Ömür Erdem

Tavşan Deliği

Okuma süresi: 4 dakika

“Masallar; çocukları uyutmak, büyükleri uyandırmak için anlatılır.” şeklinde bir anlayış var kuramsal masal yaklaşımlarında. El hak, doğrudur! Çünkü toplumsal alt bilinçten beslenen masallar, hayalleri dilden kulağa, kulaktan gönle doğru dolaştırırken kendi ilhamını da hep taşır durur zihinlere. İçimizdeki vicdanlı bilgeyle bağ kuran, onu canlandıran bir sihirli davetiye gibi hikayesini bırakır düşünce koridorlarına. Kalbinin sesini duyabilen için cilâlı bir aynadır masallar. Yüreğinin derinliklerinden kopup gelen mesajları görür insan onda. Yeni ve mavi bir dünya kurabilir hayalinde, bir masalın ilhamıyla.

Masal tadında bir hayat, ancak masallara uyanmakla mümkün olsa gerek. Belki de bir ‘tavşan deliği’nden geçerek kurabilir insan böyle kendine has mavi bir dünyayı.

Birçok masalda, romanda, filmde farklı ve bambaşka bir âleme, paralel bir evrene geçme metoforu olarak kullanılan ‘tavşan deliği’ tabiri; epey zamandır ‘sanal alemde kaybolma’ anlamında da kullanılıyor. Sanal ağlarda, bir konuda araştırma ya da arama yaparken gittikçe derinleşen ve ana konudan uzaklaşan bir süreci ifade ediyor. Bir makaleden başka bir makaleye, bir videodan başka bir videoya geçerken insan, temel araştırma konusundan oldukça sapar ve kendini bir ‘tavşan deliğinde kaybolmuş’ gibi hisseder. Çoğu zaman ilk araştırma konusunu bile unutarak…

Bilim-kurgu ve fantastik edebiyatta, ‘tavşan deliği’ kavramı bazen paralel evrenlere, alternatif gerçekliklere veya boyutlar arası geçişlere atıfta bulunur. Bunun en güzel ve belki de ilk örneklerinden biri Lewis Carroll tarafından yazılmış ve 1865’te yayımlanmış bir çocuk kitabı olan “Alice Harikalar Diyarı’nda”dır. Birçoğumuz, çocukluğumuzda okumuş ya da çizgi filmini seyretmişizdir. Hikâye; sıradan bir dünyadan, bir tavşan deliği aracılığıyla fantastik ve gizemli bir diyara geçiş yapan küçük bir kızın maceralarını konu alır. Çocukları uyutan bu masal; büyükleri âdeta aklın, hayalin, düşüncenin ve felsefenin derinliklerinde dolaştırıyor o fizikötesi yolculuk macerasında. 

Bu sürreal yolculukta her şey merak duygusuyla başlıyor, tıpkı bilimsel gelişmelere yol açan öncü zihinlerin ve aklı hazır kalıplarla sakatlanmamış önyargısız filozofların güdülenmesinde olduğu gibi. Alice’in tavşan deliğinden başka bir evrene geçmesini sağlayan merak duygusu; bilim adamına deney, mucite buluş, filozofa felsefe yaptıran duygudan başkası değildi.  Alice’in tavşan deliğinden o uzun süren tepetaklak düşmesini seyrederken hangimizin aklına gelmez hayattaki düşüşlerimiz, varlıklardan sıfırlanışlarımız, baş döndüren çöküşlerimiz…? Sınırsız hayallerle özgür bir dünyaya doğru bir delikten geçerken Alice, hangi insan hatırlamaz özgür hayal iklimlerine yaptığı sarsıcı yolculukları? Alice, çok ağlamasının cezasını kendi gözyaşından oluşan havuzda boğularak çekeceğini düşünürken masalda, kim hatırlamaz mâzideki derin yaralarını; gözleri dolu dolu?  “Sabah uyandığımda kim olduğumu biliyordum ama o zamandan bu yana birkaç kez değiştim.” diyen Alice; zihninde sürekli kimlik krizleri ve değişim sancıları yaşayan insanın aynaya bakmasına, kendi içine dönmesine sebep olmaz mı? Alice için üç ısırıklık bir vitamin deposu olan bir elma; tırtıl için aylarını geçireceği bir sığınakken, izafiyet teorisine bağlamaz mı düşünen akıllar hikayeyi? Günün saatini değil de yalnızca ayın hangi günü olduğunu gösteren saati görünce şaşıran Alice; zamanın izafiliğini akıllarımıza getirmez mi?

Beyaz perdeye, filmlere ve dizilere de yansıyan ‘tavşan deliği’ meteforu; geçmişe doğru yolculuk, paralel bir evrende yeni maceralara açılma, uzay zaman ilişkisi gibi birçok seyahata kapı aralayan bir tünel gibi karşımıza çıkar. The Matrix filminin “Beyaz tavşanı takip et!” repliği; gerçek dünyadan derin dünyaya geçişi sağlayan labirentin anahtar cümlesiydi. Karadelikler, kuantum fiziği, zamanın bükülmesi ve genişlemesi, çoklu evren, paralel evrenler… Bilim Kurgu filmlerinde bu başka gerçeküstü alemlere geçmek için ya bir tavşan ya da bir solucan deliğini yol edinmek gerekiyor.

Stephen King’in aynı adlı romanından uyarlanan 12.11.63 dizisinde de kahramanımız; John. F. Kennedy suikastını önlemek üzere çıktığı geçmişe doğru yolculuğa bir tavşan deliğinden geçerek başlar. Zamanın bükülmesi, zaman ve mekanda izafiyet, geçmişin kader açısından değerlendirilmesi ve geçmişteki bir olayı değiştirmenin mümkün olamayacağı gibi konular başarıyla işleniyor kitapta/dizide. Ve bir de aşk teması… Tavşan deliğinden geçerek gittiği geçmişte, gerçek hayatta yaşayamayacağı derinlikte hissediyor bu duyguyu kahramanımız.

Gerçeklar acı olduğu için mi başka bir gerçeklik peşindedir insan?  Gerçekliğin kaba ve ihlal edici kuşatmasından bunalan insanın masallardan ilhamla kendine paralel bir evren kurması, tavşan deliğinden geçerek mavi bir dünyaya yelken açması, sonsuzluk iştiyakıyla farklı ve aşkın hisleri derinden deneyimlemesi mümkün mü? Sonlu, sınırlı ve geçici olandan; sonsuz, sınırsız ve aşkın olana açılmak isteyen ruh, hayaline bu öz/el katmanda ulaşabilir mi? Ahmet Haşim’in ‘O Belde’ şiirinde tahayyül ettiği, Tevfik Fikret’in ‘Ömr-i Muhayyel’ şiirinde betimlediği o mavi dünya yalnızca bir imgeden mi ibaret, yoksa sanatçı ruhlarının derinliklerinde deneyimlediği bir hâl mi?

 İnsan ve evren ilişkisini algılamak, belki de alıcıları daha özgür bırakmayı gerektiriyordur. “İnsanı büyütsen kâinat olur, kâinatı sıksan insan damlar.” denilmiş. İçe doğru derinleştikçe insan, evren(ler)in sırrına ereceği bir âlemi keşfeder belki de. Kim bilir, belki de gerçek dünyamızda hissedemediğimiz derinlikli boyutlar; mavi hayallerle süslediğimiz paralel bir dünyada karşımıza çıkar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *