Meryem Bulut

Düşünmek

Okuma süresi: 3 dakika

Düşünmeyi basit günlük işlerin kertesine indirdiğimiz sürece düşünmek basit bir eylemden öteye gidemeyecek. Onu basite almamızda  “insanın düşünen hayvan” tanımına çok inanmış bir toplum olmamızın da büyük etkisi var sanıyorum. Düşünme üzerine düşünmek bazı zamanlarda, benim için, daha da yoğun bir hal alıyor. Belki de mesleğim icabı böyledir. Okulların açıldığı zaman bunlardan biri. Öğretmenlik yıllarımda ilk günlerde hem öğrencilerim hem öğretmenler arkadaşlarım arasında ‘düşünmeyi’ gündem haline getirme çalışmalarım hep olmuştu. Tahtaya büyük harflerle kelimeyi yazardım mesela, sonra hakkında konuşurduk; bazen ilgili kelimenin harflerinden bile yola çıktığımız olurdu. Bazen bu konudaki özdeyiş; bazen gamlı baykuş gibi duran öğrenci örneğinden ilerlerdi mesele. Düşünmek ve eylem arasındaki bağı gösterme çabalarım ya da düşündüğümüz şey olduğumuz üzerine sözlerimde yeterli ufuk açmıyordu sanırım. Doğrusu konunun sular seller misali aktığını söylemek ne mümkün! Yukarıda söylediğim tanım yörüngesinden çok öteye maalesef gidemiyorduk.

Yıllar geçtikçe şunu fark ettim, düşünmeyi önemsemek sanırım biraz da ona ihtiyaç hissetmekle ilgili. Üstelik, tembelliğin kucağında uyumayı pek seven insan zihninin bu konudaki rolü es geçilecek gibi değil. Peki, düşünce tembelliğinden kendimizi nasıl kurtaracağız? Bunun en kestirme yolu, merakımızın peşinden gitmek olmalı. Merakın peşinden gitmek en iyimser haliyle rahatınızı bozmak anlamına gelir. Mayamızdaki tembelliği atlatarak onun peşinden gitmek de ayrı bir hüner ve cambazlık ister. Düşünmeye aşk derecesinde gereksinim duyarsak… Belki.

Bendeki düşünmeyle ilgili anıları seçip çıkartıyorum hafıza defterimden. Kökü eskilere uzanıyormuş, çocukluk yıllarıma! Amcamın kucağındayım. Öpüyor, kokluyor, gıdıklıyor türlü şeyler… -İçimden bir yer, o seni gerçekten seviyor diyor.- Amcamsa, şu gözlere bak, şu ellere bak! Hele şu dişler! Hım, oldukça sağlam. Bu dişleri kim yarattı canım! Bilmem manasında dudak büküyorum belki, o ise ben yarattım, diyor. Biraz şaşırıyorum, nasıl olur?  Amcamı elinde beyaz bir şeye diş şekli verirken hayal ediyorum, ama nasıl ağzıma yapıştırdı peki.   Biraz sonra kocaman gülüyor, ben nasıl yapayım güzelim! Onun gülüşü bana da geçiyor. Küçük aklımla anlamaya çalışıyorum, gerçekten kim yaptı bu dişleri. Düşünmeyi, soru sormayı o sevgi halesi içinde öğrendiğim için belki bu kadar çok sevdim.  Tabii sonrasında iyi öğretmenlerle perçinleşti. Belki, şimdi bu sebeple şöyle bir cümle kuruyorum: Anlamak için düşünmeye, soru sormaya ihtiyacım var.

Düşünmek anlamaya çalışmak oldu benim için. Anlamaya çalışırken hangi zevklerden vazgeçmem gerektiğini zaman öğretti bana. Öğretmenimizin derste söylediği bir kelimenin anlamı için kaç teneffüsümü kütüphanede geçirdim hatırlamıyorum. Bana ‘Çok düşünme, yaklaşık şu anlama geliyordur.’ diyen tembel zihnimi susturmak için epey uğraştım. Lisedeyken Bergson’u anlamak için çektiğim azapları, katlandığım yolları ve kütüphane memurlarını ben bilirim! Üzerinde çok kafa yormaya gerek yok, bu yaşta ısrarla bu kitapları okumanı anlamıyorum diyen kütüphane görevlisine destek veren tembel zihnimi zor zapt ettim. Üstelik yüzünde sinsi  ışıltı. Seni kolay kandırırım der gibi. Resmi sildim, sesi kıstım.  

Düşünmek, normal zekâdaki bir insanı alıp, hele katışıksız saf bir merakla o zekâyı işleye işleye mücevhere  dönüştürebilir. Düşünmenin sıkı takipçisi olanların yaptıkları ortada.

İnsanın düşünmesini bilgiye, insanlığa giden yolda anahtar bir kavram olduğu için önemsiyorum, sanırım. Bir de düşünme olmayınca bilgiye ulaştıran diğer yollar da sükût ediyor bir nevi.  Mesela, görerek bilgiye ulaşması gereken kişinin düşünceden serazat olduğunu…  Bilgi de anlamına kavuşamaz, örnek alınması gereken durum/hal de.  

Neredeyse hayatının temeline düşünme ve dolayısıyla bilgiyi koymuş biri olarak son günlerde şunu da düşünmeye başladım. Düşünmeyi çok dikkate almasa mıydım! Çok düşünmek bizi halk nazarında daha itibarlı da yapmıyor. En fazla, bizi tanımlayan kelime listesine bazılarınca konan -ki büyük ihtimalle onlar da düşünmeyi önemseyen tiplerdir- bir sıfattan ötesi değil. Gerçi yaşam felsefenizi başkalarının doğruları üzerine kurmadıysanız bunun önemli olmadığını da bilirsiniz. Ama insanın doğasında az da olsa takdir edilme, hatta bazen pohpohlanma isteği var. Hz. Adem’in, yasak elmayı yerken Hz. Havva’nın düşüncesini tasdik etmesini beklemesinden mülhem mi bu istek? 

Şunu da itiraf etmeliyim; düşünceyi, bilgiyi, iyi insan olmayı önemsiyorum ama zaman zaman, avarelik yapan insanları da kıskanmıyor değilim. ‘Mekânın             Poetikası’nı ne yapsın o bahtiyarlar; ‘Hissedilen Zaman’la bu kadar uğraşmanın da ne gereği var.  Mekân orada, zaman burada, gel şehre akalım! Düşünmekten yorulduğum zamanlarda kalbimde meltem etkisi yapan bu cümlelerin uzun zaman etkisinde kalmıyorum Allah’tan! İnsanı diğer canlılardan ayıran düşünme kabiliyetine seviye atlatmak, onu öğrenilebilir hale getirmenin derdini taşıyorum kafamda bir tuhaflık olarak.  Kendimden ve öğrencilerimden yola çıkarak bunun mümkün olduğunu sanıyorum. Ama bazen de avareliğin, kafasında düşünceler uçuşmayan zihnin verdiği hafifliği sevmiyorum desem yalan olur.  

Düşünmek insana saadet bahçeleri vadetmiyor. Taş ve diken daha çok. Düşünceden düşünceye atlamak, muhakeme etmek, öğrenmek, öğrenmeye bir adım daha yaklaşmak, dünya var olduğundan beri görüntü değiştiren hakikatlerin fısıltılarını duymak. Bilginin sonsuzluğu, insanın sınırları… Düşünmeleri, öğrenmeleri, getirip kendinle, kalbinle irtibatlandırmak… Benim öğrendiğim zorlu yol bu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *Time limit exceeded. Please complete the captcha once again.