Satranç ve Ötesi
Bir kitap her okunduğunda kendini biraz daha ve farklı yönleriyle açıyor insana. Hele bir de araya uzun bir zaman dilimi ve sıra dışı yaşanmışlıklar girdiyse o kitap sanki aynı kitap olmaktan çıkıveriyor.
Yıllar sonra, bu kış tatilinde, Stefan Zweig’in bir yönüyle ‘novella’ olarak da adlandırılan uzun hikayesi Satranç kitabını yeniden okudum. Geldiğim nokta şu ki; 20’li, 30’lu’ 40’lı yaşlarda aynı kitap farklı yaşam tecrübeleri ve yaşın getirdiği olgunlukla yeniden okunduğunda yeni bir algılar dünyasının kapıları aralanıyor zihinde. Düşüncede ve hissiyatta yeni kıvılcımlar beliriyor.
Satranç, 2.Dünya Savaşı sırasında tecrit edilen, psikolojik işkenceye maruz bırakılan, bir odada saf yalnızlığa, hiçliğe mahkum edilen bir esirin ruhsal dengesini kaybetmesini ve bununla başa çıkma mücadelesini anlatıyor. Hiçliğe mahkum edilmiş bir insanın ruhsal bunalımlarını çok iyi yansıtan karakter Dr.B. aynı zamanda Zweig’in biyografisinden izler taşıyor. Yazarın, sürgünde intihar etmeden önceki son yazdığı eser olan Satranç; hikaye kahramanının yanı sıra yazarın da hassas ve duygusal ruhundaki gelgitleri çok iyi resmetmektedir. Belki de yazarın insanlığa bir veda mektubuydu Satranç.
Kitaptaki ikinci karakter, dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic ise güce tapan Nazi otoritesi ve acımasızlığını başarıyla yansıtır. Kültürden, görgüden, medeniyetten uzak ve insanlarla iletişime kapalı bu hissiz varlığın hayattaki tek başarısı, daha doğrusu yapabildiği yegane şey, satranç oynamaktır. Zekasını tamamen bu alana kanalize ederek bu başarısını paraya ve güce çevirmiştir.
Satranç oyunu, Dr. B. için aylarca hiçliğe mahkum edildiği bir hücrede bir hayata tutunma çabası iken Mirko Czentoviç için para ve güç demektir. Dr.B. bir zorunlulukla başlamıştır satranca. Saf bir yalnızlıkla ve hiçliğe mahkum bir halde iken tesadüfen ulaşabildiği bir satranç kitabına sarılarak hayalinde binlerce kez kendi kendine satranç savaşı yapmıştır. Zihnini ikiye bölerek beyaz ve siyah alanlar, beyaz ve siyah taşlar oluşturmuştur. Zihninde kendi kendine gerçekleştirdiği bu mücadele, zamanla zorunluluktan tutku halini almış, daha sonra da Dr. B.yi bir çeşit manik depresif bir insana dönüştürmüştür. Mahkumiyetten kurtulmanın aracı olarak gördüğü satrancın mahkumu olmuştur adeta.
Öksüz ve yetim büyüyen Mirko Czentoviç ise toplumun değerlerine ve kültürüne ayak uyduramamış ve yalnızca bir tek alanda, satrançta, başarı gösterebilmiş. Medeni bir eğitimden hatta insanlarla konuşabilme yetisinden bile yoksun olan bu karakter, santançtaki başarısını “her şey” kabul ediyor. Zekası ve eğitimi yetersiz olduğu halde tek bir alana odaklanarak kurnaz hamleleri tepit ederek istediği başarıya ulaşmasını bilen tek boyutlu bir karakter. Bir konuda başarıyı yakalayınca her alanda güçlü ve saygın olduğunu sanıyor. Bu yanılsama onu, insanlara tepeden bakan, kibirli, güç budalası, terbiyesiz bir kişilik haline getiriyor. Karakterdeki “körlük”, üzerine ayrı bir yazı kaleme almaya değer boyutta.
Peki bu iki karakter bir gün uzun bir gemi yolculuğu sırasında gerçek bir satranç oyununda karşı karşıya geldiklerinde ne olur? Bir tarafta satrancı sadece hayalen, bilinç bölünmesi yaşayarak kendi kendine oynayan eski asilzade bir karakter… Diğer tarafta hayatını sadece satranç tahtası ve taşlarına bağlı olarak yaşayan, onunla güç ve otorite kuran, hayal kurmaktan yoksun bir kibir budalası…
Kim kazanır bu savaşı? Yazarın, nihayetinde intihar etmesi bu sorunun cevabı olmaya yeterli mi?
İnsanın, ruhunda var olan hayatta kalma ve var olma mücadelesinin bir gereği olarak geliştirdiği savunma mekanizmalarının boyutlarına ve sınırlarına dair analojiler sunuyor kitap. Ruhun şad olsun Zweig!
Zweig’ı, yaşayarak anlamak da varmış. Allah akıbetimizi güzel eylesin. Elinize sağlık.
Teşekkür ederim, Katkınız ve temennileriniz için! Muhabbetle..
Etkileyici bir kitaptı. Tekrar hatırlamış oldum. Elinize sağlık.
Ara ara dönüp tekrar okunulası bir kitap..
İki hafta kadar önce okudum bu kitabı ve çok beğendim. Üzerine bu güzel değerlendirmeyi okumak da keyifliydi.