MEN
Sabah yürüyüşü için parka iniyordu son zamanlarda. Güneş doğmadan az önce inip bir saat kadar yürüyordu. Kuşların zikir saati, ciğerini dolduran temiz hava… Evet, tamamen ıssız değildi sokaklar; arada arabalar geçiyor, insanlar da var yollarda tek tük ama gündüze göre oldukça sakin yine de. Sanki sadece bu saatlerde inen bir sekine asılı havada. Çocukken dinlediği ilahiler geliyor aklına. Seher vaktinin dua saati olduğunu, kuşların, çiçeklerin zikrini anlatan ilahiler…
“Seherde uyanırlar cümle kuşlar
Kendi dillerince tesbihe başlar
Tevhid eyler dağlar taşlar ağaçlar
Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan”
Derken bu saatte duyduğu seslerin, soluduğu havanın sadece bu saatte yere inmiş bir gök sofrası olduğunu düşünüyor. Tıpkı çölde avare dolaşan Musa kavmine (ona selam olsun) gönderilen kudret helvası “men” gibi.
Men, her gün yeniden yağan bir rızıktı dediklerine göre. Biriktirilmesi, bir gün toplayıp bir hafta kullanmak, hatta yarına alıkoymak mümkün olmayan kudret helvası. Bedenin mucize gıdası… İşte seher vakti yürümek, dilde tesbihle yürüyüp kuşların, ağaçların ve taşların korosuna katılmak da öyle bir ruh gıdası olmalı. Ama tesbihte, zikirde tekrar ve devamlılık esas. Önden biriktirmek olmaz. Vakit, ibadetin şartlarındandır çünkü. Kalp, gök ekmeği tesbihle her gün beslenmeli ki zinde kalsın.
*
Türkçe anlatılarda “kudret helvası” denen yiyecek, Kuran’da “menn” adıyla geçiyor. İhsan, nimet anlamları veriliyor bu sözcüğün karşılığı olarak. Kitab-ı Mukaddes çevirilerinde “man” deniyor. Şöyle bilgiler de var kitaplarda, “man” İbranice bir sözcük, Yunanca, Latince metinlere “manna”, “manne” şeklinde geçmiş. “Bu nedir?” diye sormuşlar Musa’ya (ona selam olsun) “ne?” sorusundan kalmış “man” ismi. Bir başka açıklama; ılgın ağacının salgıladığı sıvıya denirmiş “man” diye. Mennü’s-sema da denirmiş bu salgıya, göğün ihsanı yani.
Kudret helvası dediğimiz mucizevi “men”e gelince, Mısır’dan çıkan İsrailoğulları çölde aç kalınca bu gıdayı lütfetmiş Allah. Sabah çiy kalktığında kırağı gibi, pulcuklar halinde belirirmiş. Bir de kullanma talimatı var; kişi başı bir ölçek toplanacak, o gün tüketilecek, yarına bırakılmayacak. Fazla toplanırsa kurtlanır, kokarmış. Bu bir tevekkül eğitimi miydi acaba? Biriktirmeme, her gün o günün rızkı için yola çıkma…
Şöyle rivayetler de var: men, her yiyen için istediği ve ihtiyacı olan yiyecek yerine geçermiş, çocuk için süt, genç için et, yaşlı için bal…
Fecir vaktinde herkes kısmetini toplayacak; kar gibi yağan, herkese ihtiyacı kadar verilen nimeti.
*
“Eğer siz Allah’a hakkıyla tevekkül etseniz kuşlar gibi rızıklanırdınız. Onlar aç gider, tok dönerler.” Sabah uyanan ve aç olarak rızkı için uçan kuşlardan bahsediyor hadis. Seherde tesbih eden kuşlar, sonra rızkına doğru uçuyor belki.
Ey kalbim sen de rızkın için seherlerde uyanık kalmalısın öyleyse. Evde daraldıysan yollara düş. Seherin taze havasını ciğerine doldur. Elinde (olmasa da olur) ve dilinde (ille) tesbih… Tevhid oku. Mahv u isbat zikri. Yok etme, temizleme; sonra olması gerekeni sabit hale getirme. Önce “la ilahe” mahv, silmek… Bütün Samiri buzağılarını, putları, putçukları, idolleri, totemleri… Sonra “illallah” gönül evini sahibine tahsis etmek. Adımlarını bir tempoya uydurunca, “la ilahe” desin dilin, “rezzak yok” düşünsün aklın, “galip yok” düşünsün, her şeye boyun eğdiren kahhar, lutfeden latif yok desin… İllallah, Ondan başka. Hannan yok, mennan yok… Ondan başka.
Lütuf, ihsan, nimet, menn… Ondandır. Minnet onadır. Mennan O’dur.
*
Kuşlar her gün yuvalarından çıkarlar, aç kalma endişesi duymadan.
Kudret helvası her gün yağar, ertesi güne kalmaz, biriktirilmez.
“Hem cismani ihtiyaç gibi, manevi ihtiyaçlar da çeşit çeşittir. Bazısına insan her nefes muhtaç olur; cisme hava, ruha Hû gibi… Bazısına her saat; Bismillah gibi vb.”
*
Adam yürümeye devam etti. Dilinde tevhid, ağaçlarda kuşlar… Seher kuşları, bülbüller, kumrular…
Sanki kuşların tesbihi de sabah çiğiyle inen gök sofrasıymış gibi geldi bir an adama. “Ya ze’l-menni ve’l-atâ” işitti sanki kulağı, “Ey nimet ve ihsan sahibi” diyordu kuşlar. Sonra dikkat etti “Ya azîme’l-menn” işittiğini sandı, “Ey nimeti pek yüksek olan.” “Ya ze’l-menni ve’l-beyan” söylediler, “Ey nimet ve beyan sahibi.”
Daha dikkat etti, bütün kuşların, bülbüller ve kumrularla beraber, parkın girişinde yukardan çığlık atan karganın, şehrin gıcırtılı seslerine öykünen alakarganın sesi, baştankaranın, sığırcıkların, serçelerin, söğüt bülbülünün sesi kendine has rengini yitirip karıştı. Günün ilk ışıkları mor bulutlar arasından huzmeler halinde yükselirken kuşlar gök ekmeği “men”i gönderen Rabbi çağırıyorlardı tevhid okuyan adamla birlikte: Ya Mennan, Ya Mennan, Ya Mennan…
Men, nimet, minnet, Mennan…
Güzel bir yürüyüş, hoş bir tefekkür yazısı. Bilgilendik. Elinize sağlık
ramazan esintili bir yazı, devamını bekliyoruz, kaleminize sağlık 💐