Fatma Can Akbaş

“Hâmuşân”dan “Friedhof”a

Okuma süresi: 2 dakika

Bir şehre inince hayatın nabzının attığı yerler kadar ölümün sessizliğe gömüldüğü yerleri de görmek isterim. Benim için ikisinin de hayata dair söyleyeceği şeyler vardır. Hayat da yekpare bir şeydir zihnimde. Ölüm öncesi ve sonrası diye pek ayırmam. Bazen buradan ötelere bakar katlanırım hayat yüküne, bazen ötelerden buraya bakar, katlanırım.

Ağaçlar, ağaçlar ve ulu ağaçlar… Ben buralara kök salabilirim onların yoldaşlığıyla. Bahçemdeki kiraz ağacı, çocukluktan beri arkadaşım. Çamlar, çınarlar, ıhlamurlar… Kuş seslerine uyanılan sabahlar. Rüzgârda sallanan yaprak sesleri. Çocukluğumdan beri bir demet ışık gibi düştü üstüme. Bir de hüzünlü bir özgürlük. Belki biraz utangaç. Bu rüzgârı hissedemeyen, şu kelebeği göremeyen, tüm bunları nasıl da özleyen bir grup masumun zihnimizde oluşturduğu ağırlık ancak dilimizdeki dualarla yelpazeleniyor.

“Ve ölüm:

Sessizlikle karanlığın

Aynı anda yere düştüğü andır.

diyor Hilmi Yavuz. Karanlığım biraz aydınlanır gibi oldu ama sessizlik devam ediyor. Sağır gibi, dilsiz gibiyim. Bir lisan da bir ülke gibi. Alışmak zaman istiyor. Kelimelerin ruhuna nüfuz etmek hemen olacak iş değil. Benim dilsizlik karanlığıma küçük bir ışık hüzmesi, “Bu şehrin mezarlığını da bir göreyim” dememle düştü. Yol levhasında “Friedhof” yazıyordu. “Frieden” Barış, huzur, sulh, sükûn demek. “Hof” avlu, saray manalarına da geliyor. “Friedhof” mezarlık demek. Sükûn yurdu mu desek? Huzur diyarı mı? Kelime zihnimde yankılanıyor. Defalarca söyledim kendi kendime. Ulu ağaçların altında eski mezarlık, yanında İkinci Dünya Savaşı’ndan bir şehitlik. Bazı mezar taşlarına “Meçhul” ifadesi düşülmüş… Bombalanan şehrin teşhis edilemeyen cenazeleri. Yeni mezarlık hiç alışık olmadığım kadar düzenli. Adeta bir cennet bahçesi. Mezarlar, mezar taşları tek tip değil. Dünyadan izler var, bazılarında resimler. Genç ölümlerde erken bırakıp gitmenin acısı mezar taşlarına vurmuş sanki. Sevilen bir kolye, bir uçak maketi. “Asla unutulmayacaksın ve çok özleneceksin.” ibareleri. Bebek mezarları ayrı bir köşede. Küçücük mezarlar, üzerlerinde oyuncaklar. Farsçadan gelip eski dilimizde özel bir anlam kazanan “Hâmûşan” kelimesi düşüyor zihnime. “Sessizler, uykuda olanlar, susmuşlar.” Bir rüzgâr esiyor içime isleyen. Sanki Eyüp Sultan’dayım. Önüm arkam sağım solum mezar. Pierre Loti’ye doğru çıkıyorum ağırdan.

“Friedhof” ve “Hâmûşan” zihnimde harmanlanırken “Ölüm bir son değil, gerçek yurdumuzda uyanana kadar süren bir sessizlik” diye usuldan fısıldayan bir Mevlevi şeyhi konuşuyor içimde. Ve o anda gözüme bakmakta olduğum mezardaki bir yazı ilişiyor:

“Das ist das Ende,

Sagte die Raupe.

Das ist der Anfang,

Sagte der Schmetterling.”

 “Bu bir son, dedi tırtıl,

Bu bir başlangıç dedi kelebek.”

Yeni bir yaratılışla yaratılacağımız günün şavkı düşüyor üstüme. Korku ile ümit arasında gelip gidişlerimizde “ümit” durağında oyalanıyorum biraz. İçimden bir kelebek havalanıyor. Ulu ağaçların dalları birbirine karışmış, kuş sesleri kulaklarımda. Şükür makamında yürüyorum…

One thought on ““Hâmuşân”dan “Friedhof”a

  • Yusuf

    Ölümü Kelebek kanadinda kanatlanmak, dönüsmek olarak sunmussunuz,
    Tesekkür ederiz, hos bir Seda oldu, hatiralar kubbesinde.

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *