Kitapların İsyanı: Tarih Boyunca Kitap Düşmanlığı ve Yakılmalar
İnsanlık tarihi boyunca bilgi, güç ve özgürlük arasındaki ilişki karmaşık ve bir o kadar da çalkantılı olmuştur. Bu ilişkinin merkezinde ise kitaplar yer alır. Kitaplar, insan zihninin özgürlüğünü ve yaratıcılığını sembolize ederken aynı zamanda toplumların bilinçlenme süreçlerinde önemli bir araç olmuştur. Ancak, bu araçtan korkanlar, ona saldırmayı bir çözüm olarak görmüşlerdir. Kitap düşmanlığı, bir tür fikir düşmanlığıdır ve bu düşmanlığın en dramatik tezahürü, kitapların yakılmasıdır.
İlk Kitaplardan Yakılan Kitaplara
Kitap düşmanlığının kökeni, yazılı tarihin başlangıcına kadar uzanır. Bilinen en eski yazılı eserlerden biri olan Hammurabi Kanunları, bir yönetim aracı olarak kullanılmıştı ve bu tür eserler, yönetim güçleri için önemliydi. Ancak, insanlık ilerledikçe kitaplar sadece yöneticilerin değil, düşünürlerin, sanatçıların ve filozofların da sesi oldu. Bu durum, iktidar sahipleri için tehlike arz ediyordu.
Kitap yakma eyleminin belki de en eski örneği, M.Ö. 213 yılında Çin’de gerçekleşmiştir. Qin Shi Huang’ın emriyle Konfüçyüsçü öğretileri içeren kitaplar yakıldı. Qin Hanedanı’nın kurucusu olan Huang, kendi yönetimi için tehlikeli gördüğü bu öğretileri susturarak halkı manipüle edebileceğine inanıyordu. Bu olay, yalnızca kitapların değil, düşüncelerin ve felsefelerin de hedef alınabileceğini gösteren ilk büyük örneklerden biri oldu.
Kitap düşmanlığının en acı örneklerinden biri ise İskenderiye Kütüphanesi’nin yok edilmesidir. Antik dünyanın en büyük bilgi hazinesi olan bu kütüphane, döneminin en önemli bilimsel, felsefi ve edebi eserlerine ev sahipliği yapıyordu. İskenderiye Kütüphanesi’nin farklı dönemlerde üç kez yakılması, bilgiye ve kültürel birikime karşı yapılan en büyük saldırılardan biri olarak tarihe geçti.
Ray Bradbury, henüz dokuz yaşındayken İskenderiye Kütüphanesinin üç kez yakıldığını öğrenince gözyaşlarını tutamaz ve o gün bir karar verir: Okumak artık onun için kaçınılmazdır. İleride yazacağı “Parlak Anka” hikayesi ondaki kitapların yakılması travmasının ilk meyvesidir. Hikayede kütüphanedeki bazı kitapları yakması için zengin bir bağnaz tarafından tehdit edilen bir kütüphaneci anlatılır. Parayla tutulan kundakçılar bir akşam işlerini yapmak için geldiklerinde kapıda onları kibarca karşılayıp içeriye davet eden kütüphaneciyi görünce şaşırırlar.
Beklenenin aksine kütüphaneci onlara engel olmaya kalkmaz ama bir şeyin farkına varmalarını sağlar: Kütüphanedeki tüm kitaplar kasabada yaşayan bazı kitapseverler tarafından ezberlenmiş ve hafızalarda kaybolmayacak şekilde saklanmaya başlanmıştır. Bunu duyan adam çılgına döner ve hikaye de orada biter. Daha sonra bu hikaye Fahrenheit 451’e tohum olur ve dünyanın sayılı klasikleri arasına girer.
Orta Çağ’da Engizisyon ve Kitaplar
Orta Çağ Avrupa’sı da kitap düşmanlığının birçok örneğine sahiptir. Engizisyon Mahkemeleri, Katolik Kilisesi’nin otoritesine aykırı görülen kitapları toplar ve yakardı. Özellikle bilimsel eserler, kilisenin dogmalarına karşı geldiği için hedef alındı. Galileo Galilei ve Giordano Bruno gibi bilim insanlarının eserleri yasaklandı, Bruno ise fikirlerinden dolayı yakılarak öldürüldü. Bu dönemde kitaplar, sadece fikirleri temsil etmiyordu; aynı zamanda kilisenin kontrol etmek istediği halkın bilinçlenmesini de sembolize ediyordu. Umberto Eco’nun unutulmaz eseri Gülün Adı romanının sonunda sayılı eserlerin bulunduğu kütüphanenin yanıp kül olması da aslında o dönemlere bir göndermedir. Batıda bunlar olurken Doğu’da Moğolların yaptığı kitap katliamı ise asla unutulmayacak vahşetlerden biridir. Geçtiği her yeri harabeye çeviren Moğol orduları, öldürdüğü insandan çok kitap yok etmiş ve insanlığın bilgi birikimini, ortak kültürel hafızasını yakıp geçmiştir.
Naziler ve Kitap Yakma Törenleri
20. yüzyıl, teknolojik ilerlemelerle bilgiye erişimin artması gereken bir çağdı. Ancak bu çağda da kitap düşmanlığı bitmedi. Nazi Almanyası, kitap yakma eylemlerini adeta bir ritüel haline getirdi. 10 Mayıs 1933’te, Berlin ve Almanya’nın birçok şehrinde “zararlı” görülen kitaplar toplandı ve meydanlarda yakıldı. Bu kitapların çoğu Yahudi yazarlar, sosyalistler, komünistler ve Nazi ideolojisine aykırı görüşleri savunan düşünürlere aitti. Heinrich Heine’nin şu ünlü sözü bu olayla bir kez daha doğrulanmıştı: “Kitapların yakıldığı yerde, insanlar da yakılır.”
Kendi Kitabını Yakan Adam
Bir de nadir de olsa kendi kitaplarını yakanlar vardır ki bunların en ünlülerinden biri de Aziz Nesin’dir. Bir hikaye ve roman yazarı olarak ün yapan Aziz Nesin, aynı zamanda şiir de yazmaktadır ve biriken şiirlerini kitaplaştırmaya karar verir. Belki şiirlerine çok güvenemediğinden belki de yazar kimliğinin şair kimliğine baskın olmasından dolayı kitabını gerçek adı olan Mehmet Nusret adıyla yayınlar. “On Dakika” adlı kitabı İlhan Seçuk’un matbaasında 1500 adet basılır ama Aziz Nesin baskıdan hiç memnun olmamıştır. 5 kitabı kendisine ayırdıktan sonra geri kalan 1495 kitabı Düşün Yayınevi’nin bahçesinde kendi elleriyle yakar.
Kitap Yakmaktansa Ölmeyi Tercih Etme
Tüm bu yakmaların dışından bir de kitap yakmama daha doğrusu yakamama hikayesi vardır ki belki de hepsinden daha hüzünlüdür. Saraybosna’da savaşın devam ettiği günlerde arkadaşları uzun zamandır bir şairden haber alamayınca merak edip evine giderler. Kırık camlarından dondurucu rüzgarların estiği eve girdiklerinde arkadaşlarını salonun ortasında çıplak ayaklarıyla donmuş vaziyette bulurlar. Ölü şair ısınmak için en son ayakkabılarını yakmış ve sonunda donarak bu dünyayı terk etmiştir. Garip olansa duvarları süsleyen kitaplıklarda binlerce kitabın sapasağlam durmasıdır. Şair kitaplarına kıyamamış, onları yakıp ısınmaktansa donarak ölmeyi tercih etmiştir. Bu olayı anlatan Akgün Akova sözlerini şöyle bitirir: Ne yazık ki kitapları yakanların sağ kaldığı ve kendilerini haklı gösterdiği, kitapları yakmayanların ise nesli tükenen canlılar gibi yok olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
Kitaplar Direniyor
Tarih boyunca kitapların yakılması, insan düşüncesine yapılan saldırıların en açık örneklerinden biridir. Ancak kitaplar ve düşünceler, bu saldırılara rağmen hayatta kalmayı başarmıştır. Bilgiye karşı duyulan bu korku, aslında kitabın ne denli güçlü bir araç olduğunu gösteriyor. Yakılan her kitap, susturulmak istenen bir düşüncenin, bir sesin sembolü oldu. Ancak bu düşünceler her zaman yeniden doğdu. Kitaplar, insan zihninin özgürlüğünün bir sembolü olarak var olmaya devam ediyor.
Kaynak: M. Şeref Özsoy, Kitap Hikayeleri
Yeni kitap yakma hikayeleriyle devam edecek sanmııştım. Belki devamı vardır.