Mervâ Babacan

Hiç

Okuma süresi: 2 dakika

HiçKapıyı sessizce çekip çıktığımı sandım. Aslında kapının yağ isteyen menteşeleri yayvan bir sesle kapıyı açıp kapattığımı evdekilere ilan etti. Böylelikle evin dışına çıktığım herkesin malûmu oldu. Benimse  çok da umurumda olmadı.

Çıkarken duvara monteli askılıktan aldığım eski montum elimde öylece kalakaldı. Eylülün ortasında bu hava pek akıl alır gibi değildi. Dışarısı adam akıllı soğuktu. Az evvel sağanak halinde yağmur yağmıştı ve her yer ıslaktı. Sular toprakla beraber altında kalan her şeye fazlasıyla dokunmuştu. Nitekim kapının önünde duran ayakkabılarımın içi de neredeyse su ile dolmuştu. Eğildim ve her zaman olan normal bir şeymiş gibi ayakkabılarımı tutup ters çevirdim ve  akan suya baktım. Anlık bir düşünce eve girip kuru bir ayakkabı almam gerektiğini söylese de hemen geçti gitti.

Ayakkabıları bir iki silkeleyip kendimce sudan kurtulduğunu düşündüğüm anda ayaklarıma geçiriverdim. Çoraplarım hemen ıslaklığı emdi ve tenim bu ıslaklığın soğukluğunu dibine kadar hissetti. Aldırış etmedim. Ayaklarım bir nebze üşürdü, o kadar. Ya da en fazla hasta olurdum. Galiba bu düşünce elimdeki montu giymem gerektiğini aklıma getirdi. Aceleci olmayan bir tavırla onu sırtıma geçirdim.

 Merdivenin köşelerindeki küçük su birikintilerine basmamaya özen göstererek aşağıya indim. Hepi topu on beş basamaktı zaten. İnince sokağa şöyle bir bakındım. Montumun düğmelerini ilikleyip yakasını dikleştirdim. Böylece ıslak ayakkabıyı giyen ben değilmişim gibi soğuktan korunmak için önlemimi aldım.

Hiç acelesi olmayan birine mahsus sakinlikle sokağı adımlamaya başladım. Kafam istemsizce ayaklarıma bakar gibi eğildi. Yokuş yukarı çıkarken hep böyle yapardım. Yirmi, yirmi beş adım ilerledikten sonra kafamı kaldırıp, yokuşun başındaki titrek sokak lambasının hemen altındaki çeşmenin başına baktım. Kimseler yoktu.

Sokakta kimin canı sıkılsa önce buraya gelir, başka bir canı sıkılanın daha gelip kendisine eşlik etmesini beklerdi. Bugün beklemeyecektim. Hatta birilerinin olmadığına içten içe sevindim. Kimseyle konuşmadan uzun uzun yürümek istiyordum.

Yokuşun başına çıkınca bir sağa bir sola bakındım. Önümden eski bir Toros hızlıca geçti. Kim olduğunu seçemedim. Belki de yabancıydı. Köşeyi dönünce gözden kayboldu. Ben de sağa doğru dönüp bu tarafa yürüyeceğimi kendime açık ettim.

Aynı sakinlikte yürüyordum. Yoldan tek tük geçen arabalara bakmıyordum bile. Karşıdan gelenler gözümü alıyor, arkamdan gelenler önümü aydınlattıktan sonra yolu zifiri bir karanlığa bırakıp gidiyorlardı. Etrafa biraz dikkatle bakınca evleri çoktan geride bıraktığımı fark ettim. Doğru düzgün sokak lambası da yoktu buralarda.

Bulutlar bağırlarındaki suları boşaltmak için bir kere daha sıraya girmişlerdi sanki. Ay ortalıkta görünmüyordu. Belli belirsiz bir bulut kümesinin arkasındaki varlığı anca seçiliyordu. Bir anda gök gürledi ve ortalık aydınlanıverdi.

Biraz sonra, ayakkabılarımı dolduran az evvelki kadar olmasa da, yağmur yağmaya başladı. Gözlerim ayaklarıma gitti hemen. Islak ayakkabıların içinde buz tutmuş olsalar da “nasıl olsa ıslanacakmışız” diye düşünerek teselli ettim onları. Yağmurda yürümek güzeldi. Yine de hızımı arttırdım.

Nereden geldiğini anlamadığım bir köpek peyda oldu yanımda. Ne onun bana ilişmeye gönlü vardı ne de benim ona. Yol arkadaşlığı misali yanımda sessizce yürümeye başladı. Sevmek için hamle yapmadım bugün. Ya da “hoşt” deyip onu kovmak için. Varlığından habersiz bir tavırla yoluma devam ettim.

Kafamdaki düşünceleri bir bir silmeye uğraştıysam da başarılı olamadım. Yine kırk tilki geldi kafamın içine doluştu. Kuyrukları birbirine değdi hatta dolaştı. Baktım baş edemiyorum, hepsini bir kenara koyup beklemelerini tembihledim. Nasıl olsa hesaplaşacaktık onlarla.

Koydum onları oraya ve zihnimin derinliklerinden çıkıp iyice suyun içinde yürüyormuşum hissi veren ayaklarıma döndüm. Dönmemle yanımdaki arkadaşın gitmiş olduğunu fark etmem bir oldu. Benden sıkılmıştı demek. Olsun, gönül koymadım. Aklım soğuktan uyuşmaya başlamış ayaklarımdaydı.

Soğuğun gerçek yüzüyle yüzleşince uzun yürüyüş fikrinden vazgeçtim. Zaten evin etrafında koca bir daire çizdiğimden eve az kalmıştı. Hızlandım. Yağmur da benimle birlikte hızlandı.

Biraz evvel salına salına indiğim merdivenlerden ikişer basamak atlayarak çıktım. Ayaklarımı ıslaklığın içinden bir çırpıda kurtardım. Kapı kolundan tutup aceleci bir tavırla itekleyince, kapı yine o yayvan sesiyle evdekilere geldiğimi haber verdi. Umursamadım bile. Üşüyordum…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *Time limit exceeded. Please complete the captcha once again.