İrfan Arslan

Gün Evini-3 / Kökünü Arayan Bir Sürgün

Okuma süresi: 5 dakika

18 Şubat, Pazar

Elimde bir dosyanın son okuma çıktıları vardı, sabahtan biraz okudum. Öğlen biraz daha, derken yoruldum, “iş” ürememeye başladı. Bir elime bastonumu, diğer elime bir şiir kitabı alıp küçük bir yürüyüşe çıktım. Baston daha çok aksesuar bu arada. Belki bir parkta banka oturur, birkaç şiir okurum diyordum. Kitap Tanpınar’ın Bütün Şiirleri. Yol üstündeki ilk küçümen parka oturdum, hava güneşli, çocuklar kaydırağa biniyorlar, salıncakta sallanıyorlar. Şenlikli bir ortam. Banka çöküp kitabın ilk şiirini okudum, bir daha, bir daha, ikinci şiire geçemedim bir türlü. Biraz durdum, kalktım, sonra ilerde caminin önündeki parkta oturdum, ikinci şiire geçmek gelmedi içimden, aynı şiiri üç kez daha okudum dikkatle, dizeler gittikçe içime işliyor sanki. Sonra üçüncü park, büyük olan, orada üç kez daha okudum. “Ne içindeyim zamanın…”

İlginç bir resim çiziyor Tanpınar bu şiirde. Neyin resmi derseniz, emin değilim. Belki bir halin resmi, belki bir ömür kurmaya çalıştığı düşünce kulesinin özeti… Geniş bir an; geçmiş, şimdi ve gelecek diye kompartımanlara ayrılmamış. Sanırım geçmiş ve gelecek de şimdide içkin. Sonra bir rüya rengi. Ve sessizlik. “Başım sükûtu öğüten / Uçsuz, bucaksız değirmen” diyor. Sessizlik unundan ne yapıyor acaba, öğütüp de neye dönüştürüyor sessizliği? Sükutu tefekkür olanın sözü hikmet oluşmuş, öyle bir şey mi bu? Belki, emin değilim.

İran-Tacik ortak yapımı bir film vardı “Sükûtî” yani “Sessizlik”, sessizlik denince onu hatırlıyorum.

“İçim muradına ermiş / Abasız, postsuz bir derviş” İç derken kalp mi, ruh mu, hafi ya da ahfa mı anlamalıyız, yoksa hepsi de olabilecek daha genel bir kavram mı kast edilmiş? “İç”in muradı nedir bu arada? Ben “muradına ermiş” ifadesini “huzura ermiş” şeklinde anlamak istiyorum. Yani daimi huzur. Tefekkürle ulaşılacak bir makam. Pekala “hayret” olarak da okunabilir. Ama “hayret vadilerinde sergezdan” söz öbeğindeki anlamıyla değil, “hayret makamında müstağrak” söz öbeğindeki anlamıyla. Abasız, postsuz bir derviş olan “iç”e onu yakıştırdım çünkü.

Ve son dörtlük geliyor. Dünya kökü bende bir sarmaşık olmuş. O huzur halinde, evrenin bütünleştiğini, her şeyin her şeyle bağlı olduğunu sezme. Bir varoluş algısı.

Belki ben tasavvuf terimleriyle algıladım şiiri ama pekala Hint mistisizmiyle filan da yorumlanabilir. Süreğen bir dinginlik algısı sonuçta, panteizmle filan da… Aman ya, neyse ne.

Biri yapay zeka uygulamalarına komut vererek bu şiirin resmini yaptırsa birkaç tane güzel şeyler çıkardı aslında.

19 Şubat, Pazartesi

Bu sefer koruya çıktım yürüyüş için, yine kısa bir gezinti, hiç değilse 6000 adım olmuştur demiştim ama yanılmışım, ayıptır söylemesi 5000 bile olmamış. Dün çıvgın ve karatavuk görmüştüm bugün onlarla beraber birkaç kuş daha gördüm serviler, çamlar arasında yürürken. Karatavuklar yerden yerden uçtular önüm sıra. Hatta ağaçkakan sesi geldi ama kendisini göremedim. Bir de bu mevsimde koru zemininde siklamenler açmıştır diye düşünüyordum. Birkaç yerde gördüm ama tek tük, öyle gümrah kümelere rastlamadım. Yol kenarlarında gülhatmi fidanları gördüm, henüz açmaz tabi, çok erken. Siklamenin birçok adı var dilimizde. Bizimkilerin verdiği adı sevmiyorum. Zerafetini bir yana bırakıp toprak altındaki yumrularına göre adlandırmışlar bu çiçeği. Bence en güzel adı buhurumeryem, hangi yörede kullanılır bilmem.

21 Şubat, Çarşamba

Bugün her gün yürüdüğüm sokaklar yerine başka bir rota tercih ettim. Maksadım bir bahar dalı görebilmekti. Başta yok öyle bir şey dedim, evet, tomurcuklar yakında patlayacak ama henüz vakit var. Hem iyi ki de var. Erken açan badem çiçekleri soğuğun kurbanı olur çoğun. Bunları düşünürken kaldırım kenarında aynısafalar gördüm, oradan bademin yanından uçan baştankaralar elektrik teline konup öttüler. Tamam, dedim, çiçeklerden aynısafa, kuşlardan baştankara bugün. Ama o kadarıyla da kalmadı, az sonra kocaman servilerin, çamların gölgelendirdiği asude sokaklara çıktı yolum.

Ağaçlarda, çimenlerin üstünde alakargalar uçuşuyordu renkli kanatlarıyla. Yaşlı bir badem, sanki yere yaslanmış dirseği, bir dalı duman çiçek. Sonra güller, saksağanlar, çokça kumru ve diğer kuş seslerini bastıran kumru sesleri. Bir evin önünde nergis, okulun yanındaki parkın kenarında küme küme süsen… Süsenler de tomurcuğa durmuş, haftaya kalmaz açılır bence.

Eve dönünce dün kaldığım yerden masadaki kitabı okudum, zaten küçücük bir şeydi, bitti.

Bu kitabı geçen yıl almıştım aslında, ne var ki kardeşim el koydu önce, ondan yeğenim almış, ben unutmuştum neredeyse. Geçenlerde yeğenin kitaplığında gördüm, aldım geldim geri. Bir gezi kitabı denebilir “Aile”ye, ama öyle herhangi bir gezi kitabı değil. “Bir sürgünün, üçüncü nesil sürgünü” adını verdim ben. Biraz arabesk mi oldu bilemedim, öyle söz oyunu filan.

Neyse, David Boratav hepimizin çok iyi bildiği Pertev Naili Boratav’ın torunu. Dedesi siyasi baskılar yüzünden Avrupa’ya göçüyor yanında eşi ve küçük oğluyla. İşte David o babasıyla Fransa’ya giden küçük çocuğun oğlu. Dedesinin önemli bir adam olduğunu anlaması geç olmuş. Babası fizikçi, dedesinin uğraşını hep küçümsermiş. Dedenin vefatından sonra ailesinin köklerine, dedesinin masal derlediği yerlere gitmek istiyor David. Yayıncısının cesaretlendirmesiyle yola düşüyor. Çok az Türkçesi var, Türk kültürüne, hayat tarzına yabancı. Elinde bir ayakkabı kutusuna doldurulmuş fotoğraflardan seçtiği bazı fotoğraflar var. Kuzeniyle, amcasıyla konuşuyor. Nasıl bir yol izleyecek, nerelere gidecek?

O iş öyle iki ayda yapılacak bir şey değil elbet. Bir kasabadan söz ediyorlar. Kökler orada olmalı. Sonra çantasında dedesinin kitabı trende giderken kendisi keşfediyor, masalların derlendiği yerler gösterilmiş kitabın sonundaki notlarda. Harita üzerinde işaretleyince kuzeninin haklı olduğunu anlıyor. Birçok yeri işaretli haritanın. Batıdan doğuya neredeyse işaretsiz yer yok.

Bazı ilginç yerler de var kitapta, öyle olmadığını biz biliyoruz ama gezi yazısı yazan yazarımız algıladığı şekilde yazmış. Ya da çevirmen bazı şeyleri atladı mı acaba? Her kasabada, en küçük yerlerde bile nüfus memuru var diyor mesela. Böyle bir şey olmadığını biz biliyoruz. Nüfus ilçede olur. Acaba muhtarlığı öyle mi algıladı? Sonra bir yerde ezan tasviri yaparken müezzin Kuran’dan yaprak çevirirken çıkan sesler de geliyordu gibi bir şey söylüyor. Başları atkılı kadınlar falan filan…

Ama aile kütüğünün olduğu kasabada gerçekten bir nüfus kayıt defteri çıkarıyor memur önüne ve dedelerini, onların kardeşlerini gösteriyor defterde. Yurtdışından gelen bir misafire yapılan ayrıcalık diye anladım bunu. Biz gitsek nüfus dairesine hiçbirimize o defteri açıp göstermezler. Alt üst soy bilgisini verirler sadece, dedeni, onun babasını, onun babasını ne varsa görebilirsin ama dedenin kardeşi ya da amcası hakkında bilgi alamazsın. Yana doğru soy araştırmak yasak bildiğim kadarıyla.

İlginç kitaptı, Pertev Naili ve neslini, dağılmış ailesini düşünüp hüzünlendim. Emeği büyük hocanın. Ayrıca verdiği ilham, etkisi akademi camiasıyla da sınırlı değil. Mesela Nazım Hikmet’in harika çocuk kitabı “Sevdalı Bulut”ta da etkisi var. Emin değilim ama muhtemelen Sabahattin Ali’nin “Sırçalı Köşk”ü yazmasında da en azından dolaylı olarak etkisi vardır.

3 thoughts on “Gün Evini-3 / Kökünü Arayan Bir Sürgün

  • yusuf

    efendim yürüyüş ve okuyuşlarınıza bizi ortak ettiğiniz için çok teşekkür ederim, çok iyi geliyor 🙏

    Yanıtla
  • Ömer

    İlham verici, güzel bir yazı..Kaleminize sağlık İrfan Bey!

    Yanıtla
  • irfan

    Teşekkür ederim dostlar.

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *