Hikmet Tekeli

İçine bak!

Okuma süresi: 3 dakika

1

İskenderiyeli Pir söyledi:

Ey yolcu, içine bak!

İzine düş de;

Gizlenmiş ayıplarını ara, araştır!

Bilsen bu,

İzine düşmekten yeğdir,

Gizlenmiş gayıpların.

2

Levha

Kente yeni gelmişti, bir stajyer avukat olarak. Mahpuslarla da görüşebiliyorlardı o zaman. Nurslu Bilgenin kentin hapishanesinde olduğunu duydu, görmek istedi. Uzaktan baktı, kendi halinde, vakur ama yaşlı, garip bir âdem. Yanına geldi.

Ben, dedi, işittim ki bir eren varmış, kerametleri varmış… görmek isterim mesela elindeki tesbihi yürütsen bir işaretinle. İmanım artsa…

Nurslu Bilge güldü.

Bir çocuk varmış, dedi, zengin bir adamın tek oğlu, nazlı, değerli… ama çocuk işte. Adam oğlunu elinden tutup kuyumcuya götürmüş. Değerli taşlardan kolyeler, bilezikler… Altın saatler, zümrüt yüzükler…

Hangisini istersin, demiş adam, bugün senin günün, istediğini seç. Sen ki biricik oğlumsun benim.

Çocuğun gözü kuyumcunun tavana süs olsun diye astığı rengarenk balonlara takılmış.

Şu balonu istiyorum, demiş.

Avukata baktı sonra. Genç stajyer anlamıştı.

Ben, diyordu bu bakışlar, Kuran kuyumcusunun tezgahtarıyım. Benden altın gümüş iste, elmas, zümrüt sor. O lastik balonla ne işim olur…

3

Yolcu içinde arayacağı ayıplar hakkında bilgi istedi.

Üç surla çevrili bir saray gösterdi muallim. Her sur ayıp çerileriyle sarılmıştı. Tek tek araştırılacak, tanınacak… vuruşup yenmek gerekti sonra her birini. Dışarıdaki sur nefsin ayıplarıydı. Cismani şehvetler bekliyordu mazgallarda. Yeme, içme, giyinme, binek, mesken, cinsellik…

Sonraki sur kalbin ayıplarıyla sarılıydı, kalp şehvetleriyle… Baktı koltuk sevdası kurulmuş surlara, kibir caka satıyordu eli belinde kaftanının eteklerini sürüyerek, sonra dişini gıcırdatan kin göründü ilerde, düşmanlık, ucup derken… çok çetindi bu suru aşmak, çok zorluydu. Uzaktan son suru da gördü sarayı kuşatan, bu ne muallim, dedi, bunlar ne gözüm pek seçemiyor?

Onlar ruhun ayıpları, dedi muallim. Ruhani zevklere gaşyolmak ister bu surlarda çarpışan ama talep bu olmamalıdır. Erenler sofrasında oturmak, keramet sahibi olmak ister sonra, bu kuyumcu dükkanında balona tamah etmektir; sonra cennet köşklerine, hurilere iştiyak… ruh gözerimi katı uzaktır oysa, katı yüksektir. Çıtayı düşürmek sayılır bütün bunlar.

Muallim yine dedi:

Yolcu, keşif keramet gibi gaybi şeylerin peşine düşmektense özünde gizlenmiş haset, kibir gibi; rızık endişesi, fakirlik korkusu gibi ayıplarla ilgilenmeli, onların tanısı ve tedavisiyle uğraşmalı…

4

Muallim dedi:

Bu böyledir. Zira özündeki ayıpları gidermeye çabalıyorsa yolcu, bu Hakk’ı istemenin gereğidir; gaybları keşfetmek ise nefsin emeli.

Bir de ne lazım yolcuya evvel başta? İstikamet. İstikamet elde etmek için de nefs ayıplarını bilmek ve gidermeye çalışmak gerektir ki ameller afetlerden korunsun. Güzel haller ortaya çıksın ve zat aynasından cahillik tozu, gurur kiri silinsin.

Nitekin erenler hep şöyle demiş:

Ey yolcu!

İstikamete talip ol, keramete değil.

Yolcu, elinde defteri ateşin başında oturuyordu. Diğer eliyle alevleri azalan ocağı ölçeriyordu. Muallimi devam etti anlatmaya:

Nefsini bilen Rabbini bilir yazmıştın ya hani yola çıkarken defterinin başına; nefsini bilmekten murat, nefsin ayıplarını bilmen, bilip gidermeye çalışmandır.

5

Levha

Yolcu yol arkadaşına sordu:

Nefsimin ayıplarını kimden öğreneceğim? Nasıl olacak bu iş?

Bir tabibe gideceksin, dedi arkadaşı, bir kamil mürşid bulacaksın, bulabilirsen.

Bulabilirsen derken gözleri daldı, o da çok umutlu değildi belli.

Nasıl olacak ki o, bu devirde? Ortalıkta derviş postuna bürünmüş gulyabaniler gezerken, adım başı irşad kürsüsüne oturmuş tamu çağırıcıları?

Güç elbet, dedi yol arkadaşı, onun için yollara düştük ya kentlerden çıkıp. Yıldızlara baktı iç çekip, belki kitaplar, dedi neden sonra. Zamanın eleğinden geçmiş erenler ve sözleri. Her biri kandiller yakmış gitmiş bu karanlık çağda yol bulabilelim diye.

Sonra sadık arkadaş, dedi yoldaşı, ayıbını görse, gösterse bilirsin ki hevasından konuşmaz. İyilik, güzellik ister senin için, ırgalaması bundandır.

Yol arkadaşına baktı, gözleri parladı yolcunun. Hamd etti.

Ayıp arayan düşman da bir öğretmendir, dedi yoldaşı. Yol ehline ayıbını gösterir ki buna kızmak değil sevinmek gerektir.

Teşekkür söyleyene değil söyletene ama, dedi yolcu, gülümsedi.

Elbette, dedi arkadaşı, ilave etti sonra:

Bir de halka karışmak, izlemek, öğrenmek gerek. Bu Lokman yoludur, edebi edepsizlerden öğrenme meşrebidir.

Ben halka bizzat karışamıyorum pek ama romanlarla, filmlerle karışıyorum dedi yolcu.

Yol arkadaşı tebessüm etti közün üstüne çaydanlığı sürerken.

6

Bursalı pirlerden biri ayıtmış:

Olgun kişi için insaf gözü değerinde şaşmaz terazi yoktur,

Bilgeliğin doruğu da kişinin eksiğini bilmesidir.

One thought on “İçine bak!

  • bahar

    Modern çağın, tumturaklı, girift cümlelerinden uzak bu sade anlatım için kalbinize teşekkürler.

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *Time limit exceeded. Please complete the captcha once again.