İrfan Arslan

Gün Evini – 20 / Bunca Varlık, Sandığa Sığmayan Rengârenk Kumaş

Okuma süresi: 4 dakika

7 Ekim, Salı

Az önce bulaşıkları yıkarken bir video dinliyordum. O an bir şey fark ettim, daha doğrusu düşündüm. Belki de Yunus aleyhisselamın denize atılmasına sebep olan fırtına bulutu Ninova halkını yok etmek üzere yola çıkan aynı buluttu. Yolu oradan geçiyordu bulutun. Önce Yunus’un denize atılmasını Zünnun olarak yeniden doğuşunu sağlıyor, sonra Ninova üzerinde görünüp şehrin tövbe etmesini. Günün sonunda dağılıp gidiyor hiçbir felaket getirmeden.

Hadiselerin perde arkası böyle de olabilir. Ekşi suratın arkasına gizlenmiş müşfik bir el.

En azından teselli için, sabra kuvvet vermesi için bu bakış açısına yakın durmak zorundayım.

*

İnşirah suresi hakkında metin okuyorum birkaç gündür. Eski bir metin, onaltıncı asırdan  kalma üç beş sayfalık bir yazma. Surede kabz ve bast konusunun nasıl işlendiğini anlatıyor. Sanırım dönemin padişahına ders olarak sunulmuş. Bir arkadaş, birkaç kelimenin okunuşuyla ilgili fikir almak için gönderdi metni. Ama dayanamadım, hepsini okudum. Neyse, şu cümle o risalecikten mesela:

“Âlem-i kesret ise a’râz-ı mütenevviadan mürekkeb sandûk-ı taayyüne sığmaz kumâş-ı rengârenktir.”

Bu çokluk âlemi; türlü türlü, asıl olmayan, ikincil özelliklerin bir araya gelmesiyle oluşmuş, taayyün sandığına sığmayacak rengarenk bir kumaştır.” İnsanın ruhunun sıkılması, kabz hali yaşanması bundanmış.

Yunus Emre diyor ya “Bunca varlık var iken/ Gitmez gönül darlığı”. Bunu eskiden, “Çok fazla varlık içinde yine gönül darlığı çekiyoruz ya, hayret bi şey” gibi anlardım. Ama çok eskiden. Sonradan işin öyle olmadığını fark ettim. Yunus öyle demiyor, “halinize şükredin, bu kadar mal mülk, nimet yeter,” demiyor. Tam tersine gönül darlığının tam da o sağımızı solumuzu dolduran ama özellikle de kalbimizi meşgul eden varlık yüzünden yaşandığını söylüyor. O rengarenk kumaş aslında gönül evinden temizlememiz gereken çerçöpten başka bir şey de değil. Ya…

…Aslında sevdiğim iş böyle bir şeymiş. İnsanın işi eski bir kütüphanede böyle metinlerle meşgul olmak olsa ne hoş olurdu.

8 Ekim, Çarşamba

Ara ara “Hak Dini Kur’an Dili”nden birkaç sayfa okuyorum. Geçenlerde ne zaman başlamışım bu cilde diye baktım “Kasım 2023” yazıyor başında. İki yıl süren bir cilt. Başlarken en az yılda birini okuyayım diye niyet etmiştim. Hep olduğu gibi yine hedefi tutturamamışım. Takım altı cilt, bu gidişle gidersem on yıla biter. Sanırım hızlanmam lazım.

Neyse bugün bitirdim ve yeni cilde başladım. Babam gibi. Özellikle emekliliğinden sonra düzenli Kur’an okurdu rahmetli. Bir gün okuduğu mushafın içinde bazı sayfalar buldum. Tarih atmış, “Bugün hatm-i şerifi bitirdim ve aynı gün yenisine başladım” diyor notlarda. İki üç ayda bir hatim. Bazılarına sevabını kimlerin ruhuna bağışladığını da eklemiş. Sonlara doğru yazısı bozuluyor gittikçe. Rahmetli demans hastasıydı. Bilincindeki kayıp yazısına yansımış.

13 Ekim, Pazartesi

Sabahtan beri bir muhabbet Geceze’de. Önce “Güvercin Gerdanlığı” hakkında tartışma, ardından Ömür Bey’in yazısı, sonra Hasan Bey’in uzunca mütalaası. Önce yorumları sonra yazıyı okudum.

Bir vesileyle eski dosyalarıma bakmam gerekmişti bu arada. Bilgisayarda açtığım youtube miksi o sırada Güneş grubunun bir parçasını çaldı (Köne Güzer). Geldi kafiyeli bir şarkı. Ne bu? Her şey üst üste…

Neyse, birden kendimi duygusal bir atmosferde buldum ve birkaç satır konuşmak geldi içimden.

Önce yalnızlık üzerine; Efendimizin (sav) ilk vahyiyle ilgili şöyle bir yaklaşım duydum dün. Kırk yıl peygamberliğe son altı ay da vahye hazırlandı. Bu vahye hazırlanma sürecinde önce sadık rüyalar sonra yalnızlığın kendisine sevdirilmesi süreci var.

Bu, Ömür Bey’in yazısına dipnot olsun. Yazı güzeldi. Hasan Bey’in notları da. (Yazıyı ve notları yalnızlıkla, siyerle nasıl bağladım birden toparlayamadım ama bir ilgisi olmalı. Belki yaşanan her şey sonradan yaşanacaklara hazırlık olarak da okunabilir demiştir bilinçaltım.)

“Güvercin Gerdanlığı”na gelince, benim görüşüm, öyle çok eski eserlere ve şahıslara hepsini kucaklayıcı ve mümkünse hepsinden istifade edici bir bakışla yaklaşmanın doğru olduğu şeklinde. Son aylarda Ali Bulaç’ın haftalık konuşmalarını dinliyorum çıktıkça. O da buna vurgu yapıyor sık sık. Ona katılıyorum. Ben aradan o kadar zaman geçtikten sonra İbni Arabi ile İbni Teymiye’den, İmam Gazali ile İbni Sina’dan birini tutarken neden ötekine düşmanca tavır alayım ki? Dışlamadan, işime geldiği kadarıyla hepsinden istifade etmeye çalışırım.

O kitaba gelince, çok eskiden elime aldığımı hatırlıyorum. İçeriği hiç hatırlamıyorum. Bir de film vardı. İki kez izledim, sevdim. Ama pek anlamadım. Merkezinde Güvercin Gerdanlığı olan sanırım Cezayir veya Tunus  yapımı bir filmdi. Bab’Aziz gibi bir tat bıraktığını hatırlıyorum. Bu arada Bab’Aziz’i de iki kez izledim. Anlayabildiğimi söyleyemem. Müzikleri çok iyi yalnız.

Meryem Hanım’ın öyküdeki göndermesi kitabın içeriğinden ziyade ismine ve çok güzel oturmuş. Olmazsa bi ara, ama yakın bi zaman olmasın lütfen, “Güvercin Gerdanlığı” okuyup tartışalım.

(Hâmiş: Bugünün notlarını önce gruba yazdım sonra uzun diye buraya aldım. Aslında Hasan Bey’in yorumunu da kopyalamayı düşünmüştüm ama sonra vazgeçtim. O kadar da uzun boylu değil, dedim.)

15 Ekim, Çarşamba

Akşam erken yattım ama rahatsız bir gece geçirdim. İki sebebi var sanırım. Biri yemek ağır geldi. Bayat kuru, sonra yağlı köfte. Zor bir görev yaşlı midem için. İkincisi dün akşamüstü yaptığım telefon görüşmesi.

Bir platformda hesap açtım, öğrenci bulmaya çalışıyorum. Üstelik her teklif için para ödemem gerekiyor. Dün biri yazmış, Eski Anadolu Türkçesi, Orta Türkçe, Çağdaş Türk.. vs. vs.de iyi öğretmen arıyorum. Hemen talip oldum tabi. Hatta şöyle bir şey yazdım, benden başka bunların hepsinden anlayan biri çıkmaz. Neyse, dönüş yaptı. Ben seviniyorum öğrenci buldum diye. “Doğrudan konuya girmek istiyorum,” dedi ve girdi: “Ben aslında online ders istemiyorum, şey istiyorum, kopya.” İlave etti “Yardımcı olabilir misiniz?”

“Yok,” dedim, “ders çalışmak istersen buradayım.” Kapattı.

Acayip canım sıkıldı. Akşam öyle, erkenden yattım. Hâlâ etkisini atamadım üstümden.

Pandemi döneminde başka bir platformda hesabım vardı. Üç dört öğrenci de bulmuştum orada ama bu tür “kopyacı” beleşçi takımından talep gelmeye başladı sonra. Bir iki derken, sistem de benim puanımı düşürüyordu sanırım ders taleplerini reddediyor diye. Sonra orayı bıraktım. Lanet olsun kazanacağım üç kuruşa diyerek. O zaman online sınavlar için yardım istiyorlardı. Demek bir şekilde aynı yolda yürüyen “zavallı” öğrenciler var şimdi de. Aslında az biraz çalışsa daha kolaylıkla hallederdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *