Meryem Bulut

Neyi Bildim?

Okuma süresi: 3 dakika

Bilmek, güzel kelime. Güzelliğin insana mutluluk verdiği düşünülse de bilmek insana mutluluktan ziyade huzur verir. Yavaş yavaş gelen, zamanla kalbe yerleşme temayülünde olan bir huzur. Bilginin huzuru çağırması öyle kolay olmuyor zannımca. Ehli irfan buna ne der çok kestiremiyorum, lakin bildiğimi düşündüğüm birkaç kırıntıdan yola çıkarak söyleyebiliyorum bunları.

Bilgi, bir konuyu öğrenmiş olmak ve anlamak olarak açıklansa bile aradaki anlam farklarını görmemek mümkün değil. Hız çağını yaşadığımız bu dönemde bilmenin katmanları üzerine düşünecek zamanımız da yok. Bilmek, bir iki saat önce veya birkaç gün önce öğrendiğimiz bilgileri servis etmenin çok ötesine geçemiyor. Bazen de bir vecize aslı astarı araştırılmadan sohbetlerin başmisafiri olabiliyor. Dindar camia arasında yayılan kahve içmenin faziletiyle ilgili hadisler(?); Cuma mesajlarının faziletine dair söylentiler buna örnek olmak için gayet müsaitler.

Fazla zararı olmayan, faydalı olduğunu bile iddia edebileceğimiz böyle şeyleri bir yana bırakalım da bilgi üzerine yeterince düşünemeyişimizi düşünelim. Öğrenilen şeyler hayatımızın neyi olur? Süsü! Güzelliği! Korkusu! Pırıltısı! Farkındalığı! Daha çok insan yapanı! Cevapları çoğaltmak mümkün. Bazen cevaplarımız birbirine yakın olsa da bizim önceliğimiz hangisine doğru kaymaktadır? Bu soruya dürüstçe cevap vermek gerekir. Kolaycı yanıtlarımız olacaktır olmasına da derinlemesine düşündüğümüzde verdiğimiz cevap belki de hayatımızın önemli bir noktası olan mesleğimizi veya yaşam tarzımızı bile yönlendiren temel bir noktaya dönüşebilecek güçte olacaktır.    

Öğretmenlik yaparken şuna dikkat etmeye çalıştım: Bilginin hayatla bağlantısının farkına vardırmak. Branşım olan Türkçe veya edebiyatın, insan hayatının her alanına yayılan bir eylem olduğunu anlatma gayreti taşıdım. Sesli okumada zorlanan veya vurgu tonlamaya dikkat etmeyen çocuğa ne denir,  yaramaz Tuna’ya anlat bunu! Babaannen hasta, sana “Havadisleri oku gözümün nuru!” dedi. Öyle mırmır, kedi gibi mi okuyacaksın sevgili torun… Üniversiteye gittiğinde arkadaşların Martin Eden’den bahsedince, ben o artisti tanıyorum mu diyeceksin sevgili genç!  Benzeri ve değişik şeyler paylaştım onlarla. Kültürlü bir ölü olmak veya kâmil insan olmak arasındaki münasebet üzerine uzun uzun tartıştık, liselilerle.

Bilginin, bilgi yığınından öteye geçmesi için çok uğraştım, kendimle ve onlarla. Çünkü kendime de öğretmek istediğim bir şey vardı: Kalbe inmeyen, davranış üzerinde etkili olmayan bilgi, yükün ötesine geçemiyor. Dönüştürücü olmuyor. Ya da şöyle anlatayım: Bilgiyi tek başına ele alıp, onu sadece zekâmızın göstergesi olarak havalandırmayıp; bütünle, kâinatla, insanla ilgisini, yani bilgi ile düşünme arasında bağı kurabilirsek bilgi gerçek bilgi olur bence. Buna katılmayanlar olabilir, olacaktır.

Bilmiyorum, belki de ben haksızlık ediyorum. Bilgi, bilgidir. Bilginin düşünceyle öyle sandığım kadar derin bir alışverişi yoktur. Beni bu düşünceye iten şu oldu sanırım: Çevremde alıntılarla konuşan o kadar çok insan var ki… Herkes hikâyeler anlatıyor. Hayatın sırrını çözen küçük hikâyeler, büyük hikâyeler, büyük sözler, afilli cümleler… Bazen sorasım geliyor, sen bu cümlenin neresindesin. Kendi cümlen var mı? Ama sormuyorum tabii. Kendime soruyorum sadece. Hayatı anlamaya çalışıyorum bildiklerimle. Bildikçe fark ediyorum sığlığımı, belki o yüzden bu kadar susuyorum. Bildiğim,  iman ettiğim birkaç cümle var ve sanki onları kalbime kazımak için doğmuşum. Farkındayım, bilginin ve düşüncenin peşinden koşmalıyım, nefes nefese; ömrüm yettiği kadar. Bir bilgiden diğerine giderken bir bakıyorum gidecek yerim kalmamış. Kırk kapıya uğruyorum, sonra yine ilk kapı. Sonra başka sokaklar,  mahalleler… Başka iklimler. Bunlar hep bilme isteği yüzünden, aklımı susturma isteğimden. Olacak mı, olabilir mi… Bilmiyorum. Yoldayken, yol oluyorum; ararken buluyorum, bulurken kaybediyorum… Böyle bir döngü. Bilmek isterken bilginin b’sine, b’nin noktasına iniyorum. Orada kendi küçük dünyamı görüyorum, bilme’nin vicdana doğru kaydığına şahit oluyorum. Vicdanın sessizliğine saklanmış bilgiler. Israrla, geceleri, sessizlikte onların konuşmasını istiyorum, bekliyorum. Bazen ses veriyor vicdanın sesi. Bazen koyu, süslü bir karanlık…

Bilgiye bu kadar çok anlam yüklemem belki insana ve erdem toplumuna olan inancımla da ilgili. Bilgiye niçin ihtiyacı olduğunu anlayan bir kişi/toplum ilerleme yolunda ilk adımını atar galiba. Amaçsız bilgi insanın sözünü parlatır da başka ne işe yarar bilemedim. Amacımız ışıltı değil de ışıksa sanırım bilgiye daha çok önem vermeliyiz.

2 thoughts on “Neyi Bildim?

  • Anonim

    Vicdan, bilgi, sezgi, bilgelik… Bilmek ama neyi bilmek… Güzel bir yolculuk olmalı. İçe doğru. Kendini bilmeye doğru. Kadim bilgelerin dedikleri gibi.

    Yanıtla
    • Anonim

      Her insanın yolculuğu farklı. Benze durakları olsa da

      Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *