Yusuf Ünal

Ramazan Gündemi ve Yanıldığım Bazı Şeyler

Okuma süresi: 5 dakika

(Kanada Günlükleri / 12)

13 Mart Çarşamba,

Kanada’ya geldiğimden beri ramazanları ayrı bir bekleyişle beklemeye başladığımı sezdim. Bayağı bayağı heyecanlanıyorum o gelirken. Bunun üzerine düşündüm. Son yıllarda Ramazan hakkında yazı yazdığım için farkındalığım arttı herhalde diye düşündüm. Doğrudur, bunun payı elbette var. Benim için bir şeyi derinliğine kavramanın yolu o konuda yazı yazmaktır çünkü. Yazı, ilgilendiğim mevzuları dimağımın mertebeleri arasında gezdire gezdire yükseltiyor gibi geliyor bana. Tahayyülden tasavvura, taakulden iz’ana, iltizamdan îtikada…

Ramazan üzerine düşünüp yazdığımda ona dokunduğumu hissediyorum. Bir çeşit arkadaşlık başlıyor aramızda. Teravih gözümde büyümüyor, oruç yoldaşım oluyor, açlık gibi bir kardeş ediniyorum sanki.

Ama benim Ramazanla ilişkimi eskiye nazaran değiştiren asıl şeyin gurbetlik hali olduğunu sanıyorum. Tamam dünya zaten hepimiz için gurbet ama bir de gurbet içinde gurbet var ki benim ve emsalimin durumu tam olarak bu. İçimde gittikçe güçlenen bir duyguya göre Ramazan; sılaya dönme, evde olma duygusu yaşatıyor insana. Ramazan günleri cennetten ödünç verilmiş günler gibi geliyor zira. O gelince kendimizi yurdumuza dönmüş gibi hissediyoruz, çıkarıldığımız cennete yeniden kabul edilmiş gibi. Durum tam da Yahya Kemal’in dediğine benziyor; her sene Ramazan’a girerken biraz da gurbetten çıkıyoruz.

21 Mart Perşembe,

Ramazan’ı neredeyse yarılmışız ama benim günlükler boş kalmış. Hâlbuki daha sık yazacağımı umuyordum. Doğrusu umduğuma nâil oldum ama günlük olarak değil. Aslında hepsine günlük olarak başlamıştım ama sonradan denemeye dönüştüler. Ramazan başlayalı üç deneme yazmışım, ilk on günde. Ramazan denemelerimi önemsiyorum, kitap hacmine ulaştıklarında onları iki kapak arasında görmek benim için bir çeşit sadaka-i cariye olacak diye inanıyorum. O yüzden Ramazanla ilgili denemelerin önceliği var, çoğalınca kitap olacaklar inşallah.

Yazıların dışında Ramazan iyi gidiyor hamdolsun. Açlık-susuzluk olarak pek etkilenmiyorum şükür. Bu sene fazla iftara gidip gelmeyeyim diyordum, yine beceremedim. İftar davetlerinin benim için içe dönmeyi, kendimle baş başa kalmayı zorlaştırdığını düşünüyorum. Tamam; cemiyete karışmak, cemaatle beraber olmak da iyi bir şey ama benim kendime ihtiyacım var, özüme bakmaya, bir çeşit inzivaya. Bunun için Ramazan’ın en uygun vakit olduğunu sanıyordum ama yanılmışım. Bu ayda sosyal ilişkiler zirve yapıyor, bir kere daha görüyorum. İftar davetlerinden kaçış yok. Kaçmak ne kelime, işin ‘zevki’ burada sanırım, kendimi alıkoyamıyorum. Şimdilik teravihleri iftarlara kurban vermemekle teselli buluyorum, sonrasına Allah kerim.

Ekranlardaki Ramazan programlarının maşallahı var. Bir dolu alternatif var. Gençlere ayrı, çocuklara ayrı, Avrupa’ya, Amerika’ya ayrı, memlekete ayrı. Hepsini takip etmek imkânsız, iki cami arasında beynamaz gibi kalakalma riski de var. Goethe, “İki ömrüm olsun isterdim; biri yaşamak, diğeri okumak için.” demişti. Bizim bir üçüncüsüne ihtiyacımız var, izlemek için…

Ramazan programlarından iyi birer şey olarak söz ediyorum ama aslında onların da, bir açıdan, zaman kaybı olduğunu düşünüyorum. Ramazan’da insanın kavlen, halen ve fiilen aktif olması gerekirken programlar kişiyi pasifleştiriyor gibime geliyor, sadece izleyici konumuna indirgiyor. Yolun başındakiler ve elinden başka şey gelmeyenler için yararlıdır ama işin şekerleme boyutunu aşanlar için o programların da oyalayıcı olabileceğini düşünüyorum. Asıl olan kişinin bizzat amel etmesidir, sahaya inmesi. Hatırlatmaların yapıldığı kısa programları yararlı bulsam da iki üç saate kadar uzayan programların tamamını takip etmenin Ramazan’ı kaybettirebileceği endişesini taşıyorum.

Bu, kişilerin özel durumlarına göre değişir tabi. Bazıları için Ramazan programlarını takip etmek Ramazan’ı değerlendirmenin en güzel yoludur, o ona tutunmuştur. Mesela yemek hazırlayanlar için veya çalışırken dinleyebilenler için muazzam bir fırsattır. Bu bakımdan genel kitleye hitap eden bu tür programların önemini kabul ediyorum, Allah yokluklarını göstermesin. Amma velâkin hepimizin de onların peşine takılmasına gerek yok sanırım. Okunacak kitaplar, takip edilecek evratlar, girilecek gönüller bizi bekler çünkü.

29 Mart Cumartesi,

Ramazan’ı durduramıyoruz, akıp gidiyor mübarek. Son on günlere girdik bile. Önceden savunduğum iki konuda yanıldığımı anlıyorum. İlki iftar davetleriyle ilgili. Bunların kişiyi dışa dönük olmaya zorladığından hareketle hedef saptırdığını ve Ramazan’ı gereği gibi değerlendirmeye engel olduğunu yazmıştım. Bu yüzden de bu sene davetleri alabildiğine kısacak, daha çok evimde ailemle iftar edecektim. Vakıa bunu tecrübe etme fırsatı bulamadım, ev ahalisi iftarsız Ramazan mı olurmuş diyerek kazan kaldırdı. Ben zaten o hususta kendimi zorlayacaktım, körün istediği bir göz Allah verdi iki göz, günah benden gitti diyerek onlara uydum.

Uydum uymasına amma her şeyi de kaldırıp koyuvermedim. İftarlar iftarları kovalarken savunma hattını biraz geriye kurdum. Teravihleri araya kaynatacak iftar davetlerinde ben yokum dedim. Öyle yok evde kılalım, sekiz rekât kılsak olmaz mı yavelerine de karnım tok. Anlaştık. Bu çıkışımla kendi kendimi de bağlamış oldum ve çok şükür henüz teravihleri iftarlara peşkeş çekmedim.

Gördüm ki, teravihleri yemedikten sonra iftarların bir manisi yokmuş Ramazan’ı değerlendirmeye. Aksine oruçluların iftar ânındaki o sevincine ortak olmak sofraların başında sevinç salkımları meydana getiriyor. Üzüm üzüme baka baka ağardığı gibi Mü’min de Mü’mine bakarak Ramazan’ını gözden geçiriyor ve iftar davetleri pek çok hayra vesile oluyor. Hele o çocukların ve gençlerin Ramazan coşkusu yok mu, yeni bir dünyaya varmış gibiler. Her şeyi öğrenmeye, her yeri kurcalamaya öyle meraklılar ki, insana gençlik aşısı yapıyorlar dense sezadır.

Bu akşam bizim kültür merkezinde liseli öğrencilerin iftarı vardı. Ezana yakın ortalıkta bir sürü yabancı genç görünmeye başladı. Meğer bizim çocuklar Kanadalı arkadaşlarını iftara çağırmışlar. Kimi siyah kimi sarışın kimi esmer çocuklar masaların etrafını doldurdu. Sofraları resmen Halil İbrahim sofrasına döndü. İftardan sonra teravihe kadar da üniversiteli gençler onlar için oyunlar ve yarışmalar düzenlemiş, ufak hediyeler dağıtmışlar. Çıkarken hepsinin yüzünde gülücükler vardı ve ben bunların hepsini gördüm, başka bir program vesileyle oradaydım çünkü. Heyecan verici bir karşılaşmaydı.

Ramazan dışında bir yabancıyı yemeğe çağırmak alışıldık bir şey değil ama Ramazan’da bütün kapılar açık. İftar davetlerini kimse garipsemiyor. Aynı şey dinden söz etmekle de ilgili. Kanada’da insanlarla konuşurken durduk yerde dinden söz açmak şık karşılanmıyor. Ama Ramazan’da neredeyse her diyaloğun ucu İslâm’a çıkıyor. Ramazan gönülleri yumuşatıyor, kapıları açıyor. Dokunduğu şey dönüşüyor, girdiği yer rengine boyanıyor. Bunda iftarların rolü çok büyük. O yüzden artık iftar sofralarını alabildiğine çoğaltmak gerektiğine kaniyim. Ne de olsa kalbe giden yol mideden geçer…

Yanıldığım diğer konu iftar programlarıyla ilgili. Onların da oyalayıcı olduğunu, asıl meselenin ekran başında seyirci olmak değil bizzat amel etmek gerektiğini savunuyordum. Bunu hâlâ savunuyorum ama şunu tecrübe ettim ki iftar programı seyretmediğimde kalan zamanımı öyle benim tahayyül ettiğim gibi ibadet-ü taatle, evrad-ü ezkarla falan geçirdiğim yok. Ramazan hatmim için günlük cüzümü okuyorum, o da otuz-kırk dakikamı ancak alıyor. Psikolojik durumumdan mıdır, enerji düşüklüğünden mi bilmem, müspet manada başka bir şey yapamıyorum pek.

Öte yandan iftar programları çok kaliteli. Özgün konukları ağırlıyor ve ilgi çekici köşeler hazırlıyorlar. Dünyanın çeşitli coğrafyalarına bağlanıp oraların nabzını tutuyorlar. En küçük köylere kadar her yerde yaşanan Ramazan coşkusunu, iftar sofralarını görüyorsunuz. Bunlar hem Ramazan’ı değerlendirme adına güzel örnekler sunuyor ve insana şevk veriyor.

Öbür türlü kişi kendi dünyasına kapandığında, içinde güçlü bir motor yoksa, dünyayı kendi küçük dünyasından ibaret görüp hem ümitsizliğe düşebiliyor hem de dûn himmetlik edebiliyor. Yani tam kapasite çalıştırmıyor kendini, zâyi ediyor. Tamam her işimizi bırakıp ekranların başına doluşmayalım ama elimiz iş’teyken gözümüz orada olabiliyorsa olsun diye düşünüyorum.

Aslında bu iftar davetleri meselesi de iftar programları meselesi de kişinin, tasavvufî manada içinde bulunduğu hâl ve makam’a göre değişklik arz edebilir. Kişi her iki durumu da lehine çevirebileceği gibi aleyhine de çevirebilir. Tek bir yol yok. Sanırım önemli olan, Ramazan’ın kıymetinin farkında olup onu zâyi etmemek için uyanık olmak. Allah’a giden yollar mahlûkatın solukları sayısıncadır vesselam…

2 thoughts on “Ramazan Gündemi ve Yanıldığım Bazı Şeyler

  • Murat

    Bayram öncesinde, bayrama dair bir yazı güzel olabilir.

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *Time limit exceeded. Please complete the captcha once again.