Gün Evini-7 / Uzun Aralar, Yeni Defterler
25 Nisan, Perşembe
Dün akşam tam yatacaktım, bir x’e bakayım dedim. Ayşe Hür’ün bir iletisi Ermeni kıtali ile ilgili yazısına gönderme yapıyor. (-dili gelecek zaman) Açıp okudum. Bir gün önce ilk bölümü varmış, arkasından onu okudum. İlk kez duyduğum şeyler değil ama yine de çok acıtıcı. Ne çok acı var dünyada. İnsanlar nasıl böyle kötü olabiliyor? Şu anda tam tersi bir savı öne çıkaran bir kitap okuyorum ama. Bu, şer probleminin ahirete iman olmadan altından kalkmak çok zor. Aradan 109 yıl geçmiş, 110, 107 vs. de olabilir elbette, sonuçta uzun bir süre. Şimdi o günün mazlumlarından ve zalimlerinden hayatta olan yoktur. Büyük günün hesabı elbette mazlumların lehine, zalimlerin aleyhine işleyecek.
Dr. Reşit miydi neydi bir yöneticinin kan dondurucu cümlesi çakılı kaldı zihnimde. “Buraları Kabe toprağına döndürdük” diyordu kendisine soru soran müfettişe. Çoluk çocuk masum belki binlerce kişiyi öldürmüş ama nasıl bir sonuç çıkarmış bundan. Okumakta olduğum kitapta (Çoğu İnsan İyidir) bir düşünürün açıklaması vardı soykırım suçluları hakkında. Yaptıkları kötülükte bir iyilik görürler, diyordu, bunun iyi bir şey olduğuna inandırırlar kendilerini… Körleştiren ideoloji yani.
Hava sıcak oluyor. Gökyüzü tozdan griye bürünmüş, bulutlu gibi. Sıklat. Dışarı çıksam toz ve polen solumak alerji eder. Çocuklar da hasta biraz.
1 Mayıs, Çarşamba
Dün kardeşimle dişçideyiz. Benden önce gelmişti. Beklerken kitap okumak istemiş. Elindeki kitap “Kötülük Üzerine İki Deneme” Bir hacı teyzenin ilgisini çekiyor. “Kötülük nereden gelir biliyor musun?” diyor, sonra cevabını veriyor. Nefisten, hasetten, hırstan. Peki diyor bu kitap kötülükten kurtulma yolunu gösteriyor mu? Yok, diyor kardeşim felsefe bu. Öyleyse boşver, okuma, neye yarar.
Belki teyze haklıdır, pratik fayda önemli. Kötülük hakkında okunacak kitap kötülükten kurtulma yolları önermiyorsa neye yarar ki?
5 Mayıs
Dün Yusuf Beyle uzunca muhabbet ettik. Önce dut yazıları hakkında konuştuk, oradan “Kirazın Tadı”na geçtik. O filmde bir gençlik anısını anlatıyordu ihtiyar kuş doldurucusu, ama anısında kiraz değil dut vardı. Laf döndü dolaştı iran filmlerine geldi bu girizgahtan sonra. “Leyla’nın Kardeşleri”ni konuştuk, sonra “Eli Hakkında”, derken “Cennetin Renkleri”ne geldi söz. Filmin özgün adı “Reng-e Hoda”. Biraz garip duruyor gibi ilk bakışta ama bu tamlamanın “Sıbgatullah” tabirinin çevirisi olduğunu fark edince iş değişiyor. Türkçede renkle boya farklı kavramlar, oysa Farsça renk Türkçeye boya olarak da çevrilebiliyor. Mesela duvarı renkledim diyebiliyor rengi bu şekilde kullanan biri. O zaman filmi adı yerine oturuyor. “Reng-e Hoda”, Tanrı’nın rengi değil haşa, Tanrının boyası.
30 Haziran, Pazar
Uzak bir yerden, uzak bir zamandan, eski bir dost geldi. Sağlık sorunları nedeniyle İstanbul’da kalacak bir süre. Yanına gittim, İstanbul’da bazı ziyaretler yaptık beraber. Eski zamanın mübarek adamlarını selamladık. Önce Mehmed Emin Tokadi türbesini ziyaret ettik. Eskiden sapa bir yerde olduğu için bu türbeyi bulmak zor olurmuş, ancak nasibi olanlar ziyaret edebilir, derlermiş. Şimdi navigasyon uygulamaları var telefonlarda. Bir yeri bulmak eskisi gibi zor değil. Yine de nasip işidir tabii. Mesela ben kaç yıl İstanbul’da yaşadım, bu ilk ziyaretim hazreti. Kalabalıktı kabrin çevresi. Kabir alışıldık bir türbe formunda değil. Çevresindeki kabirler gibi, yağmura, rüzgara açık. Tenha olsa ve yalnız ziyaret edilse daha etkileyici olabilirdi belki. Sonra Eyüb Sultan’a gittik. Giderken toplu taşımayla yol çok karmaşık diye bir yerden taksiye bindik. Çevresi eskisi kadar canlı değil gibi geldi ama bilemem tabi, cuma ve pazar sabahları çok kalabalık, canlı olurdu oralar, gündüz vakti nasıldı pek hatırlamıyorum. Türbenin bir kapısından girip diğer kapısından çıkılıyor, arada bekleme yapma diye uyarıyorlar. Yine de kalabalığa rağmen bir maneviyat hissediliyor. Çıkışta biraz sahile inelim dedik, meğer oradan geçen bir tramvay hattı varmış, ulaşım eskisi gibi zor değilmiş. İstanbul’un raylı sistemleri her geçen gün büyüyor, yeni metro, tramvay hatları yapılıyor. Adını bile bilmediğim mahalleler, bölgeler… Bu ulaşım sorunu tuhaf bir şey, çözüldükçe büyüyor. Sonra bir gün Aziz Mahmut Hüdayi’ye gittik, diğer bir gün Merkez Efendi’ye. İhtiyar dostum nedense en çok Aziz Mahmut Hüdayi ziyaretinden etkilendi. Oradan aldığımız takkeyi İstanbul’da kaldığı süre içinde başından çıkarmadı.
Uzunca bir pause…
ve 2 Eylül, Pazartesi
İlk İstanbul faslından sonra arkadaşım köye geldi, köyde kaldık bir süre, sonra birlikte Bursa’ya gittik. Yine türbeler türbeler, maneviyat büyüklerinden Üftade Hazretleri ve Emir Sultan, Süleyman Çelebi, sonra beyler, padişahlar… Kebaplar, kahveler ayrı bir bahis, yediğimiz içtiğimiz bizim olsun. Üftade Hazretleri Aziz Mahmut Hüdayi’nin piri, onu ziyaret edip de Merkez Efendi’nin pirini ziyaret etmezsek tuhaf olur dedim, Bursa’dan İstanbul’a dönünce bu sefer Sümbül Sinan Efendi’yi ziyaret ettik. Oralarda dar, eski sokaklarda yürüdük epey. Hacı malzemesi satan bir dükkandan takke tesbih gibi şeyler aldık. Dostumla vedalaşıp uzun bir yolculuktan sonra evime döndüm.
Bu günlüğe verilen uzun aralar da günlüğün bir kaderi sanki. Eskiden de öyle olurdu, özellikle yaza denk gelirdi bu sefer olduğu gibi. Bu defter doğal ömrünü bitirdi deyip yeni bir deftere başlardım. Sonraları, yeni dosya açıp başına yeni bir başlık atardım bilmem kaçıncı defter diye. Bu sefer öyle olmadı. İki defter tek dosyada birbirine eklendi.
Bursa’da Ulu Caminin hemen altında Emirhanı isminde bir han var. Orayı geziyorduk. Önce arkadaşım bana bir takke aldı. Kasket genç işi sen artık yaşlandın, diyor. Bu onun düşüncesi elbette beni ne kadar bağlar bilmiyorum. Sonra bir kitapçının önünden geçerken bir ara denk gelirsem okuyayım dediğim bir kitap gördüm. Gazali’nin “Mişkâtü’l-Envar” adlı küçük risalesi. Onu aldım. Dostum da Hazret-i Hızır hakkında bir kitap aldı. Bursa’da kalırken epey okudum. İstanbul’a geçerken deniz otobüsünde bitirdim. Gerçekten çok değerli bir kitap ama çabucak okumak mümkün olsa da sanırım bir okuyuşta kavramak zor. Bir kez daha dikkatlice okusam iyi olacak. Kitap, Gelenek Yayınları tarafından “Nur Metafiziği” adıyla basılmış.