Kirli Siyaset Oyunları: Total Control
İnsan ruhunu yozlaştıran, kemirip yok eden unsurların başında gelen siyaset, bu özelliğiyle pek çok defa film ve dizilere konu olmuştur. Özellikle siyasetin menfaat üzerine dönen pragmatist yaklaşımları, hedefe ulaşma veya yönetimi ele geçirme adına her türlü hileyi, yalanı mübah görmesi, ikiyüzlü yaklaşımları ve onursuzluk ve omurgasızlığın bile gayet normal karşılanması “Şeytanla birlikte siyasetten bile sığınılmasına” yol açmıştır.
Politikanın bu yönünü oldukça güzel işleyen “Scandal, Designated Survivor, Madam Secretary, West Wing ve Hause of Cards” gibi yapımlar vurguladıkları bu özelliklerle büyük başarı kazanan Amerikan yapımlarıydı.
Dışarıdan kısır çatışmaların ve bu tarz skandalların çok fazla yaşanmadığı sanılan Avustralya’da da aslında benzer ikiyüzlülüklerin, erkek egemen politik ortamda kadınlara yapılan baskıların, ırkçılığın ve yozlaşmanın yanında adam kayırmacılığın, rüşvetin ve gücü kendi emelleri uğruna kullanmanın işlendiği diziler de mevcut.
Secret City ve Stateless gibi bu tarz Avustralya dizilerine son zamanlarda 3. sezonu yayınlanan Total Control dizisini de eklemek lazım. Her sezonu 6 bölümden oluşan Total Control’da sokak ortasında karısını öldürmeye çalışan bir adamın önünde cesurca durup cinayeti engellemeye çalışan Aborijin bir kadının siyasete girişi ve orada verdiği ahlak ve dürüstlük savaşı anlatılıyor.
Sosyal medyada cesur davranışının videosunun yayılması üzerine ülke çapında bir anda ünlü olan Alex (Deborah Mailman), yaklaşan seçimlerde oy kaybeden iktidar partisinin iştahını kabartır. Ayağına kadar gönderilen başbakanın temsilcilerini reddedip siyasete sıcak bakmayan Alex, bizzat Başbakan Rachel’in (Rachel Griffiths) evine kadar gelip kendisine adaylık teklif etmesi üzerine siyasete atılmayı kabul eder. Başbakanın kendisine “Büyük bir değişim yapmak istiyorsan bunu yapmanın tek yolu hükümetin gücünden geçer.” sözlerinin de bunda büyük payı vardır.
İçinden çıktığı Aborijin halkının haklarını savunmak, kasabasına iş imkanları sağlamak, hastane ve güzel bir okul yaptırmak gibi hedefleri olan Alex, daha başkent Kanberra’ya adımını atar atmaz siyasetin keskin bir kılıç üstünde dans etmekten farksız olduğunu acı da olsa öğrenecektir.
Kendisine verilen sözlerin değişen siyasi havaya göre unutulması, bizzat başbakanın bile gerektiğinde yüzüne yalan söylemesi, bir kadın olarak erkekler tarafından seksist aşağılanmalara uğraması en önemlisi de Aborijin olduğu için ırkçılığa maruz kalıp durmadan tehditler alması Alex’i hiç bilmediği bu dünyada yıpratmaya başlar.
Bu arada babasız büyütmeye çalıştığı oğlu, hasta annesi, asi erkek kardeşiyle olan ilişkileri ve seçmenlerine verdiği sözleri yüzüne söylenen yalanlar yüzünden tutamadığı için kaybettiği itibarı da bunlara eklenince Alex tüm bu problemlerle baş etmekte zorlanmaya başlar. Önünde iki seçenek vardır, ya idealleri doğrultusunda verdiği sözleri tutup bu alışılagelmiş siyaset ikiyüzlülüğüne dur diyecek ya da bu kirli sistem içinde kaybolup gidecektir.
Alex tüm bunlarla uğraşırken basit bir suç yüzünden denetim merkezinde alıkonulan iki Aborijin kızdan astım hastası olan biri, hücresine atılan gazdan dolayı ölür. Diğer kız yaşanan bu trajik olayı telefonuyla kaydeder ve bir yolunu bulup kaçar. Artık kızın telefonundaki görüntüler saatli bir bombaya dönüşmüştür. İktidardaki Alex’in partisinin sorumlu bakanı ve daha pek çok alt tabaka memur bu trajediyi örtbas etmeye çalışırken işin gerçek yüzünü araştıran Alex, yine bir ikilemdedir. Ya öğrendiği gerçeklerle kendi halkına yapılan bu zulümleri duyuracak ve siyasi geleceğini yok edecek ya da olayın sümenaltı edilmesine ses çıkarmayacaktır.
Total Conrol’ü izlerken belki de seyirciyi en çok zorlayan soru da budur aslında: Acaba kahraman kendi değerlerini ve ideallerini satacak mı? Satacaksa neyin karşılığında ve gerçekten de buna değer mi?

Elbette her ülkede olduğu gibi muhalefet partisine geçmesi halinde önüne sunulan imkanlar, bol vaatler de Alex’in kafasını karıştıran başka sebeplerdir. Özellikle muhalefet liderinin “Birkaç yanlış yaptığımızı biliyorum; ancak birbirimize güvenmemiz inanılmaz derecede önemli. Yani Yeşillere bakın, onlar bizi sevmiyor, biz de onlardan nefret ediyoruz ama birbirimizi destekliyoruz. Güvenimiz var. İşte güvenmemiz gereken şey bu.” sözleri aslında siyasette yanlış olan her şeyi güzelce özetliyor: Arka kulislerdeki gizli anlaşmalar, karşılıklı sırt kaşıma ilişkileri, birinin gözünün içine bakıp göz göre göre yalan söyleme ve her şeyden önce amacın araçları meşrulaştırdığı duygusu…
Aslında yayınlanmadan önce isminin Alex’i telefon ve sosyal medya mesajlarıyla taciz edenlerin kullandığı “Black Bitch” olduğu duyurulan dizi, bu kışkırtıcı ismiyle bile dikkatleri çekmiş ve daha sonra ırkçı yaklaşımları kör gözüne değnek sokar gibi gösterdiğinden tepki alınca Total Control olarak değiştirilmişti.
Oyunculuklara gelince dizinin baş kadını Alex’i canlandıran Aborijin asıllı Deborah Mailman, gerçekten de rolünün hakkını veriyor. Durmadan değişen psikolojisi, arada takılıp kaldığı panik atakları ve gerektiğinde gösterdiği öfke patlamalarıyla güzel bir karakter inşa ediyor.
Başbakan Rachel Anderson’u canlandıran Oscar adaylığı sahibi ve Altın Küre ödüllü Six Feet Under’dan hatırlanacak Rachel Griffith ise kadın bir politikacı olarak kurtlar sofrasındaki demir leydiyi başarıyla oynuyor.
Total Control her ne kadar Avustralya siyasetine odaklansa da politikanın evrensel tüm kirli oyunlarını gözler önüne sermesi bakımından başarılı bir dizi. Dizinin sonunda seyircinin sorguladığı ise “Acaba gücümüzü siyasetin tımar ettiği bu rüşvetçi, yozlaşmış, hiçbir moral değer tanımayan çıkarcı pisliklere mi devrettik? Öyleyse bunu nasıl geri alabiliriz?” sorusu oluyor. Bence üzerinde düşünülmesi gereken güzel bir soru…
Sezon 1 Fragman: https://www.youtube.com/watch?v=8MgbexFkd9E
Sezon 2 Fragman: https://www.youtube.com/watch?v=QZtkm8ONnmA
Sezon 3 Fragman: https://www.youtube.com/watch?v=MuJgxn_27U0
Siyasetin çirkefliğini anlatan çok güzel bir yazı olmuş. Diziyi de en kısa zamanda izleyeceğim, eminim ki yazı kadar o da iyidir. Teşekkürler.