Meryem Bulut

Sensiz Olmaz

Okuma süresi: 6 dakika

I.

UZAK KARŞILAŞMA

Bir şey anlatmak istiyorum. Bütün kelimeler bunun için değil mi  zaten.  Anlatmak istediğim şey, ürpertici şekilde korkunç hem de derin kökleri var. Bazı şeyler öyle. Korkunç, çünkü korkuyla ilgili. Yani, hayattaki  temel duygulardan biri. Korkunun yolu bazen uzun olur. Uzun derken, insan bunu fark etmiyor çoğu zaman. Sanırım.  Fark etmiyor ki görsün. Fark etmek genellikle kolay değil. Neredeyse son sürat koşan bir atı durdurmak gibi.  Düşünmek. Hissetmek.  Karşılaştırmak. Benzerlikler veya farklılıklar bulmak… Bunlar için vakit yok.İnsanoğlunun  özündeki bu temel duyguyu görmesi, onlarca duygu arasından bu kök duyguyu bulması çok zaman istiyor. Zamanı var mı, bu çağın?Çok zor fark ediyor insan bu duyguyu. Bir ağacın dışarı çıkmamış kalın köklerini görmek gibi. Derin denizlere dalmak gibi. Bazen o kadar yüzeydedir ki onu görmemek için görme yetisinin felç olduğunu düşünürsün. Parkta kökleridışarı çıkmış ağaçları hatırlattın.  İçimdeki benlerden biri olan sen, eğik harflerle konuşan vatandaş. Yanımda olmanı istiyorum. Karşımda değil. Karşındayım. Nasıl davranacağını bilmiyorsun bana. Bir gölge gibi beyninin dehlizlerinde geziyorum. Silik duruyorum. Emin olamadığında  nasıl da kıvranıyorsun.  

Bu dünyanın gürültüsünden korkup kendi kabuğuna çekilmiş kaplumbağa gibi duruyorum. Korkak. Bir insan görsem  başımı içeri çekiyorum. Alameti farikan olan o başını. Eşrefi mahlukata yaraşır olmak  için zorladığın o kokuşmuş başını. Kalbimdeki korkuyu örtmek için mi onca kelime, diyorum kendime. İşte kalbin tumturaklı; inişli çıkışlı; yılan kıvrımlı yollarından hüdhüd gibi bütün menzilleri aşarak geldin, bir çırpıda söyledin meramını… Korkunun karda izini belli etmeyen adımlarını… Bazen gelip kalbime yapışıyorsun. Emiyorsun başka duygularımı. İşte o zaman içimden sana okkalı bir tokat atmak geliyor. Şöyle seni  yere güzelce yapıştırmak. Ama yok. Dirilirim ben. Ayrık otları gibi alakasızyerlerde biterim ben. Seni felç ederim.Elini kolunu bağlarım ruhunbile duymaz. Korkunun savaş meydanlarında sınandığı çağların geçtiğinin farkındayım. Korkunun ‘Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’lerde kalmadığını da biliyorum. Korkunun büyük imparatorluğunu kurduğunu da gördüm. Korkmalısın benden. Merhamet çınarının kökleri kuruyalı çok oldu. Korkmalı insan. Bunu tavsiye edebilirim ancak sana. İstersen.Hayır, hayır! İnanmam sana. Benden kaçamazsın.Korkmuyorum senden. Kalbimde, ruhumun derinliklerinde gölgelenmiş de olsa aydınlık bir yan  var. Merhameti önemseyen bir damar var. Korkmam senden. İddialı laf.Korkarım kader seni iddaandanvurur.Yoo, yoo! Korkularımı ehilleştireceğim. Niyet ettim insan olmaya. And içtim; hayallerimle yan yana yürümeye. Beni de al!Sensiz olmaz canım arkadaşım. Canım korkum.

II. YAKIN KARŞILAŞMALAR

BİR

Senaryonu bitirdin mi? Evet, nihayet bitti. Emin misin? Tabii canım. Yönetmen arkadaşla son kontrolleri de yaptım. Son kontrolleri yapmış olman işin tamam olduğu anlamına gelmiyor, biliyorsun. Biliyorum. Bilmenin yetmediğini sen de biliyorsun. Biliyorum. Biliyorsun bilmesine de senaryonu bir sosyologa okutmak aklına gelmedi. Aman, sen de! Her senaryoyu sosyologlar okusa, ortada senaryo diye bir şey kalmaz! Olur mu canım. Senin gibi güzel ülkenin bahtsız insanlarının derdini anlatmaya baş koymuş senin gibi bir senaristin ulemanın fikrini almaması, onlara danışmaması olacak şey değil. İşin ehline başvurulması iyidir, buna dikkat ederim. Zaman zaman da bunu yaparım. Bu senaryo için çok lüzum görmedim. Bu eserde bunu yapmazsan hangi eserde yapacaksın? Bu eser, hani geçen gün yönetmenine biraz çekinerek söylemiştin ya, hani gelişmemiş ülkelerin çoğunda görülen problemlerden biriydi. Hani Ortadoğu halklarının makus tarihinin neredeyse her çağında kendini gösterebilecek çatışmalar barındırıyordu. Sense bu güne ışık tutmak istediğini söylemiştin. İşi erbabına sormak kadar doğal ve gerekli ne olabilir!  Yönetmene söylediklerimi unutmadım, sözlerimin arkasındayım. Lakin iş danışmaya gelince aynı fikirde değilim. Sen ki ince eleyip sık dokursun. Demek danışmaktan çekiniyorsun, dur yanlış kelime oldu, çekinmiyorsun, düpedüz korkuyorsun! Korkmak mı! Onu da nerden çıkardın? Çünkü sen mükemmeliyetçisin. İşini çok iyi yapmak istersin. Sıradan bir insana okutursun eserini. Sıradan dediysem, sence sıradan. Yani senin bir ya da birkaç level altındaki senaristlere, ufak yazar arkadaşlarına. Ufak dediysem hani ısmarlama bir şeyler yazanlara, biyografi karalayanlara falan. Bu senaryo için ne yaptın! Sosyal içerik dedin, Ortadoğunun kaderi dedin ama çakma bir sosyologa bile okutmadın. Çakma sosyolog dediysem sen, bilirsin onu. Bu senaryonun sosyologa ihtiyacı yok! Nasıl yok canım! Senaryonun adı bile sosyal bir tema içeriyor. Gurbet Kuşları gibi bişeydi. Gerçi adı henüz tam netleşmedi. belki Almanya’dan Gelen gibi bir isim de koyarsın, yapımcıya bir sor. Ama sosyologa sorma. Taktın sosyoloğa! Sen de taktın bir şeye ama farkında değilsin. Aman, bir araba dolusu laf ettin. Aklım karıştı. Neymiş o taktığım? Ya tam takıntı değil de üstünü öttüğün, görmezden geldiğin diyelim!  Hayda, bir de bu çıktı! Çekinme, söyle! Sen ki insan ruhunun karanlık odalarında gezdiğini söyleyen bir senarist, yazar… Kendi halinden habersiz olsun. Başkasından fikir almak gibi bir erdeme inanmasın. Kahramanlarının ruhunun odalarında cirit atsın da kendi ruhunun ilk karanlığını sezer gibi olunca kapıyı örtsün ve dut yemiş bülbül bahtiyarlığıyla tebessüm etsin. Olacak iş değil! Olacak iş değil. Siz ki kendinize o kadar güvenirsiniz!  kırmızı halılarda ödül için yürüdüğünüz zamanlar… Makus Ortadoğunun kaderine dair binlerce laf, kendi kalbinizdeki bir duyguyu görmekte zorlanırsınız. Halbuki adın gibi biliyorsun o duyguyu. Hep kapını çalıp durmuyor mu? Ve sen onu hafif vuruşlarla savuşturmuyor musun? Adın gibi biliyorsun, kökü derinlerde onun. Hadi gel itiraf et. Sosyolog bahanesiyle. Sosyolog bahanesi mi? Sosyologdan mı korkacağım ben!

İKİ

Ona âşık mısın? Tabii ki âşığım. Kaç gündür, onu düşünmekten alamıyorum kendimi. O kadar düşündüğüm yetmezmiş gibi rüyalarımın vazgeçilmez elemanı. İyiymiş. Bunlar âşıklık için yeterli göstergeler gibi dursa da iyice ölçüp biçmek gerekir. Aşk, kalp işidir. Tartı değil. Sen de bizi iyice izansız yaptın. Aşkın kalple ilgili olduğunu en kalpsiz insan bile bilir. Ama şunu gözden kaçırmamak lazım. Her sevgi aşk mıdır? İyice karıştırdın. Elmayla armuttan bahsetmiyoruz. Aşk başka sevgi başka! Ben sana daha başka  bir şey söyleyeyim. Tamam, aşk başka sevgi başka beğeni/hoşlanma da farklı. Bunlar arasında dünya kadar fark var. Abartma! Dünya kadarmış! Benimki düpedüz aşk. Ne diyordum sana, rüyalarımın vazgeçilmezi o. İlahi senin halin, gündüz tuzlu balık yiyip gece pınar gören adamın hali gibi. Onu düşünüyorum, onunla beraber kendimi mutlu huzurlu hissediyorum. Daha ne olsun! Onu yeteri kadar tanıyor musun? Zevkleriniz, hayata bakışınız benziyor mu? Temel dinamiklerinizi biliyor musun, yok! Bilmez olur muyum, biliyorum. Bazı sıkıntılar var ama halledilecek cinsten.   Hem benden etkileniyor, değiştiririm ben onu. Değişmek öyle kolay mı! Sen değiş o zaman… Seninki de iş! O kadar az tanıyorsun, hem de aşığım diyorsun. Sen bu halinle rüyasında darı gören tavuğa da benziyorsun. Yanılıyorsun azizim, ben tavuk falan değilim. Ben olsam olsam âşık bir tavuk olurum! Aynı zamanda kör tavuksun. Önünü bile görmüyorsun. Rüyayla aşkı karıştırıyorsun! Niye karıştırayım, aklım yok mu benim. Biliyoruz biz de bir şeyler… Tamam biliyorsun da kafan halen elmayla armutu topluyor. Kafan halen aşkla sevgiyi/ beğeniyi karıştırıyor. Aşk, biriciktir, tektir. Bu kız senin kaçıncı aşkın! Bana aşktan söz etme. Sen beğeniyle aşkı karıştıran tayfadansın. Ben beğeninin süresine bakarım. Beş altı ayı geçtiyse aşktır o. Vay vay vay…  Aşka süre belirleyecek  kadar uzman kesilmişsin. Halbuki aşkta göze aldıkların daha önemlidir. Kendim için göze aldıklarımı, vazgeçtiklerimi daha önemserim. Önce can, sonra canan. İşte tam da zurnanın zırt dediği yerdeyiz. Ne münasebet, önce can, sonra canandayız. Ben de onu diyorum ya… Sen önce canan demekten korkuyorsun, yani  aşktan korkuyorsun. Korktuğun şeyin efeliğini yapma. Cümle ortalarına kurulup durma  öyle. Korkunla baş başa kal.

ÜÇ

Size korku cumhuriyeti bırakmayacağım. Muz cumhuriyeti vardı da korku cumhuriyeti de nerden çıktı? Size korkunun en aza indirildiği, korkunun sadece ölümden olduğu bahtiyar bir ülke bırakacağım. Söz veriyorum. Artık eski Sovyetler iki yüz yıl öncesinde kaldı. Yüzümüzü korkusuz bir geleceğe çevirdik yoldaşlarım! Korkmayınız, üzülmeyiniz. Sıradan insanların, tebanın korkuyla beslendiğini bilmez gibi konuşmayın. Teba, sofraya iki kaşık yemek koyamayacağı ihtimalinden bile korkar. Akşam eve cepleri boş dönmek korkudan da öte vahim bir şeydir. Ölüme yaklaşan bir şey.  Atalarımızın kanlarıyla sulanmış bu toprak korkmayanların bize emanetidir.  Bu millet can vermekten  korkmaz. Aç kalmaktan da korkmaz. Onun korktuğu tek şey vardır. Halkım, kıymetli yoldaşlarım!  Size söz veriyorum.  Her türlü korkudan emin olduğunuz bir gelecek vaat ediyorum. Kendime güveniyorum, size güveniyorum. Hiçbir şeyden korkmuyorum. Ölümden bile mi?

III.YAKINLAŞAN UZAKLIK

Ölümden bile korkmayan bir insanlık için yapılacak bir şey kalmamıştır. Korku, yakınlaştıkça uzaklaştı mı bizden? Ahirete yaslanmayı da mı unuttu korku?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *