Yusuf Ünal

Zapt Etmekle Mesafe Koymak Arasında Yazmak

Okuma süresi: 4 dakika

Günlük yazmayı seviyorum. İlk başladığım sıralarda kısa kısa, belki de şiirsel paragraflar hâlinde günden arta kalanları kaydetmeyi düşünmüştüm. Daha çok bir duygu dökümü gibi olacaktı. Pek öyle olmadı. Günlük hacmine göre uzun yazılar yazdım. Bir nesne bir duygu yahut bir fikir kırıntısından yola çıkıp anımsamalar, çağrışımlar, düşünceler arasında salındım durdum ve çoğu günlüğüm birer denemeye döndü sonunda. Gelgelelim deneme yazmak epey zor. Orijinal bir düşünce yakalayacaksın bir kere. Onu sağından solundan besleyecek, yerine göre yontacak, tıraşlayacak, defalarca elden geçireceksin ki ortaya yüzüne bakılır bir deneme çıksın. Ciddi, disiplinli ve tutarlı bir tefekkür süreci istiyor. Beyninin içinde bir dolu düşünce deneyi üretmen, kendi kendinle beyin fırtınaları yapman gerekiyor.

Günlük yazmak daha basit kabul edilir. Çoğu kimseye göre günlük; ön hazırlık gerektirmeyen, ekstra araştırmaya ihtiyaç duymayan, kalemi eline alıp aklına geleni yazabileceğin bir tür olarak görülür. Fakat yazmaya başlayınca, günlük yazmanın da kendine göre zorlukları ortaya çıkar. Bir kere oturmuş bir üslup gerekir. Evet samimi olacaksın ama laçkalığa düşmeyecek ve bütün bunları planlamadan, doğal bir şekilde, yaşarmış gibi, aslında yaşadığın gibi yazacaksın. Yazarken fark edersin ki gün içerisinde duyduğun, düşündüğün, karşılaştığın, öğrendiğin çok şey oluyormuş; sandığından daha çok şey. Bunları sağlam bir süzgeçten geçirmen ve ayıklaman lazım. Bunu yapmazsan yazmak, yaşamaktan bile uzun sürebilir. Her şeyi uzun uzadıya yazacak olursan da ortaya bir yığın posa çıkar. Kısa yazmaksa daha da zor malum, uzun vakit ister. Özen, dikkat ve yetenek ister.

Uzun mu yazayım kısa mı ikilemine düştüğüm zamanlarda bir süre yazmamayı seçiyorum ben de. Yazıdan uzaklaşıyorum. O zaman da bir şeyleri kaçırıyormuşum duygusuna kapılıyorum. Sanki yazmazsam başıma gelenler, şahit olduklarım, öğrendiklerim, hissettiklerim ve anladıklarım zayi olup gidecekmiş gibi bir duyguya.

Yazmak benim için çok anlama geliyor; bir tanesi de bu duyguyla ilgili, zapt etmek. Korumak, kayıt altına almak, ihata etmek, ele geçirmek hatta hükmetmek anlamında zapt etmek. Yaşamı yazarak zapt edebileceğim zehabına kapılıyorum sanki. Yazdığım şeyleri daha fazla kendime mal edebiliyormuşum gibi geliyor. Yazmadığım, henüz yazmadığım şeylerle kurduğum bağ yazdıklarıma göre zayıf kalıyor. Örneğin okuduğum bir kitabı, seyrettiğim bir filmi, sahip olduğum bir fikri, yahut bir kızgınlığımı, kırgınlığımı, sevincimi ve neşemi yazıya geçirmemişsem bunlar kolayca zihnimin tozlu raflarına doğru itiliyor.

Ya yazdıklarım öyle mi! Kimi bir yavru maralın gözleri gibi zihnimin her yanından ışıldıyor onların kimi yıldız böceği gibi yanıp sönüyor. Yazdığım şey her neyse; bilgi, duygu, yargı.. yazınca daha çok benim oluyor ve onlarla aramda bir aidiyet bağı oluşuyor. Yahut ben onların oluyorum; yazdıklarım ele geçiriyor beni. Kimin kime ait olduğunu tespit zorlaşıyor. Benim istediğim, elbette fikirlerimin de yazdıklarımın da efendisi olabilmek. Ancak yeryüzü, yazdıkları tarafından ele geçirilmiş, kendi satırlarının kölesi olmuş ama yine de kendini efendi zanneden kölelerle dolu.

Yazının yazarını zapt etmesinin birden fazla biçimi vardır. Yazar, belli bir yerden sonra kalem üzerindeki hâkimiyetini kaybeder ve metin, yazarını peşinden sürüklemeye başlar. Bir tür zapt ediliştir bu. Bir başkasında yazar, yazdıklarıyla öyle özdeşleşir ki artık yeni bir şey üretemez hâle gelir; kendi metinleriyle elleri, kolları adeta bağlanır.

Benim kastettiğimse, kişinin yazdıklarına aşırı değer atfetmesi, onları biricik kabul etmesi, yatıp kalkıp kendi metinlerinin etrafında dönmesidir. Hâlbuki başını kaldırsa, kendi eserlerinin esaretinden kurtulacak ve başka dünyaları keşf, belki zapt edecektir.

Ama benim için yazmak zapt meselesinden ibaret değildir. Kalem yalnızca tutmak için değil, bazen de serbest bırakmak için vardır. Yazmak, kimi zaman zapt etmekse kimi zaman da mesafe koymaktır. Bazen yazdığım şeyi tozlanması için bir rafa kendi ellerimle yerleştiren ben olurum. Yazarak unutmak, unutmak ve uzaklaşmak isterim bazı şeylerden. İşe yarıyor mu peki derseniz, hayır cevabını veririm. Yazıya geçirecek kadar ciddiye aldığı bir mevzuyu unutmaya beşerin gücü yetmiyor galiba. Fakat mesafe koymada işe yaradığını söyleyebilirim.

Benim Hengâme ve Kaçış Rampası kitaplarım belki de böyle bir mesafe koyma çabasıdır. Bilemiyorum. Ama aynı zamanda zapt etme işine de yaradı bu kitaplarım, bir çeşit çıpa vazifesi gördü. Ayırması zor… Bunlar yazarın düşünüp taşınarak yaptığı işler değil. “Dur, ben şunu yazayım da arama mesafe koyayım” yahut “yazayım da temellük edeyim” diye hesaplayarak yazmam ben. Ne olacağı yazarken ve yazdıktan sonra ortaya çıkar. En çok da bir yolculuktur yazmak, bir süreçtir aslında…

*

Yazının buraya kadar olan bölümünü ufak bir iş molasında telefonda yazdım. Yirmi dakika kadar sürdü. İçimden bir su gibi akıverdi. Niyetim en başta sözünü ettiğim gibi günlük yazma ihtiyacıma değinmekti. Nasıl olduysa yazı beni ele geçirdi ve günlüklerimin denemeye dönüştüğünü anlatan bir denemeye dönüştü. O saatten sonra yazıya bir denemeye çalışır gibi çalıştım artık. Hüsrev Hatemi’nin Tapu Sicil Muhafızı şiirine rastladım yolda. Şair, şiirini kavgasının tüfeği gibi gören şairlere inat şöyle seslenmiş: Benim şiirim ne tüfektir…/ Ne kelebek. / Ne de hâyal ülkesinin nârin bir kızıdır; / O, gözlüklü ve siyah kolluklu / Bir tapu sicil muhafızıdır ki, / Eski günler ve anıların / Tapularını saklar.

Başta şiirin benim ‘zapt etme’ metaforunu desteklediğini düşünerek sevinmiştim ama sevincim kursağımda kaldı. Ben memur olmak istemiyorum ki! Bilakis memuriyetten; yani ki emir almaktan, sınır çizilmekten, denetlenmekten, üniforma giymekten kurtulmak için değil midir yazmak?  Bir tapu sicil muhafızı bunların hangisinden kurtulabilir? Sonra başka bir soru geldi aklıma: Peki yazdıklarım şahsiyete bürünüp bir memur olsaydı ne olurdu? Öğretmen, vaiz, hâkim, savcı, avukat, mühendis, doktor, hemşire, polis, jandarma…

Gördüğünüz gibi yazı beni ele geçirdi, bitirmeme izin vermiyor. Allah’tan fiziksel şartlar galip geliyor da burada yazıyla arama mesafe koymak zorunda kalıyorum…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *