Şeytanın Gör Dediği
Dilimizde, içinde ‘şeytan’ sözcüğünün geçtiği, sayıları otuzu bulan deyimler arasında şeytanın olumlu / pozitif bir rol oynadığı tek ifade bu: Şeytanın gör dediği. ‘Herkesin göremediği, farkına varamadığı incelikler, gerçekler, ayrıntılar’ anlamı taşıyor deyim.
Bu deyim, uzun yıllar yazılarını kaleme aldığı gazetedeki köşesinin adı olduğu için usta gazeteci – yazar Çetin Altan’la özdeşleşmişti. Şimdilerde köşesine bu adı veren başka bir yazar var mı, bilemiyorum ama yazar Niyazi Sanlı’nın Şeytanın Çağrısı kitabını okurken hem Çetin Altan’ı hem de bu deyimi hatırlamamam mümkün değildi.
Kitabın kahramanı Eflatun; hayatın rutinlerinden, insana dayatılan toplumsal kurallardan bunalmış bir durumda isyan etme noktasına geldiği bir dönemde, bir arayış hâlinde iken, zamanda yolculuğa çıkmakta. Kudemânın deyişiyle bast-ı zaman, tayy-i mekan yoluyla kendisine metafizik bir dünyanın kapıları açılmış ve orada, geçici de olsa, özlemini duyduğu bir hayat bahşedilmiş. Eflatun’un en büyük isteği ise iyi ve başarılı bir yazar olmaktır. Kitapları yüzbinlerce insan tarafından okunsun ister. O fizik ötesi ve ezoterik âlemde kahramanımızın isteği yerine getirilir. Önce iyi bir yazar olmak için gerekli olan kuramsal bilgi verilir kendisine şeytan ve âvaneleri tarafından. Akabinde kitabını yazabilmesi için en uygun ortam sağlanır. Sonra da kitabının basılı hâli kendisine takdim edilerek yüzbinlerce basıldığı ve çok okunan bir yazar olduğu gösterilir bilim kurgunun ve fütürist hayal gücünün sınırları zorlanarak. İdeallerine ulaşmıştır artık Eflatun ve gitme vakti gelmiştir. Ama onu bu bambaşka âleme bağlayan bir başka duygu daha vardır artık: Aşk.
Kitap bu dış katmandaki sürrealist hikayesinin yanında iyi bir kitap yazmak isteyen bir yazara sunulan kuramsal malzeleleri ile didaktik bir özellik de taşıyor. Ancak yazar bu teorik yazarlık bilgisini romanın senaryosuna öylesine ustaca yedirmiş ki olay örgüsünde başlarda bağlanan düğüm sonuna kadar çözülmüyor ve okuyucudaki merak duygusu hep canlılığını koruyor.
Bir yazar, özellikle de kurmaca ve tahkiye yazarı, eserini kaleme alırken nelere dikkat etmeli? Karakter oluştururken, mekanı ve zamanı betimlerken, olay örgüsünü kurarken, dili kullanırken, düşünce üretirken…. Hepsinin cevabı senaryo içinde yeri geldikçe şeytanın dilinden ama yazarlık dersleri de veren usta bir yazarın kaleminden satırlara yansıyor. Şeytan bu seneryoda yazar için faydalı olacak tüm bilgileri Eflatun’un ayaklarının önüne cömertçe seriyor.
Bu kitabı okuyan yazar adayı, âdeta otuz saatlik yazarlık dersi almış gibi hisseder kendini, heybesini doldurur. Sadece o kadar mı? Değil tabii ki! Bir de sıradışı bir senaryo, sürrealist bir roman okumuştur. Daha da titiz okuyan okuyucunun ise hayata bakış açısı değişebilir.
Evet ‘şeytanın gör dediği’ deyimindeki o herkesin farkına varamadığı incelikleri, ayrıntıları iyi bir yazar ve aydın görebilmeli. Aydın namusunu korumayı bilmeli… Olaylara farklı ve eleştirel bir gözle bakabilmeli… Kalemini satmamayı, eğip bükmemeyi başarabilmeli. Dürüstlükten, doğruyu dile getirmekten vaz geçmemeli. Entellektüel akıl bunu gerektirir zira. Bu konudaki pozitif tavsiyeleri de şeytan büyük bir açık yüreklilikle dile getiriyor kitapta. Ancak son tahlilde, şeytanın da bir gizli ajandası, bir hesabı vardır elbet. Hesabî olanlar da hasbî olamıyor tabii ki. Eleştirel bakmayı salık veren şeytanın, kendisi aleştirilmeye başlayınca tahammül mülkü yıkılıyor. Sonunda yazar şeytanın bacağını kırmayı başarır ama bu hiç kolay olmayacaktır.
Bu kitap bağlamında, kitabın sonuna geldiğimde benim çıkardığım öznel ders şu oldu: Şeytanın dediğini yap, yaptığını yapma!
Aslında bir kitap hakkında, şayet hak ediyorsa, farklı kalemlerden (tahlil, inceleme, eleştiri, tanıtım) yazıları ortaya konulabilse kültür zenginliği yaşanır. Yazan kişiye göre tanıtım çeşitleri, tahlil, inceleme ve eleştiri çeşitleri ortaya çıkar. Bir hareketlilik olur. Sadece kitaplar için değil yaşanan olay ve olgular için de aynı durum söz konusudur. Her ses bir zenginlik katar. Elinize sağlık.