evet, yine ve yeniden! Bundan gocunduğum da yok doğrusu, birbirimize alıştık artık. Fakat gene de niye yazamadığım, yazmak istemediğim üzerine düşünmekten kendimi alamıyorum. Bulabildiğim en makul cevap, zamansızlık.

Amma geçmiş tecrübelerimden biliyorum ki vaktimin bol olduğu zamanlarda da yazamıyordum ben. Nasıl olsa zaman çok, bir ara yazarım diyerek rehavete kapılıyordum. Yazmak için sanırım en ideali insanı ezip altına almayacak kadar bir meşguliyet. Yazı dışında bir meşguliyet, hatta mümkünse bedensel bir meşguliyet.

Yazamıyorum dedim ama, yazarların bu yakınmalarına fazla kulak asmayın siz. Esnafların para yok demesine benzer bu halleri. Parasızlıktan şikâyet eden esnaflar un çuvalına benzetilir hani, silkeledikçe toz çıkar. Diyeceğim, her şeye rağmen benim de bu süreçte bazı yazma denemelerim oluyor. Uzunca metinlere nefesim yetmeyince kısa, kıpkısa, minyatür şeyler yazayım bari diyorum. Fakat atmosfer oluşturmak zor. Önce bilgiyi verip sonra işlerim diyorsun, ortaya bir gazete haberi çıkıyor. Bilgiyi hiç vermezsen yazdığın havada kalıyor. Metni edebiyat katına çıkaracak o altın oranı bulmak mesele.

Bir de kıpkısa yazılar size yazarken düşünme fırsatı vermiyor. Hâlbuki benim için yazarlığın en zevkli yanı yazma ânındaki düşünce akışıdır. Kelimeler kelimeleri, cümleler cümleleri çağırır ve siz aklınızda hiç olmayan yerlerde dolaşırsınız. Gelgelelim kıpkısa yazılarda önceden bütün haritayı çıkarmış olmanız gerekiyor. Bu durum yazarın serbest dolaşım alanını, zihin atlasını daraltıyor bir nevi. Buna yoğunlaştırıyor da diyebiliriz ama ben gevezelik edebildiğim yazıları daha çok seviyorum. Onlar daha çok benimmiş gibi, onları temellük etmişim gibi hissediyorum. Arkadaş ortamında laflıyormuşum gibi geliyor onları yazmak. Diğerleri bir sunum, bir ödevmiş gibi geliyor. Kendimi protokolde konuşan takım elbiseli, kravatlı biri gibi algılıyorum. Amma kıvamı tutturduğumu fark edersem işler değişiyor. O vakit doksana voleyi çakmışım gibi bir şımarıklık geliyor üstüme.

Bir dönem üzerimde böyle bir şımarıklıkla dolaştım diyebilirim misal. Durun anlatayım:

Sosyal medyanın icadıyla birlikte minyatür metinler moda olmuştu ve bendeniz durumdan vazife çıkararak kıpkısa yazılar yazmaya hatta yayımlamaya kalkışmıştım. Tweet Öykü adıyla bir Twitter hesabı açtım ve orada Tweet Öykü adını verdiğim metinler yazıp paylaştım. Adı konulmuş bir hedefim yoktu ama umduğum; bu adla yeni bir türün isim babası, belki ilk başlatıcısı olmaktı. Kimi özenti kimi aforizma kimi şiir kimi haiku kimi bilmem ne denilebilecek minyatür metinler çıktı ortaya. İşte onlardan bazıları yukarıda sözünü ettiğim voleyi çakma hissini tattırmıştı bana. Dosya haline getirip kitaplaştıracaktım da onları, ama olaylar olaylar işte…

Sonradan dönüp o metinciklere baktığımda iyi ki kitaplaşmamışlar demiştim. Çoğunu yolda görsem tanımazdan gelirdim şimdi. Ama bazıları zihnimde hâlâ ışıltısını koruyor. Gelin birkaç örnek vereyim de neden bahsettiğim tam anlaşılsın:

Yazmayı niçin bıraktınız dediler.

Alice Munro: “Benim yaşımdaysanız, bir yazar kadar yalnız olmak istemezsiniz.” dedi.

Seksen bir yaşındaydı…

*

… sonra dedim ki; söndürün bütün ışıkları, kilitleyin tarihin kapılarını; unutulmak istiyorum böylece…

*

Seksen dört yaşında. Pastalar börekler yapmış. Evin içinde dört dönüyor. Hala, sitemin yok mu bize dedim. O zaman huysuz der, bayramda da gelmeyiverirsiniz oğlum dedi.

*

Delikanlının sevinci gıcır gıcırdı. Kız teklifini kabul etmişti. Bir salkım leylak koparıp ona vermek için uzandı. Kız, çiçek dalında güzeldir diye fısıldadı.

*

…ve sonra dedim ki; bırak inceldiği yerden kopsun. Kopmadı ama, yıprandı. Onarmalıymış, bilemedim.

Bilmem bana katılır mısınız? Aslında çoğu da öyle görmek istemeyeceğim şeyler değil gibi sanki. Alıntı yapmak için göz atınca dosyadan çıkasım gelmedi doğrusu. Bir de şu var, o birkaç yüz adetlik kısa metinler benim sonradan yazacağım yazı ve kitapların adeta çekirdeği yahut fidanlığı olmuş. Ha bire oralardaki imge ve cümleleri genişletip duruyorum şimdilerde.

*

Kısa metinler yazmanın güç olduğu genel kabul görür ama kısa metinler okumanın da hiç kolay olmadığı ıskalanır genelde. Hâlbuki kısa yazmak için söylenen o meşhur söz, okumak için de geçerli: Vaktim olsaydı kısa yazılar okurdum! Kısa yazıları okumak da tam bir yoğunlaşma istiyor çünkü. Üstünkörü okunarak nüfuz edilemiyor onlara. Şiir okurunun az olmasının bir sebebi de zaman fukaralığı sanırım. Şiir dediğin şey geniş vakitler istiyor çünkü, üstüne eğilmek istiyor. Özenmek, emek vermek, değer vermek…

Şiirin aksine, bakın bunca zamansızlık içinde, bunca dar vakit arasında, tuğla gibi kitaplar basılıp satılmaya; iki buçuk saatlik diziler, üç saatlik sinema filmleri izlenmeye devam ediliyor. Belki de bunlar hep zamansızlıktan, sevgileri yarınlara ertelemektendir. Zamanımız bol olsaydı bizler de şiir okurduk herhalde…

Gerçi geldiğim noktada, uzun yazı mı kısa yazı mı gibi sorular bana yersiz geliyor artık. Okurken de yazarken de. Kalem tutanın, sayfa çevirenin yapay endişeleri gibi bunlar. Galiba mesele şurada: İçinde sen ne taşıyorsun? Hangi yükle yazıyor, hangi sesle okuyorsun? Derdin ne senin, aradığın kim? İster kıpkısa ister destansı. Sözü, insanı insan eden bir şeye bir arayışa dönüştürebiliyor musun? Gerisi beyhude…

2 thoughts on “Vaktimiz Olsaydı Şiir Okurduk

  • Hasan Çağlayan

    Yazmak, ben de varım ve yaşıyorum nişanesi olmakla birlikte, kendimize, okurlara ve ta yüce gayenin Sultan’ına kadar armağanlar sunma gayretidir. Niyetin samimi ve güzel olması en başta olmak üzere, edebiyata da dahil olması nurun ala nurdur. “Eylemek mümkün mü sebep mihri dest aviz-i aşk/ Yâre takdim etmeğe bir armağan lazım sana” diyor Ali Emiri Efendi. Eline sağlık güzel bir yazı.

    Yanıtla
    • yusuf

      teşekür ederim azizim, daha güzel yazıları sizden okuyalım inşallah 🙏

      Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *