Yılmaz Utku

Kurbanım

Okuma süresi: 12 dakika

Görüşü bitiren zil çaldı. Bomboş yürüdü Arif. Taş kesilmiş. Bir his, hareket olmalı. Yok!

X-ray kapısından çıktı. Gökyüzüne baktı. Vakit öğleye yakın. Görüşten çıkanların kimi gözünü siliyor, kimi hala ağlıyor.

O güne kadar gözünü yaşartan bu tabloyu hiçbir şey hissetmeden seyretti. Ellerine baktı. Garipsedi ellerini. Yabancı eli gibi. Ellerini ne yapacağını şaşırdı. Nereye koyacağını.

Ayaklarını garipsedi sonra. Nereye bastığını bilmeden yürüdü. Varlığından dehşet duydu. İçinde dev bir boşluk, tarifsiz bir uçurum. Soğumuştu. Her şeyden. Buzlar gibi… Ne üzüntü, ne öfke, ne korku… Mezar taşına dönmüş.

Her şey, herkes ona bakıyor. Yapılacak bir yığın iş… Ne yapmalı? Ayrı bir ezildi. Bir yaprak kaldıracak takati yok. Sınav geldi aklına.

“Bu sene de yattı.”

Öğleden sonra annesine gitmeli. Babasını ziyaretçisiz bırakamaz. Görüşü ne zaman? Hatırlayamadı. Avukata sorar, olmadı cezaevini arar. Annesi nasıl oldu acaba? Doktor “Biraz yatıracağız.” derken ne kadar demek istemişti?

“Bir müddet kontrol altında tutulması gerek.”

“Ne kadar?”

“Bir müddet!”

Dış kapıya doğru mecburi istikamet akan insanlarla yürüdü. Yanında geçtikleri yüksek duvarlara baktı. Duvarların üstünü halka halka sarmış dikenli tellere… Nöbetçi kulelerindeki askerlere, silahlarına. Hala inanamıyordu.

“Ne işimiz var burada?”

Açıverseydi şu duvarları. Babasına nasıl söyleyecek? Annesini, Yeter’i… Dalıp gitmişti ki karşıdan birinin el salladığını gördü. Üstüne alınmadan birkaç adım daha yürüdü. El sallayanın kim olduğunu fark edince karnına bir sancı saplandı.

“Eyvah, Kurbanım!”

Ölüp gitmek istedi Arif. O anın taşınmaz yükünden hafiflemek uğruna. İmkân olsa düşünmeden vazgeçerdi. O anı ve bütün bunları yaşamaktan.

“Kurbanım, ne yaparsın burada? Babanın görüşü mü değişti? Yeter nerede? Sabahtan beri telefonu kapalı. Eve vardım, kapıyı açan olmadı.”

Önüne hızlıca yığılan soruların hepsinden kaçtı Arif.

“Sen nasıl geldin Fatma Teyze?”

“Komşular taksi çağırdı. Yeter nerede?”

“Yeter?”

Nerede Yeter? Yeter nerede?

“Sen geç kalma görüşe. N’aber Ramiz?”

Başını okşadı küçük çocuğun.

“Fatma Teyze ben çıkışta bekliyorum sizi. Merak etmeyin.”

“Biz geliriz Kurbanım, sen git!”

“Olmaz. Nasıl geleceksiniz? Ben beklerim. Said Hocama selam söyleyin.”

“Aleykümselam Kurbanım. Sağ ol. Allah razı olsun.”

Kurbanım, Ramiz’in elinden sıkı sıkı tutmuştu. Cezaevi binasına doğru yürüdüler. Arkalarından baktı Arif. Ne desin, kime üzülsün? Bir açıklama yapmaktan kurtulmuştu. Şimdilik! Az önceki buz hali buhar olup uçtu. Ateşten bir nefes saldı gökyüzüne. Bu kadına ne diyecekti çıkışta?

“Yeter nerede?”

Kurbanım, Ramiz’le cezaevi binasına girdi. Nine-torun dip bucak aramalara alışkın.

“Babaanne, tevkif ne?

“Ne Kurbanım? Bilmem ki ne!”

“Sen de hiçbir şeyi bilmiyorsun Kurbanım!”

“Ben kendimi mi bildim ki Kurbanım!”

Az durdu.

“Tövbeler tövbesi! Şükür, çok şükür!”

X-rayden geçtiler. Eski bir telefon, ucuna hapishane yapımı anahtarlık takılı bir anahtar. Dış kapıda bırakmışlar. Başka bir şey yok. Kolayca geçtiler cihazdan. Kadın memurlar tanıyor ikiliyi. Üstlerini aradılar. Omzu şeritli başmemur sordu:

“Kime geldiniz?”

Ramiz, babaannesinden önce atıldı:

“Bugün salı, babam Said Berber’e; perşembe annem Hümeyra Berber’e.”

Başmemurun yüzü buruştu. Yutkundu.

“1. Kısım 11 numara.”

İkisi de nereye gideceklerini biliyor, Arama için çıkardıkları ayakkabılarının topuklarına basa basa yürüdüler. Yazmasını düzeltti Kurbanım. Yazmasının kenarından görünen beyaz saçlarını yazmanın altına itti. Kapısında “Kapalı Görüş Salon 1” yazan odaya girdiler. Ramiz babaannesinin elini bıraktı. Camın öbür yanında bekleyenler arasında babasını aramaya koştu. Sona doğru içeriyi çınlatan bir çığlık duyuldu:

“Babaaa!”

Duvarda asılı telefona heyecanla sarıldı.

“Baba ben artık okuyorum.”

Babası etrafına bakındı. Ramiz’in okuyabileceği bir şeyler aradı. Duvarda asılı yazıyı gösterdi. Heceledi Ramiz.

“Yüksek sesle konuşma!”

Okkalı bir aferin çekti Said. Gerindi Ramiz. Çocuk gururuyla güldü.

“Okula gidince ne öğreneceksin Ramiz?”

Sonra şaka olsun diye söyleyiverdi.

“Çıkınca iki at alacağım. Biri sana, bir bana, Beraber binip gezeceğiz.”

“Atları nereye koyacağız baba? Kocaman onlar.”

“Soruya şaşırdı babası. Tekledi. Pek düşünmeden cevapladı babası.

“Binanın girişindeki boş odaya.”

“Baba bahçedeki kedinin yavruları oldu. Onlara ekmek verdim. Yemediler. Arif Abim selam söyledi. Annem selam söyledi. Ablam selam söyledi. Yeter Abla bugün bizi getirmedi. İlacım bitti, yenisini aldık. Çeşme bozuldu, kapıcı amca yaptı.”

Haftanın raporunu verdi babasına.

Kurbanım dolu gözlerle oğluna bakıyordu. Ramiz söyleyecekleri bitince yenilerini hatırlayana kadar telefonu babaannesine verdi.

“Nasılsın Kurbanım?”

Yaşlı kadın iki gözü iki çeşme boşaldı. Said güçlü olmalı. Sıktı kendini. Hemen her görüş böyle başladığından hazırlıklı geliyor. Biraz konuştular. Kurbanım’ın yamaçlarından bulutlar az dağılmış, açılmış. Ramiz’in ilacını sordu babası, Ramiz’in perhizini.

“Sağ olsun Yeter’le gittik, aldık. Dediğiniz gibi hiç yedirmem oğlum o yiyecekleri. Olsa yiyecek ama almayınca yiyemiyor Kurbanım. Çok küçük daha. Ramiz atıldı.

“Hayır, ben büyüdüm. Evin erkeğiyim ben.”

“Tamam Kurbanım. Sen büyüdün.”

“Aman anne! Gözünü seveyim. Sakın hazır yiyecek yemesin. Beyin hücreleri ölüyor. Allah korusun. Komaya bile girebilir.”

“Kurbanım buncağızımın üstüne titrerim. İnancın olsun. Yanından hiç ayrılmam. Allah’ım korusun. Sizin emanetiniz, kurban olurum ona ben.”

Yeni bir gözyaşı nöbetine tutuldu Kurbanım. Ramiz, ninesine sarıldı. Mırıltıyla sızlandı.

“Ya Kurbanım ya. Ağlama ya!”

Gözlerini alelacele sildi Kurbanım.

“Yok Kurbanım yok, ağlamam ben.”

Ses tonunu değiştirdi. Başka konuya geçti.

“Adile’min selamı var. Önümüzdeki ay tatile gelecekmiş. Sınavları başlarmış. ‘Babama söyle, dua etsin.’ dedi.”

“Aleykümselam” dedi Said. “Çok selam söyle anne. Hep dua ediyorum. Yeter Hanım niye getirmedi sizi?”

“Bilemedim ki kurbanım. Sabah gelmedi, aradım, telefonu kapalıydı. Evlerine de vardım ama kimse kapıyı açmadı.”

“Allah Allah, bir şey mi geldi ki başlarına?”

“Bir yere gitmiştir, genç kız kurbanım. Nüfusuna mı yazdırdı bizi!”

“O kadar yardımcı oluyor, öyle düşünür mü?”

“Düşünmez kurbanım. Yeter elim ayağım benim. O olmasa ne yaparım ben? Allah birini bin etsin. Melek vallahi, bildiğin melek kız. Her yere yeter maşallah.”

“Boşuna Yeter dememişler anne.”

Yaşlı gözlerle güldü Kurbanım, gülebildi. Onca derdin arasında.

“Anne kendine de dikkat ediyorsun değil mi? Bak senin de hastalıkların var. İlaçlarını alıyorsun değil mi? Çok zayıfladın.”

“Kurbanım Allah’ım bana ömür versin. Buncağızım için, sizin şuralardan çıktığınızı görmek için. Sonra bir şey istemem. Ertesi gün can versem gözüm açık gitmem.”

“Aman anne ne diyorsun? Dur daha mesleğe bir dönelim. Hep beraber umreye gideceğiz, sözüm var hepinize.”

“İnşallah Kurbanım inşallah. Sizin işleriniz düzelsin de.”

 Ramiz iyice  huzursuzlanmıştı. Telefonu yine aldı.

“Baba, annem dedi ki haftaya görüşecekmişsiniz. Mektubun gelmiş. Cevap yazacakmış. Biz ona iki gün sonra geleceğiz.” dedi parmağıyla iki yaparak.

“Tamam oğlum. Çok sağ ol. Aferin sana, iyi ki unutmadın.”

“Benim atımın rengi beyaz olsun, seninki siyah.”

“Ne?” Anlamadı babası.

“Okuyorum ya. At alacağız ya.”

“Ha tamam, seninki beyaz benimki siyah olsun.” 

Zil sesi ile içeri bir memur girdi:

“Görüş bitti, vedalaşın.”

 Pöfledi Ramiz. Güç bela ayrıldılar.

Cezaevi nizamiyesinin kenarındaki banka yığılmış kalmıştı Arif. Neye, kime üzüleceğine şaşkın. Ya Kurbanım? Ona ne diyecek?

“En iyisi yavaş yavaş anlatmak. Gizlesem ne olacak sanki gelsinler hele.”

Son kararı bu. Yolda söyleyecek. Ramiz ile ninesi nizamiye kapısından çıkınca Arif’in içi titredi. Küçülse, kaybolsa, görünmese. Ramiz geriden Arif’i gördü. Çocuk heyecanıyla bağırdı hemen:

“Arif Abi Arif Abi!”

 Onlara doğru yürüdü Arif. Ramiz merakla sordu:

“Arif Abi, sen araba sürüyor musun?”

“Ooo! Yeter ablama ben öğrettim şoförlüğü.”

 Der demez pişman oldu. Yeter dediğine.

“Kurbanım Yeter nerede? Sabah göremeyince telaş ettim.”

Arif, Kurbanım’ın kırışmış yüzüne baktı. Kararlıydı, anlatacak. Keder yığılı gözlerine. Derin bir nefes aldı. Gözünün önündeki kararmış halkalara… Durdu. Islak kirpiklerine… Boğazı düğümlendi. Cesareti kırıldı. Kurbanım cevap bekliyordu. Bir yalan uyduruverdi.

“Yeter, Yeter ablam diplomasını almak için İstanbul’a, üniversiteye gitti. Gitmişken biraz kalacak arkadaşlarında.”

“Şimdi oldu Kurbanım. İnsanın aklına binbir türlü şey geliyor. Aman iyi olsun.”

 Arif Ramiz’e döndü.

“Ramiz, annenin görüşü hangi gün? Saat kaçta?”

“Perşembe, saat dokuz” dedi eliyle sekiz yaptı bu kez.

 Güldü Arif. “Sekiz o ama.” Ramiz’in kafası karıştı. Parmaklarını saymaya başladı.

“O zaman perşembe yedi buçukta size alırım.”

“Kurbanım zahmet etmeseydin.”

“Ne zahmeti Kurbanım! Olur mu öyle şey? Hem ablam gelince kızar bana.”

Şaka yollu söyledi ama Kurbanım duygulandı. Sesi çatallandı.

“Allah’ım tuttuğunuzu altın etsin. Tez zamanda babanızı kurtarsın da başınıza getirsin. Ne muradınız varsa versin.”

Ramiz yol boyu gördüğü tabelaları, yazıları okuma telaşında. Arif Ramiz’e takıldı:

“Ramiz okumayı da söktün. Benim yerime üniversite sınavına girersin artık. Benim kazanacağım yok.”

Ramiz kendinden emin.

“Olur Arif Abi, girerim sınava.”

Sonra aklına bir şey geldi.

“Benim ablam hukuk üniversitesinde okuyor, biliyor musun Arif abi? Avukat olacak. Annemi babamı kurtaracak.”

“İnşallah.” dedi Arif. “İnşallah be Ramiz!”

Kurbanım’la Ramiz’i bıraktı Arif. İki sokak ötedeki eve gidecek. Bomboş eve gitmek istemedi. Araba ona kalmıştı. Babasından arabayı kaçırdığı günleri, ablasından yalvar yakar bir saatliğine alabildiği günleri hatırladı. Şimdiyse…

Arabayı evin önüne park etti. Hastaneye otobüsle gitti. Kalp doktoru annesinin birkaç gün kimseyi görmeden dinlenmesinin iyi olacağını söyledi.

“Ağır bir kriz geçirdi. Şimdi görüşemezsiniz. Zaten çoğu zaman uyutuyoruz. Yirmi gün kadar yatıralım, duruma göre değerlendiririz. Yalnız yanında konuştuklarınıza çok dikkat edin. Üzülmemesi lazım. Bu çok önemli.”

Ama nasıl? Doktor konuştukça Arif’in zihninde dönüp durdu. Ama nasıl? Nasıl üzülmeyecek? Nasıl hoşlanmadığı şeyleri konuşmayacak? Arif söylemese annesi soracak. Nasıl?

“Ailevi bir sorun yaşadınız galiba.” dedi doktor.

“Evet.”

Birilerine anlatsa bir parça rahatlayacak. Üstesinden gelemediğini, ezilmekten bir hal olduğunu. Birilerine anlatsa. Bir an doktora babasını, ablasını anlatmayı düşündü. Tam niyetlendi ki doktor saatine baktı.

“Peki, geçmiş olsun.” dedi ve gitti.

Kaldı Arif. Öylece. Bir müddet ne yapacağını bilemedi. Ne yapmalı? Nereye gitmeli? Uzaktan da olsa görebilmek düşüncesiyle yoğun bakıma çıktı.

Kapı kapalıydı. Giriş şifreli. Biraz bekledi. İçerden çıkan bir hemşire Arif’i uyardı. Orada bekleyemezdi. Mecbur geri döndü. Aşağı indi.

“Şimdi annesi olsa, hiç olmazsa ne yapacağını söylese, teselli etse Arif’i. Yalnızdı. Şu şehirde, şu ülkede ne kadar da kimsesizdi. Arayabileceği, yanına gidebileceği birilerini düşündü. Bulamadı. Babası içeri girince bütün akrabaların ayağı kesilmişti.

“Olmaz olsunlar!”

Kime ne diyecek? Kimden yardım isteyecek? Çaresizlik geldi, göğsünün üstüne oturdu. Öfke de çöktü. Anlatma isteği duydu. En azından şu üç dört günde yaşadıklarını anlatabilse. Yanında biri olsa şimdi.

Bahçeye çıktı. Ağaçların altında bir banka oturdu. Çevrede pek kimse yok. Keder boğazına durmuş, ha bire sıkıyor. Elini yüzüne kapattı. Kimselere aldırmadan ağlamaya başladı. Hıçkıra hıçkıra… Sarsıla sarsıla… Uzun uzun ağladı.

Aniden omzuna dokunan bir elle irkildi. Elli yaşlarında bir adam yanına oturdu.

“Hayrola yeğenim? Hastan mı var? Vefat mı etti yoksa?”

Adama ağlarken cevap verdi:

“Annem kalp krizi geçirdi amca.”

“Kimin kimsen yok mu delikanlı? Yalnız mı getirdin anneni?”

Kendini tutamadı Arif. Bir taraftan ağladı, bir taraftan anlattı:

“Babam bir senedir hapiste. Emekli imam benim babam. İnsanlara sohbet ediyor diye tutukladılar. Bugün çıkar yarın çıkar diye beklerken üç gün önce ablamı götürdü polis. Ablam cezaevine babamı ziyarete gidip gelirken tanıştığı birkaç aileyi arabayla görüşlere götürüp getiriyordu. Çaresiz, kimi kimsesi olmayan bir iki aile var. İhtiyar bir kadın var: Kurbanım. Oğluyla gelini tutuklanmış. Beş yaşında çocukları ortada kalmış. Kurbanım torununa bakıyor. Ablam da kendince bu kadına yardım ediyordu. Babamın emekli maaşından artırdığımız üç beş kuruştan veriyor, alışverişlerini yapıyordu. Bazen yemek götürür, bazen bize çağırırız. Çocuğun ciddi bir hastalığı var. Hazır yiyeceklerdeki maddeler beynine zarar veriyor. Ona ilaç aldılar geçenlerde. Polis, ablamın telefonunu dinlemiş. “Sen örgütün cezaevi faaliyetlerini yürütüyorsun.” diye ablamı da tutukladılar. Ablamı götürdükleri gün annem kalp krizi geçirdi.”

Arif bir parça hafiflemiş gibiydi. Yüzünü sildi, burnunu çekti. Devam etti anlatmaya.

“Apar topar buraya getirdik. Üç gündür ne yapacağımı şaşırdım. Ortada kaldım amca. Elim ayağım tutmuyor. Babama ne diyeceğim? Soracak. “Annen niye gelmedi, Yeter niye yok?” Düşünürken bunalıyorum. Sabah ablamın görüşüne gittim. Ablamın annemden haberi yok. “Niye gelmedi?” dedi. Söyleyemedim ablama. Bir şeyler uydurdum, geçiştirdim. Çıkışta karşıma Kurbanım’la torunu çıktı. Onlar da görüşe gelmiş. Soruyor. “Kurbanım, Yeter nerede?” Nerede Yeter? Ben şimdi bu kadına nasıl diyeyim: Kurbanım, Yeter’i sana marketten alışveriş yaptı, sizi görüşe götürdü diye terörist olmakla suçlayıp tutukladılar.” Nasıl diyeyim amca? Doktor annemi daha yatıracaklarını söyledi. Yanında üzüleceği şeyler konuşmamalıymışım? Nasıl? Felç olmuş gibiyim amca!”

Açılmıştı Arif. Düğümleri çözülmüştü biraz. Kafasını kaldırıp adama baktı. Adam kaşlarını çatmış, elinin tersini vuracak gibi kaldırmıştı. Sustu Arif. Adam ayağa kalktı. Homurdana homurdana uzaklaşırken “Ben de yüzüne bakıp bir insan sandımdı. Anarşist köpek!” dedi.

Arif uzun süre uzaklaşan adamın arkasından baktı. Gözlerini sildi. Ağaçları seyretti, gökyüzünü… Hafiflemişti. Toparladı.

“Oh olsun sana. Olur olmaz insana dökersin içini!”

Eve gitmedi, Yeter ‘in istediği Kuran-ı Kerim’i, kitapları bulmalıydı. Ayağa kalktı. “Allah’ın izniyle Yeter de çıkar, annem de iyileşir.” diye düşündü. Adamın arkasından bağırdı:

“Sensin anarşist köpek!”

Adamın azarı iyi gelmişti. Yürüdü, gitti.

Ertesi gün akşam Kurbanım’ın telefonu çaldı. Ramiz telefonu aldı, ninesine götürdü.

“Adile  ablam arıyor Kurbanım.”

Ninesine vermeden açtı.

“Alo abla, ben artık okuyorum” dedi.

Atları anlattı, babasını anlattı. Konuşacakları bitince telefonu Kurbanım’a verdi. Adile merakla sordu:

“Babaanne, Yeter Abla’yı gördün mü bugün?”

“Yok, Kurbanım, niye sordun?”

“Hiç!” dedi Adile. “Merak ettim, öylesine…” 

Dün Arif’i gördük cezaevinde. O söyledi Kurbanım, İstanbul’a gitmiş.”

“Tamam babaanne.”

Biraz  daha konuştular. Annesine selam söyledi Adile.

Telefonu kapatınca Adile okuduğu haberi bir daha açtı. Fotoğraftaki yüzü buzlanmış kadını Yeter’e benzetmişti. İyice baktı.

“Örgütün cezaevi yapılanmasına operasyon. İçinde kadınların da bulunduğu yirmi kişi tutuklandı. Tutuklananların cezaevindeki militanların çözülmelerini önlemek için faaliyet gösterdikleri tespit edildi. Operasyonların süreceği tahmin ediliyor.”

“İnşallah sen Yeter Abla değilsindir abla.” dedi fotoğraftaki kadına. Yeter’in telefonunu almadığına hayıflandı. 

Perşembe sabah namazını kılmış, uyuyan Ramiz’in yanı başında oturuyordu Kurbanım. Ramiz gözlerini açtı birden.

“Yat Kurbanım yat! Daha erken. Biraz daha uyu. Daha güneş doğmadı.”

Ramiz sayıklar gibiydi. Gözlerini ovuşturdu.

“Babaanne, babamın atının yerini hazırlayalım. Hadi gidelim.”

“Tamam, hazırlarız kurbanım. Sen biraz uyu. Hem bugün annene gideceğiz ya. Gelince  hazırlarız.” Ramiz’e unutturmaya çalıştıysa da Ramiz tutturdu:

“Hadi Kurbanım gidelim. Babamın atıyla benim atım gelince oraya koyacağız.”

Kızamadı Kurbanım. Üzmek istemedi torununu.

“Nereye koyacaksınız Kurbanım?  Apartmanda at mı olurmuş? Sen biraz daha uyu. Her yer karanlık!”

Ramiz ayaklanmıştı bile!

“Aşağıdaki oda var ya. Kapının  yanındaki.”

“Kurbanım depo orası. Kızarlar bize. Kapıcı kızar bize.”

“Kurbanım kızmaz o bana. Hadi gidelim. Ben baktım, orası çok kirli. Gidelim, temizleyelim. Hadi Kurbanım!”

Baktı olmayacak. “İyi madem hadi gidelim.” deyip istemeye istemeye kalktı, Binanın girişindeki ardiyeye indiler. Birkaç dairenin fazla eşyası yığılmış. Kapıcının temizlik gereçleri kenarda. Havasız, basık, büyükçe bir oda. Odada bir iki dolandılar. Kurbanım Ramiz’i biraz avutup eve tekrar çıkarma peşinde.

Binanın dış kapısı birden açıldı. Hışımla. Öfkeli, aceleci ayak sesleri duyuldu. Telsiz cızırtısı… Kurbanım ardiyenin kapısından baktı. Beş polis asansörün önünde bekliyor. Biri gördü Kurbanım’ı. Kirli sakallı, iri yarı adam.

“Sen kapıcı mısın?” diye çıkıştı. “Sekiz numara kaçıncı katta?”

Kekeledi Kurbanım. Konuşamadı. Ramiz babaannesinin eteğine sımsıkı tutundu. Elleri titriyordu.

Polislerden biri diğerine sordu:

“Ne Berberdi bu kadın?” Öbürü elindeki kâğıda bakıp cevapladı:

“Fatma Berber”

Ramiz ağlamaya başladı. İyice sarıldı Kurbanım’a. Ninesinin nefesi kesildi. Sıkıca kavradı torununu. İkisi de hiç ses çıkarmadı. O arada asansör geldi. Polislerden dördü asansöre bindi, biri merdivenlere koştu.

“Allah’ım beni götürürlerse buncağızım ne yapar? Allah’ım, Allah’ım!”

Dili damağı kurudu. O da titriyordu. Göğsüne bir sancı saplandı. Acısı dizlerinin bağını çözdü.

“Allah’ım buncağızım, Allah’ım buncağızım…”

Dili takılıyor, kekeliyor, yutkunuyor, tekrar tekrar söyleniyordu!

“Allah’ım buncağızım…”

Ramiz, annesiyle babasını götürdükleri güne gitti. Yine derin derin hıçkırmaya başladı. Sapsarı kesildi. Yine…

Kurbanım torununun elini sıkıca tuttu. Dışarı doğru aceleyle sürükledi. Soğuk vurdu yüzlerine. Binanın önünde polis arabası. Arabanın yanında polis yelekli bir adam sigara içiyor. Geceden kalma gözlerini ovuşturdu. Dünya umurunda değildi. Ona bakmadan aceleyle yürüdüler.

Nereye gideceklerdi ki! Nereye gidebilirlerdi?

Yeter?

Yeter yok!

Arif var!

“Allah’ım buncağızım, Allah’ım buncağızım.”

Onlara doğru yürüdü. Ramiz’i hıçkırıklar sarsıyordu. Çenesi titriyordu. Ona baktı Kurbanım.

“Korkma Kurbanım!” dedi. “Korkma, korkma sakın!”

Titreyen elleriyle çocuğun yüzünü sildi, Altı üstü iki sokak. Bir türlü bitmedi. Güneş belirdi binaların arasından.

Ramiz’e korkma derken Kurbanım daha çok korkuyordu. Terlediğini hissetti. Ağzı nasıl kurumuş! Göğsündeki ağrı daha da arttı. Derin derin nefes almaya başladı.

Ariflerin apartmana geldiler. Giriş kapısında zili çaldı Kurbanım. Bir, iki, üç…

Arif derin uykusundan sıçrayarak kalktı. Beyni dönüyordu. Apar topar açtı kapıyı. Ayağında pijama. Çok korktu. Babasını, ablasını aldıkları sabahlar gibi. Balkona çıktı. Aşağı baktı. Polis arabası yoktu. Dairenin kapısını açtı. Asansörü beklemeye başladı.

“Beni de alın, tam olsun vicdansızlar!”

Asansör durdu, kapı açıldı. Kurbanım, Ramiz’in elinden sürüye sürüye asansörden çıktı.

“Kurbanım, bu ne hal!”

Kurbanım derin derin soluyor, konuşamıyordu. Ramiz’e baktı Arif. Hayalete dönmüştü çocuk. Ayağındaki eşofmanın önü ıslaktı. Hemen içeri aldı onları. Kurbanım koridorda bir iki adım attı, yere çöktü. Ramiz yanı başında ayakta, boş boş bakıyor, devamlı hıçkırıyordu.

“Ne oldu Kurbanım? Ramiz, Ramiz ne oldu? Ramiz!”

Mutfağa koştu. Sürahi, bardak getirdi.

“Kurbanım ne oldu? Kurbanım!”

Bardağa su doldurdu. Kurbanım’a uzattı. Elleri titriyordu ihtiyar kadının. Suyu tutamadı. Bardak yere düştü. Tekrar doldurdu. Kendi içirmeyi denedi Arif.

“Biraz iç Kurbanım!”

Birkaç yudum aldı Kurbanım. Göğsü derin derin inip kalkıyordu. Gözleri yuvasından çıkacaktı neredeyse. Elini kalbine bastırdı Kurbanım. Hırıltıyla konuşmayı denedi.

“Polis evi bastı Kurbanım. Buncağızım…”

Ağır bir öksürüğe tutuldu. Ramiz hıçkırdı sonra. İnce, ipince bir “Kurbanım” çıktı birbirine vuran dişlerinin arasından. Kurbanım inledi acıyla:

“Buncağızım ne olur Allah’ım, buncağızım.”

Arif, Ramiz’e eğildi.

“Ramiz gel, bir yüzünü yıkayalım.” dedi, çocuğu kucakladı, banyoya götürdü. Elini yüzünü yıkarken içerden son bir inilti daha duyuldu:

“Allah’ım, buncağızım!..”

Kurbanım’ın bakışları pencereye vuran güneşe takılı kaldı. İki damla yaş süzüldü yorgun yanaklarından.

One thought on “Kurbanım

  • Huysuz Okur

    Öyküde kurgusal bir karışıklık var. Arifi’in yaşadıkları, sonra Yeter, sonra diğerleri. Ben yaşlı bir okur olarak olayları zihnimde birleştiremedim. Yazarın, öyküye hatta yazmaya yeni başlayan yazarlarda görülen bütün malzemeyi kullanma isteğine yenik düştüğünü düşünüyorum.
    İsim olarak “Kurbanım” sözcüğünün seçilmesinin, yapının okuyucunun zihinde tamamlanmasını zorlaştırdığını düşünüyorum. “Kurbanım, buncağızım…” derken giriftleşiyor iyice.
    Ellerle ilgili bölüm, yani öykü kişisinin ellerine yabancılaşması, başka eserlerden de oldukça tanıdık geldi.

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *