Dostlarım Kusurludur Benim
Geçenlerde bir arkadaşımın yakışıksız bir muamelesine maruz kaldım. Bir yakınıma olup bitenleri anlatınca, “Görüşme madem onunla, ilişkini bitir.” diye akıl verdi. Bu tavsiyeye yer yer maruz kalıyorum. Birisi hakkında bir memnuniyetsizliğimi dile getirecek olsam, “Çıkar gitsin hayatından!” deniliyor. Ben böyle düşünmüyor, insanları hayatımdan çıkarmaya pek yanaşmıyorum. Evet yer yer yanlış yapıyorlar, hoyratlık ediyorlar, kalp kırıp gönül yıkıyorlar. Ama yine de her birinin tutulacak birer tutamağı oluyor. Onu bulduğun zaman diğer bütün hamlıklarını örtecek, yok hükmüne indirecek yönleri ışıldamaya başlıyor.
O yüzden huysuz ve geçimsiz insanlarla bile arkadaşlık kurabilirim ben. Arkadaşlık hadi neyse de iletişim kurmaktan çekinmem azından. Bazıları bunu garipser, anlayamaz, belki de bana yakıştıramaz. Fakat bu benim için sıradan bir şey. Dersimi Hazreti Mevlana’dan aldım diyebilirim. Çocukken evimizde üzerinde onun temsili resminin olduğu bir çay tepsisi vardı. Çerçeve içerisinde hazretin şu sözü yazılıydı: “Kusursuz dost arayan dostsuz kalır.” Her gün birkaç defa o tepsi önümüze gelirdi ve önüne çıkan her yazıyı okumaya hevesli bir çocuk olarak ben, her defasında yeniden ve yeniden okurdum onu.
Sonraları Hazreti Bediüzzaman’dan aldığım ders de onu pekiştirdi. Hani şeyhlerini çok seven iki dervişle sohbet ederken onlara şöyle demişti: “Ben sizin şeyhinizi sizden daha çok severim. Çünkü ben onu hataları ile seviyorum, siz ise hatasız zannederek seviyorsunuz. Hatasını gördüğünüzde ona olan sevginiz azalacak ya da kaybolacak.” Evet, gerçek sevgi, birinin kusurlarını bildiğin halde onu sevmeye devam etmektir bana kalırsa. Ama bunun bazı şartları vardır benim kitabımda. Bir kere kusurunun farkında olacaktır kişi. Kusuru işledikten sonra mahcubiyet duyacak ve onu telafi etmek isteyecektir. Kusurunu meziyet gibi gören, onunla caka satmaya kalkan ve kusurunda ısrarla ısrar edenlerle işim olmaz.
Bu bağlamda benim dostlarım genelde kusurludur, tıpkı benim gibi. Diğer tüm insanlar gibi hemen hepsinin zaafları vardır, zaman zaman yamru yumru yerleri bir çıban gibi pörtleyiverir. Kimi kabadır bencileyin, kimi bencil kimi kıskanç. Bazıları parayı çok sever, cimridir; bazıları vurdumduymazdır, bazıları buyurgan. Ama yine de severim onları, kusurlarına ve zaaflarına rağmen severim. Zaman zaman şair Nâbî gibi seslenesim gelir kendime: “Ma’mûrluk ümîdini terk eyle Nâbiyâ / Olmaz cihân-ı aşk u muhabbet harâbsız.” Böyledir, çünkü burası cennet değil, imtihan devam ediyor. Bu yüzden bir yanımız tam olsa öbür yanımız noksan, bir yanımız ma’mur olsa öte yanımız harâb. Ya da yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe…
Böyle dediysem dostlarımın kusurlarını yok sayıyor, görmezden geliyor sanmayın beni! Bilakis onları görmekle kalmayıp gözlerine sokacağım, fazlaca doğrucu Davut kesileceğim tutar ki hayırhah bir dostumun beni bu mevzuda uyarmasına ihtiyacım ar. Zira bu çeşit davranışlarım rahatsız edici olabiliyor, ilişkilerimizi sekteye uğratabiliyor. Ama yine de dostlar arasındaki bu çeşit bir açıklığın uzun vadede güven verici olduğunu düşünüyorum. Dostlarla kusurlarımız hakkında konuşabilme rahatlığı önemli bir samimiyet ölçüsüdür bana göre. Dostluk dediğimiz şey birbirini pohpohlamak ve güzellemekten ibaret değildir. Böyle dostluklar ancak iyi gün dostlukları olabilir. Kötü gün dostlukları kusurların ve zaafların açıkça söylenebildiği yakınlıklardan çıkar. İnsanın kendisi ve çevresi hakkındaki farkındalığı böyle gelişir, kusurlar bu şekilde düzeltilebilir kanaatimce.
İnsanlar arasında kusursuzmuş gibi görünmeye çalışanlar vardır bir de. Zamanla foyaları dökülür onların. Ya da git gide birer Oğuz Atay karakterine dönüşür ve yanlış yapmaktansa yaşamaktan vazgeçerler. Ne zaman nereden arıza vereceğini kestiremezsiniz böylelerinin. Neyi gizlediğini, omurgasının ne vakit bel vereceğini bilemezsiniz. Kusur, insanın alâmet-i fârikasıdır bir bakıma. İnsanın iskeleti gibidir o; ne yana eğilip ne yana yamulacağını onunla görebiliriz. Onunla başkalarından ayırt edebiliriz kişiyi. Sadece kişiyi değil, eserleri de kusurlarımdan ayırt edebiliriz. Şair bir arkadaşım internetin çıkmasıyla birlikte şiirlerinin çalınmaya başlamasından şikâyet ederdi. Sonraları buna bir önlem bulmuş. “Ne buldun?” dedim. “Artık mühürlüyorum onları.” dedi. “Nasıl yani?” dedim. “Yazım yanlışları yaparak.” dedi. “İnsan, kusurdan başka neyle mühürleyebilir ki yaptıklarını…” Böyledir; her kusur, sahibini gösteren birer mühürdür aynı zamanda…
Yine Hazreti Mevlana’ya atfedilen bir sözde yaralar, ışığın içeri girdiği yerler olarak tarif ediliyor. Yara, daha çok insanın maruz kaldığı şeylerin izini akla getirse de kusurların da ışığın içeri gireceği birer yara yahut yara sebebi olduğu aşikârdır. Hazretten sonra, çok sonra; bambaşka tecrübelerden beslenen Leonard Cohen de, “Kusursuzluğu unutun.” demişti, “Her şeyde bir çatlak vardır ve ışık içeri böyle girer.” Bunları hatırlayınca Budist öğretilerdeki ‘Wabi-Sabi’nin akla gelmesi kaçınılmaz. Bilindiği üzere bu öğreti ‘kusurlu güzellik’ anlamına geliyor. Japonların kırık parçaların birleştirilmesine dayanan ünlü kintsugi sanatının da temelini oluşturan bu dünya görüşü, hiçbir şeyin kusursuz olmadığı inancına dayanır. Asıl olan kusurları inkâr etmek, görmezden gelmek değil; bilakis noksanlıklarının farkında olmak ve onları güzelliğe dönüştürmeye çalışmaktır.
Bütün bunların altını çizdiği şey galiba şu: Kusur ve zaaflar, içimize ışığın dolacağı birer aralık olabilir. Yeter ki onlarla yüzleşme ve düzeltme iradesini gösterebilelim. Benim gözümde kusurlarının farkında olup onları düzeltmeye çalışan kişi en erdemli kişidir. Garazsız-ivazsız bir şekilde dostunun kusurlarını dostuna söyleyen de öyle. Söz konusu benim kusurlarım olduğundaysa bendeniz, “Dost aybım setr edip düşmen beni âgâh eder /Yârdan mergûbtur indimde a’dâlar benim.” diyen 18. yüzyıl şairlerinden Diyarbekirli Hâmî’ye görürüm kendimi. Sürekli kusurumu örten dostlardansa onları yüzüme söyleyip boynumdaki akrebi gösteren düşmanları tercih ederim. Çünkü bu, insanın kendisini tanıması ve bilmesiyle ilgili bir husus ve bu da âdemoğlunun en yüce hedefidir.
Hayır, bu yazı kusurluluğa bir övgü değil; zaafları mazur ya da meşru göstermeye çalışmak da hedeflerim arasında yok. Kusursuz insan olamayacağının altını çizmeye çalışıyorum, herkesin vardır bir defosu. İnsanların defolarını görüp ona rağmen onları sevmeye devam edebilmekten söz ediyorum. Ama bunu yaparken defoları makul hatta meziyetmiş gibi görmek yahut hiç yokmuş gibi yaklaşmak da benim meşrebime ters. Onların farkına varıp dostlarımıza da farkındalığımızı belli etmek ve düzeltilmesini beklediğimizi ihsas etmek dostluğa dâhildir bana kalırsa, ötesi ahbap çavuş ilişkisidir.
Son tahlilde diyeceğim o ki, kusursuz dost arayan beni bulsun da ona şu yazdıklarımı anlatayım…