Güzide Şen

Bir Dilim Limonun Sarısındadır Yalnızlık

Okuma süresi: 2 dakika

Saçaklardan dökülen yağmur damlalarını izledi. Yattığı yerden doğrulup verandaya yöneldi. Güne yağmur sesiyle uyanmış olmaktan mutluydu. Çıplak ayaklarıyla verandanın ucuna kadar geldi ve gözlerini kapadı. Temiz havayı içine çekti, yüzünde beliren gülümseme büyüdü; bugün dışarıda halletmesi gereken hiçbir iş yoktu.

Yapraklar daha parlak, toprak çok daha canlıydı. Hafif bir esinti tenini ürpertti. Tekrar içeri girdi, geniş koridordan geçerek mutfağa yöneldi. Mutfak camını sonuna kadar açtı, başını dışarı uzattı ve tekrar derin bir nefes aldı. İçeriye toprak kokusu doldu. Çayı koyduktan sonra bahçe domateslerini ve biberlerini yıkamaya başladı. Bu sabah, güzel bir kahvaltı yapacak, günün kalanında kitap okuyacaktı. Belki akşama doğru evine yaklaşık dört kilometre uzaklıktaki göle doğru bir yürüyüşe çıkar, hava güzel olursa gün batımını izleyebilirdi. “Ne tuhaf,” diye düşündü domateslerin üzerine kekik serperken. “Sanki yalnız kalmayalı yıllar olmuş da ben bu yalnızlığı özlemişim.”

Sahanda pişirdiği yumurtanın üzerine biraz pul biber, tuz ve peynir serpiştirdi. Çayını doldurdu, cam boyundaki masaya oturdu. O sırada gelen bir titremeyle havanın serinliğini daha iyi fark etti. Yavaşça kalkıp camı tekrar kapattı. “Ne tuhaf,” diye düşündü. “Ne kadar özlesem de bu yalnızlığı -hem de yersizce ve hep benimleyken oysa- tek başıma kahvaltı edemiyorum hâlâ.”

Çayı şekersiz içerdi, bazen bir dilim limon. Başını camdan yana uzattı. “Güne yağmur sesiyle uyandım.” dedi fısıldarcasına. Bir şarkı sözü gibi geldi cümle ona. “Güne yağmur sesiyle uyan..”

“Güne yağmur sesi..” Yağmur bir anda hızlanmaya başladı. Kalkıp çamaşırları toplamalıydı. Çayından bir yudum aldı ve hızla bahçeye çıktı. Çamaşır sepetini almadığını hatırladığında geri dönmedi, çamaşırları kucağında toplamaya başladı. İlk üç sırayı hızla toplamış son sıraya gelmişti. İleriye doğru bir adım atmıştı ki elini geri çekti, beyaz çiçekli sarı elbiseye öylece baktı. Gözlerini kırpıştırdı. Çiçekli elbise de, kucağındaki diğer çamaşırlar da gittikçe ıslanıyordu. Saçları alnına, ensesine yapıştı. Ayaklarının halen çıplak olduğunun farkında bile değildi. Artık, üşüdüğünün de.

Öylece,

beyaz çiçekli sarı elbiseye baktı.

“..yağmur sesi..”

Bazı anlar vardır; bir şeyin hayatımızdaki varlığına ya da yokluğuna o kadar alışmışızdır ki var olanın da, olmayanın da farkında değilizdir artık ve işte o sırada bir şey olur. Bir kitapta, bir cümle çıkar karşımıza ya da bir çocuk düştükten sonra kanayan dizini bir erik yaprağıyla örter ya da bir gün ezbere bildiğimiz bir telefon numarasını tuşlar ve çalmasını bekleriz ama soğuk ve hissiz bir kadın sesi o numaranın artık kullanılmadığını söyler ya da resim çantamızı unuttuğumuzda koşup alabilecek kadar gücümüzün artık kalmadığını, bir yaş pastası üzerindeki mumları tek nefeste söndüremediğimizde anlarız ya da ders çıkışları yağmurun dinmesini beklerken girdiğimiz çorbacının çorbaları artık o kadar lezzetli gelmemeye başlamıştır ya da yine yağmurlu bir günde bir trene atlayıp uzak ve kimselerin ismimizi bilmediği bir şehre giderken üstümüzde tam da şu çamaşır ipinde asılı duran elbiseden vardır. İşte böyle anlarda insan ansızın yorulabilir… Olduğu yerde dizlerinin üstüne çökebilir ve yağmurun üzerine yağmasına izin verebilir. Üzerine yağmasını isteyebilir yağmurun.

“yağmur..”

Tercih edilmiş yalnızlığın, mecbur bırakılmış yalnızlıktan farklı olmadığını anlayabilir böyle biri ve hayatında yitip gitmiş ne varsa hepsinin ardından doğan boşluğun tam da böyle bir anda farkına varabilir belki ve o boşluklardan içeri sızan yağmurun altında, sırf o boşluklar iyice dolsun diye kalmak isteyebilir.

“yağmur..”

“yağ..”

Daha da fazla kalmak isteyebilir.

“yağ!”

Evin içindeki, varlığını her köşeye sinsice yedirmiş, fark edilemez hâle gelmiş ıssızlığı hatırladığında, artık, dizlerinin toprak toprak olması ne, ne soğuktan titreyen elleri, ne artık kimselerin binmediği bir istasyondan kalkan trenler.. hiçbiri yetmez yalnızlığın sindiği duvarlara sırtını yaslayıp, sessizliğe gömülmüş kırlentlere ayaklarını uzatmasına.

“Ne tuhaf…”

Bir yağmur, bir yalnızlığı ıslatabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *Time limit exceeded. Please complete the captcha once again.