Suçun Rengi: Bülbül’ü Öldürmek
Bazı eserler, gazetelerin kitap eklerinde, tavsiye listelerinde ve dahası nitelikli yazarların eserlerinde sıkça karşımıza çıkar. Bazen de zevkine güvendiğimiz bir arkadaşın nazara vermesiyle fark ederiz onları. Ortada bir başarı vardır ki dilden dile dolaşıyordur. İşte, “Bülbülü Öldürmek” de bu tür eserlerden.
İsmi, niyeyse “Gül’ün Adı”nı anımsattı bana. İyi seçilmiş kitap isimleri, eser adına her zaman bir şanstır. Peki, niye bu isim verilmişti. Ne anlatıyordu, merak ettim. Epey bir okumadan sonra sorumun cevabını yine kitapta buldum. Baba Atticus, eline tüfek verdiği oğluna, “Arka avluda konserve kutularına ateş etmeni tercih ederim ama kuşların peşine düşeceğini biliyorum. İstediğin kadar saksağanı vur vurabilirsen ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır,” diye nasihat veriyordu. Kitabın ismi buradan geliyordu demek. Ama bu sefer de, bülbülü öldürmeyi neden günah görüyor ki dedim içimden. Mutlaka bunun da bir cevabı vardı. Onu da buldum elbette; Bayan Maudie’nin konuşmasında. Kitap bütünüyle okunduğunda görülecektir ki, Atticus’un tırnak içindeki sözleri, romanın da omurgasıdır.
Lee’nin, eserine mekân olarak, Alabama’nın kurgu bir kasabası Maycomb’u seçtiği görülür. Üç çocuk, Scout Finch, ağabeyi Jem ve arkadaşları Dill, romanın öne çıkan kahramanlarıdır. Onların çocuk dünyalarında gerçekleşen macera ve kurgusal korkular ekseninde, neredeyse iki yüz sayfa boyunca belli bir ritimle ilerler kitap. Bu sırada, kasaba ve kişiler, toplumdaki bakış açıları zihne iyice yerleşir. Fakat sonunda, asıl kıvamını bularak hareketlenir ve kendini keyifle ve merakla okutmaya başlar.
Yine de kimi okurlar, mahkemenin başladığı bölüme kadar sıkılıp romanı elinden bırakabilir. Nitekim Gabriel Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık”ını yüz sayfa kadar okuyup bıraktığımı hatırlıyorum. Geri kalan ve övülen kısmını ne zaman ve nasıl okuyacağımı bilmiyorum. Elbette bu bir tercihtir. Romanın değeri, bütün klasik ve büyük romanlarda olduğu gibi üslup, yoğunluk, inandırıcılık, doğallık, detayları ve insanı yakalama başarısından ve mesajlarını ustaca vermesinden gelir. Bundan dolayı, ismi öne çıkan eserleri okumaya koyulurken, başlarda sürükleyicilik aranmamalıdır.
Romanlar, karakterler üzerinde büyür. Bu eserde kötüyü Bob Ewell, kötünün baskısıyla gerçeği gizleyeni de kızı Mayella temsil eder. Suçüstü yakalanmış Zeliha misali o da kendini temize çıkarmak için kolay bir çıkış yolu bulur. Kökü siyasete dayanan ve “En iyi savunma saldırmaktır” anlayışına sığınan Mayella, iftira silahını çekmekte tereddüt etmez. Peki, mahkeme var mıdır? Vardır; ama hukuk yoktur.
Eserde, bütün ayrımcılığa ve dolayısıyla haksızlığa uğramışların sembolü olarak Tom Robinson karakteri karşımıza çıkar. Suçlanmıştır. Üstelik çocuk yaştayken ve bir beyazın işinde çalışırken sakat kalmıştır. Mağduriyetler onunladır. İnancından dolayı suçlanan topluluklar gibi o da renginden dolayı doğal suçludur! Hâlbuki inancın ve rengin suçu olmaz. Suç, insana mahsustur.
Kasabanın Maycomb Tribune adlı bir gazetesi ve bu gazetenin, sadece üst kattaki penceresinden bakarak mahkeme ve hapishane haberleri yapan Underwood adlı bir sahibi vardır. Haksızlığı diliyle düzeltme konumunda bulunan medya, içler acısı bir durumdadır yani. Şöyle bir düşünüldüğünde, romanda yaşanan gerçekler, bugün de güncelliğini korumaktadır.
Yazar bir yerde şu cümleyi kurar: “Güney Alabama’da mevsimleri birbirinden ayıran kesin çizgiler yoktur; yazlar sonbahara sarkar, bazen sonbahardan sonra asla kış gelmez…” Ama sanki bu cümleyle bir zıtlığı da nazara verir. Kitabın satırları arasında ilerledikçe, Maycom’da insanlar arasında aşılması zor çizgilerin hatta duvarların olduğu görülür. Yalnızca orada değil, bugün dünyanın dört bir yanında hâlen öylece duran bu sınırların ortadan kalkması için uzun bir zaman diliminde büyük bedeller ödenmiş ve ödenmektedir. Yine de ne kadar yol alınırsa o kadar kârdır.
Bununla birlikte, her devir ve dönemde, haksızlık karşısında dik duran birileri mutlaka bulunur. Kitapta, sadece siyahilerin değil, insan öznesine saygı duyan bütün onurlu kimselerin saygıyla ayağa kalkacağı bir hak savunucusu olarak Avukat Atticus Finch ön plana çıkar. Çünkü vicdan ve empati duygusu bunu zorunlu kılar. Çünkü karşımızdaki insanı kendimizden hareketle daha kolay anlayabiliriz. Bunun için yazar, Atticus’un diliyle şöyle der: “Basit bir sır öğrenirsen her türlü insanla anlaşman kolaylaşır, Scout. Bir insanı anlayabilmek için, o insanın baktığı açıdan bakmayı becerebilmelisin…”
Eserin sembol kişiliği Atticus, avukat olması ve hukuksuzlukla mücadele etmesi bakımından, aslen avukat olan ve ABD’de köleliği ortadan kaldıran başkan Abraham Lincoln’ü akla getirir. Atticus, mesleğinin gereğini yapan bir vicdan ve akıl adamıdır aynı zamanda. Her koşulda kendiyle çelişmemeye titizlikle dikkat eder. Oturmuş bir karakterdir. Bir yerde kızına şöyle dediği görülür: “Sıfatları kaldırırsan geriye gerçekler kalır.” Berceste bir mısra ya da tek satırlık bir roman gibi etkileyicidir bu söz. Zira unvanı, rütbeyi, serveti, şöhreti… kaldırdığımızda, en saf ve en yalın haliyle geriye kalan, insandan başkası değildir.
Eserin, geniş mekânı Alabama bölgesi ve yayınlanma zamanı (1960) dikkate alındığında, yazarın Martin Luther King’e destekçi olduğu düşünülebilir. Çünkü King, ilk kez Alabama’da, henüz 24 yaşında, Baptist kilisesinin Pastörü olmuş, iyi eğitimli, ufku açık ve özgürlükçü bir lider olarak, Gandhi’nin “şiddete dayanmayan sivil itaatsizlik” felsefesini benimsemiş, halkların eşitliği ve siyahilere eşit haklar verilmesi konusunda adeta çığır açmıştır. Bununla birlikte “Scout” ismi de, ufak bir benzerlik ve çağrışımla yine King’i akla getirir. Çünkü King’in eşinin soyadı ve küçük oğlunun ikinci adı da “Scoot”tur.
Kitabın mesajı güçlüdür. Dişleri olan dişsizi ısırır. Boynuzu olan boynuzsuzu küper. Parası olan yoksulu ezer. Makamı mevkii olan, sıradanı çiğner. Öyle ya, hata ve kusur, küçük olanındır! Ortada bir suç mu var, garibin suçudur o! Siyah isen doğal suçlusun; azınlıksan da öyle! Süslü sokaklar, ışıklı caddeler, gösterişli binalar, parlak ve cakalı kanunlar yine seçkinler içindir. Kibir değişmez elbisedir. Seçkinler ve zorbalar için kendinden başka her şey ezilmeye, kullanılmaya mahkûm ve mecburdur. Hâlbuki renkler suçlu değildir; bakış açıları suçludur. Haksızlık karşısında bir anıt gibi dik duran birileri mutlaka bulunur.
Yaşlı dünyamızda, kimi yerde Siyahiler ve Kızılderililer kimi yerde de Yahudiler, Çingeneler ve Müslümanlar… ayrımcılığa ve haksızlığa uğratılarak kapanmaz yaralar açılmıştır. Bir ırkla, bir renkle, bir dinle, bir bölgeyle sınırlı değildir zulüm ve adaletsizlik. Asırlar boyunca süren kronikleşmiş ayrımcılık ve haksızlık belki de en çok siyahileri vurur. Onlar da bıkmadan ve usanmadan sürdürülen sistemli bir mücadeleyle, verilmeyen hakları söke söke almasını bilir. Martin Luther King, Rosa Parks, Malcom X, Nelson Mandela… gibi öne çıkan siyahi öncülerin yanında, farklı alanlarda sıradanlıktan sıyrılan pek çok kimsenin çabası ve gayreti başarıyla neticelenir.
Harper Lee, yaşadığı dar bir çevreden hareketle kurguladığı eseriyle, her başarılı yazar gibi yerelden evrensele ulaşmayı ve bu bir tek eseriyle klasikler arasında yer almayı hak eder. Dahası, bir kadın yazar ve bir beyaz olarak, ayrımcılığa dikkat çekmeyi ve normalleşmeye önemli bir katkıda bulunmayı başararak vicdanlı ve duyarlı kimseler arasında saygın bir yer edinir. Bu durum gerçekten alkışlanacak bir şeydir. Pulitzer ödülü ise işin küçük bir detayıdır sadece. “Bülbül’ü Öldürmek”in, aynı adla filme aktarıldığını, “Yeşil Yol” ve “Onurlu Bir Adam” gibi, siyahilere ayrımcılığı konu alan birçok filmin arasında çoktan yerini aldığını söylemeliyim.
Bir de devam romanı var, yazar uzun yıllar sonra yazmış, Tespih Ağacının Altında. Zamanla nasıl değişiyor insan? sorusunun cevaplarından biri gibi geldi bana ama bu kitaptan daha acıklı sonuçta.
Yazıyı hazırlarken biyografisinde gördüm ama henüz okumadım dostum. Kitabın Ismi hoşuma gitti. Gerçi “tesbih ağacı” Islami bir isim. Muhtemelen çeviri sebebiyle böyle olmuş. Iyi de olmuş. Şiirsel…
Ağacın adı öyledir Türkçede. Başka adları da var. Sanırım akgünlük de deniyor ama emin değilim.
Akdeniz illerinde iki çeşidi var. İlki, Hatay ve Mersin civarında Zanzalak, Zenzelah (Farsça Azederach kelimesinden mi geliyor bilmiyorum) Tespih ağacı namıyla şehir merkezindeki kaldırımlarda boy gösterir. Çiçekleri, tipi, kokusu ve rengiyle leylağı çağrıştırır. Bir yazımda kullanmıştım. Diğeri de Amonos dağı eteklerinde köy bahçelerinde görülür. Tespi (Akgünlük) derler. Yakın zamana kadar tohumlarını ezerek akarsuda balık tutarlarmış. (Ağaçlar konusu da bir derya)