Kavanozun Kebabı Yazarın Özürü
Şimdi bana ne deseniz hakkınız var sevgili okuyucularım, kaç aydır sizleri ihmal ettim. Kaç zamandır şöyle damaklarınıza layık yemek tarifleri vermedim, yakası açılmamış şeyler anlatmadım sizlere. Kızgınlığınızın farkındayım, editörüm de farkında. Okurların seni bir ele geçirirlerse ellerinden çekeceğin var alimallah diyerek vaziyeti bana rapor etti. Ama ben ona aldırmadım, okurlarımla benim arama kimse giremez dedim, onlara bir şey denilecekse bizzat ben kendim derim!
Durun ayol, hemen celallenmeyin. Bunca zaman sonra sayfalara elim boş dönecek değilim ya! Hele vereceğim tarifi, anlatacağım şeyleri bir okuyun, tatmin olmazsanız bu fakir-u hakirin sütunu size feda olsun. Ama ben ne dediğimin, elimde ne olduğunun farkındayım, kendimi affettireceğim evelallah.
Şimdi şu kabaran ayranlarınızı bir söndürün, arkanıza rahatça yaslanın da yazarınız asıl mevzuya girebilsin.
Efenim, bilirsiniz; bendenizin başkalarına suç atmak, kabahatleri yükleyecek günah keçisi aramak gibi nahoş huylarım yoktur Allah’a hamdolsun. Gelgelelim, bunu söylemeye mecburum ki, sizleri umman gibi kültürümden mahrum bırakışımın baş müsebbibi refikam hanımefendidir. Aylardır peşinde koşuyorum ki sizlere anlatmaya değecek lezzetler yapsın da ben onu sizlere aktarayım. Ama nerdee! Öyle hususi yemekleri hep ben evde yokken pişiriyor. Bir bakmışım sofrada en sevdiğim nimetlerden biri. İyi olmasına iyi amma, ben onun yapılışına şahit olmak, hazırlanışı esnasında işin bir ucundan tutmak isterim azizim. Bunu yapmazsam yediğimin lezzetini alamam. Doğal olarak da onu sizlere anlatamam.
Kaç defa, şu şu yemekleri ben varken yap diye talimat versem de hanımefendi bildiğini okudu. Benim yemeklerim senin yazı malzemen değil diye karşı saldırıya bile geçti. Yahu zaten yiyeceğiz, hem beraber yapsak hem peşinden ben yazısını yazsam ne mahzuru var desem de bir türlü ikna edemedim kendisini. Ben de mevzuyu soğumaya bıraktım. O soğurken benim de hevesimin soğuyabileceğini hesap edememişim.
Neyse ki nihayet hevesimin yeniden canlandığını fark ettim. Pazar günü evdeydik. Allah kabul etsin günlük cüzümü okudum, virdimi çektim, namazımı kıldım. Dışarı çıkılacak hava, gidilecek bir yer, konuşulacak kimse, televizyonda izlenecek bir şey yoktu. Eh, canım bir şey okumak da istemiyordu. Ne yapayım ne edeyim diye düşünürken hanım da iftara ne yapayım diye mutfakla salon arasında gidip gelmekteydi. Ben ne söylersem söyleyeyim o bildiğini okuyacağı için hiç oralı olmadım. O da daldan dala konup durdu. Bu arada buzdolabına çeki düzen verdi, mutfağın sağını solunu sildi, kedilere mama verdi, çiçekleri suladı falan.
Bu şartlar altında oruç halimle hımbıl hımbıl oturup telefona bakarken birden önüme bir yemek kanalı düştü. Bu arada söylemeyi unutmayayım, özellikle Ramazan günlerinde iftar öncesi yemek videoları izlemek gibi mazoşistçe bir alışkanlığı var bendenizin. Hanım kızıyor, kendini neden zorluyorsun zaten hastasın diye söyleniyor. Sevabımı bu şekilde artırdığımı ileri sürerek kendimi savunuyorum. Haksız da sayılmam hani, o nefis yemekler elimin altında oluyor ancak elimi sürmüyorum onlara. Ee, kulunun bunu sırf onun rızasını kazanmak için yaptığını bilmez mi Yüce Mevlam. Haşa!
İşte yine sevap artırmak maksadıyla videoyu izlemeye başlamamla ekrana yapışmam bir oldu. Bu başka bir şeydi. Bir defa adına vuruldum. İçinde kebap geçen her tamlamaya vurgunum vurgun olmasına da günlük kullandığımız eşyalarla birlikte anılan kebaplara ayrı bir vurgunum. Desti kebabı, tepsi kebabı gibilerine mesela. Tarifini izlediğim kebabın adı da kavanoz kebabıymış. Kavanoz ve kebap. Kırk yıl düşünsem ikisini yan yana getirmek gelmezdi aklıma. Lâkin ekranda gördüğüm, yorumlarda okuduğum şey şahane görünüyordu.
Beklediğim fırsatın ayağıma geldiğini o dakikada fehmettim erenler. Malzemelerin hepsi evde mevcuttu, yapımı kolaydı, görünümü muhteşemdi ve muhtemelen pek de lezzetliydi. Refikamın da buna kayıtsız kalamayacağını umuyordum. Ama yine de teklifi stratejik yapmakta yarar vardı. Çok önemsemiyormuşum gibi bir tavırla, “Şöyle bir şey var, hiç duymuş muydun?” dedim, kulak kabarttı. Kavanozda kebap fikri ilginç geldi. Hafifçe ileri ittim onu, “Ne dersin, iftara deneyelim mi?”
Hemen atılmadı ancak kapıyı açık bıraktı. “Bilmem, kavanoz çatlayıp patlamaz mı?” “Çatlamazmış. Camın erime ısısı çok daha fazlaymış. Hem zaten cam ateşte pişirildiği için mantıken de dayanıklı olması lazım.” “Etleri pişer mi acaba?” diye sordu. Burada izleyici yorumları yardımıma koştu. Etlerin lokum gibi olduğu teminatını onlardan alır almaz mutfağa fırladı. Ben de peşinden.
Öyle insana ceylan gözü yahut gül goncası gibi sevimli sevimli bakan arpacık soğanlarımız olmadığından normal yumruk iriliğindeki soğanlardan çıkardık. Bir baş sarımsak, üç beş yeşilbiber ve patates. Ben onları önce soyup sonra doğrarken o dolaptan eti çıkardı. Ardından bir kaba tuz, karabiber, toz biber, pul biber ve kekikten oluşan baharatları birer ikişer tutam koyduk. Üzerine bir yemek kaşığı salça ve kâfi miktarda zeytinyağı ilave ettik. Bir bardak suyla birlikte bunları karıştırınca sosumuz hazır oldu. Bu sos tereyağında kavrulursa salçanın çiğ tadı yemeğe karışmazmış ancak bunu biraz geç öğrendik.
Mutfağın köşesinde ne işe yarayacaklarını bilemeden mahzun mahzun bekleyen konserve şişelerinden iki tanesini göreve çağırdık, koşarak geldiler. İçlerini dışlarını güzelcene yıkadıktan sonra en dibine bir kaç parçaya böldüğümüz soğanlardan bir kat döşedik. Onların üstüne kuşbaşı doğranmış etleri, onların da üstüne biberleri ve patatesleri dizdik. En üste domatesler geldi. Hazırladığımız sosu kavanozların ağızlarından içeri doldurduk. İrice kestiğimiz bir tereyağı dilimini ve etin ağırlığını alması için defne yaprağını da koyunca sıra kapağını kapatmaya geldi.
Burası kavanoz kebabının en ihtilaflı tarafı. Kimine göre normal konserve kutularını sıkıca kapatmak gerekiyor ki şişe düdüklü tencereye dönüşsün. Kimine göre gevşekçe kapatmalı ki hava alıp kaynama payı bulabilsin. Kimine göre hiç kapak kapatmadan alüminyum folyo ile sarılmalı. Biz hepsinin karmasını aldık. Kavanozun ağzını kapatacak şekilde yağlı kâğıt koyduk, kapağı onun üstünden yeterince sıktık, kapağı da alüminyum folyo ile örttük. Sosun her tarafa yayılması için kavanozları yuvak gibi yuvarladık, ayran yayığı gibi çalkaladık ve kum saati gibi ters yüz ettik.
Benim böyle uzun uzadıya sayıp döktüğüme bakmayın, bilirsiniz edebiyat biraz da abartma ilmi. Hem sayfanın dolması gerekir, neylersin! Bütün bunları hazırlayıp fırına vermesi ben diyeyim on, siz deyin beş dakika ancak sürmüştür. Bu kadar kolay yani. Kebabımızı koyacağımız fırının ısıtılmış olması mühim, 180-200 derece arasında olacak. Pişme süresi kimine göre iki saat, kimine göre doksan dakika, kimine göre de bir saat. Biz yine ortalamasını aldık.
Kavanozlar kazaya mazaya uğrarsa diye onları bir fırın tepsisine koyduk. Hani taşar yahut çatlarlarsa fırını kirletmeyeceklerdi en azından. Kuru kuruya kaynayıp tepsiyi kavurmasın diye onun dibine de birkaç parmak su koyduk. Böylece yemeğimiz kaynayan suda pişecekti.
Mutfağı yavaş yavaş bir güveç kokusu kaplamaya başladı. Doksan dakika sonra camın ardındaki manzara etkileyiciydi. Bu arada söylemeyi unuttum, böyle özel bir yemeği keşfedip, üstelik elleriyle yapıp yalnız başına yemesini beklemezsiniz herhalde yazarınızdan. Hemen bir dost ailemizi iftara davet ettik. Kebabın yanına bir de pilav ve çorba kotardık mı sofra hazırdı işte. Salata, tatlı vesaire kolay işler zaten.
Kavanozlar dinlenip kapaklarını açmaya hazır hale gelene kadar misafirler de teşrif etti. Açılışını törenle yaptık. Mübarek, dumanları tüte tüte tepsiye döküldü. Her şey yolunda görünmesine rağmen benim içimde ufak bir korku vardı. Misafirlerden evvel tadına bakmak istiyordum ama mümkün olmadı. El mecbur, sofrada herkesle birlikte tatmak durumunda kaldım. Allah’tan tam puanı aldık davetlilerden. Ancak ben kendimi tam tatmin edemedim, bir şeyleri noksandı sanki. Onları da tespit edersem size haber veririm.
Yazıyı biraz zengin kalkışıyla bitirdiğimin farkındayım ama n’apayım yoruldum erenler. Hem sizi bu sıra dışı yemekle tanıştırarak affedilmeyi hak ettiğim inancı içimi ferahlatıyor. Haydin kalın sağlıcakla.
Diğer yazılarınıza da göz attım okudukça okuyasım geldi hocam. Üslubunuz alıp götürüyor. Bu akşam bize de yazı yolu gözüktü. hevese getirdiniz. Gönlünüze sağlık.
Elinize sağlık. İnsan tokken de acıkıyor.