Can Yesari

Neşe Karaböcek Dinlemenin Zamanı Mı?

Okuma süresi: 4 dakika

İstanbul Edebiyat’ın önünde yağmur ha başladı ha başlayacak.

İmtihan var, sosyoloji imtihanları. Üniversitenin büyük kapısının altındayım, sınav saatini bekliyorum. Hâlbuki lisede bile imtihanlardan kaçmanın yollarını arardım. Kordondan denize bakmanın, boyoza yumurtayı katık etmenin bir keyfi olurdu. Zamanla kaçmaktan da yoruluyor insan. Belki kaçacak bir yer kalmadığındandır. Belki o duyguyu bile yitirmekten… Yağmur başladı inceden. Yeni kaban aldım ama! Biraz eğreti ya, olsun. Üşümüştüm, ısındım. Kapılar açılacak, biz de sınava gireceğiz. Ölme eşeğim!.. Sınavlara girince dünyanın çivisini sanki bize çaktıracaklar! Ne yaparsın? Çaresizlik, şaşırmışlık!

Daraldım. O ara gözüme uzaktaki bir çay ocağı takıldı. Kenarında bir asma altı varmış gibi duruyor. Gidip oturdum. Yağmur arttı, teneke saçaklarda tıpır tıpır sesler, yollarda küçük birikintiler… Hava soğuk mu? Galiba soğuk. Kahveci, Neşe Karaböcek şarkıları açmış, dinliyoruz. Eh iyi oldu. 70’lere devrilip gitmenin sırası değil, biliyorum. “Sevda yolu mu bu” diyor şarkıda “hep çağlayan.” Eh öyledir, sevda yolları hep çağlar. Yollar çağlar mı? Acaba şarkıda başka bir şey mi diyor? “Benden önce biri geçmiş bu yoldan” diye ekliyor sonra. Sevilenin sevda yolları tenha olmalı. Başkası geçtiyse kötü. Asla benimseyemediğim ikinci bir üniversite okumak bu sözlerin ardınca daha ağır geldi. Edebiyatı Sosyoloji ile aldatmak mı?

Yağmur artıyor. Neşe Karaböcek söylemeye devam ediyor. Karaböcek’in İzzet Günay ile birkaç filmi vardı. O hatırıma geldi. Ama zihnimde bir türlü uyduramadım bu çifti. Nedenini bilmiyorum. Bazı resimler insanın gözüne ayrıksı geliyor. İzzet Günay daha çok 60’ların imgesi gibi. Evet evet, İzzet Günay daha çok 60’lar olmalı… Hem de ne güzel filmleri vardı onun öyle. “Vesikalı Yarim” dururken… Yok, olmadı! Bu resim uymadı. Çok eski bir film vardı; adam zengindi de öyle değilmiş gibi yapıyordu. Acaba Karaböcek ve Günay’a ait bir film miydi? Taa eski zamanlardan TRT’de Türk Sineması günlerinden bir resim bu da. Çocuktum. Televizyonsuz günler, film izlemeye başka yerlere gidilen akşamlar… Şimdi ne kadar uzak!

Karaböcek bu Sevda Yolu şarkısını epey içli söylüyor. Onu sakin zamanlarda bir daha dinlesem iyi. Ben en çok Sildim Seni Kalbimden şarkısını severdim. Şarkı daha sonraki yıllara ait olsa da, bütün bütün 70’li yıllar gibi gelirdi. Şehir, sokaklar ve sokaklarda dizginsiz bir gençlik. Geçenlerde Yılmaz Güney’in bir filmini kahramanları değil de yol kenarlarındaki o gençleri görmek için bir daha izlemiştim. Bir şey vardı o insanların duruşlarında, konuşmalarında. Sanki bir heyecan! Deniz kenarları, yaz günleri, uzayan yollar, akasyalı sahil kenarları hep o heyecanla dolmuş gibiydi. Sayarsan bir de kır kahveleri…

Kır kahveleri, dedim de aklıma Viranbağ geldi. Şimdi tek ü tenha kalmış bu mekân belli ki bir zamanların gözde kaçamaklarından imiş. Viranbağ’ın 70’li yıllardaki halini görmeyi hep çok istedim. Günlerin birinde Son Hıçkırık filminde karşıma çıkıvermişti. Şimdi yarısı yıkık taş ev o zamanlar henüz lokanta. Filmde mekân babacan bir Rum tarafından işletiliyor. Hatta bahçenin bir yerinde gramofon bile var. Servi kenarları çitlerle çevrilmiş. Yeryüzünde Viranbağ’dan daha güzel bir kır kahvesi bulunabilir mi? Sanmam!

Karaböcek Adım Yalnızlıktır Benim’i söylüyor şimdi de. Bu kahveci beni öldürecek. Tıpkı şarkıdaki gibi anlatsam roman olacak bir halin içindeyken hem de. Ama söylemeli ki Karaböcek bu ağır romana fazla zarif. Onun sesinin kıvrımları fazla içli, fazla şehirli, fazla bireysel. Bir köşk kızının aşkını söylüyor sanki Karaböcek. Ama ben toplumcu gerçekçi bir yerlerdeyim. Sevdadan çok, bir toplum uyuşmazlığına yakınım sanki. Ellerim yeni kabanımın cebinde. Ötesini berisini yokluyorum. Vallahi sağlam. Bu kadar ucuz bir şeye bu sağlamlık fazla kifayet. Ellerimi üzerinde gezdirip yokluyorum, yün pamuk hak getire. İçini çevirip bakıyorum, sünger koymuş adamlar. Tüü ervahına!

Az evvel dedim ya! Sabah çok üşüyünce yol kenarındaki sergicileri görüp cebimdeki paranın yettiği kadarıyla bir kaban alayım, dedim. Dükkân mı? Değil! Salaş uyduruk bir yer işte. Çocukken görürdüm, panayır yerlerine sergi filan açarlardı çingeneler… Mekân böyle olunca montu kabanı da o kadar uyduruk olacak tabii. Görüntüsü pek fena değildi lakin kabanın. Öyle olunca gözüme kestirip, alayım, dedim. Fiyakalı da duruyordu uzaktan bakınca. AVM’ye koysan üç beş yüz eder sanki! Biraz ışık, biraz müzik…

İçeriye girince satıcıyla pazarlık eden birini gördüm. O da üşümüş gibiydi. Bir kaban vardı elinde, yahut kabanımsı… “Elliye ver,” dedi adama. “Bu yüz lira! Olmaz!” dedi satıcı. Adam cebindekileri çıkardı, baktı. “Altmış var,” dedi. “Eyleme beni, daha yolum uzun.” “En son seksen” dedi satıcı. Düşündü bizimkisi. O zaman üstüne baktım, bir ince mont mu ceket mi onun da yağmurda iyice içi geçmiş, epridikçe eprimiş, kalan havı dökülmüş.

“Yahu ver, hatta bir tane de ben alayım!” dedim. İnsafa geldi de verdi satıcı. Giyindi adam. Kıyıda eğreti bir ayna asılmış, “Bir bak!” dedi sonra satıcı. “Ne bakacağım?..” dedi adam. Parayı verdi gidiyordu. “Bu çıkardığın elbise ne olacak?” diye seslendi satıcı. “Yok mu bir çöp? Atın! İçinde bir şey yok. Olanını da sana verdim.” dedi gitti adam.

Bu hikâyenin arasında ben de bu sünger döşeli kabanı almış oldum. “Gene düzgün bir şey almamışsın!” diyeceklerdi ama olsun. Adam başını eğmiş yürüyüp gidiyordu. “Zamanı mı şimdi sınavın? İçine edeyim sosyolojisinin,” dedim. Şu adamla bir çay içseydik. Kim bilir neler anlatırdı. Benim yerime Sait Faik olsa bırakmazdı. Ben Sait Faik olmadığımdan bıraktım. Bırakmasam da zaten çoktan kaybolup gitmişti.

Adım Yalnızlıktır Benim diyordu Karaböcek. Yalnızlıklarımız farklı belki ama iyi söylüyor hanımefendi. İçli içli, keder dolu biteviye. Birkaç şarkı daha söylüyor ardınca, iyice demini alıyorum. Üstüne bir de Hayri Şahin dinlemek vardı ya! Olsun, bunu bulduğumuza şükür.

Yağmur yağdı da yağdı. Karaböcek söyledi de söyledi, insanlar geçti de geçti. Kimisi koşarak, kimisi ağır. Kimisi dertli, kimisi sevdalı. “Kaldı mı yahu bu zamanda o sevdalar filan!..” diye insan sorası. Kabanın içi sünger döşeli ama iyi ısıtıyormuş hakkını vermeli. Ee, sınav vardı ya! Ooo, unuttuk onu! Kaldık Çevre Sosyoloji’sinden.

İyice karanlık olmadan şuralardan bir yerden evin yolunu tutmalı. “Sana mı kaldı be adam Karaböcek, Viranbağ!..”

Kaban iyi ısıtıyor ama!

EK: https://www.youtube.com/watch?v=ru7eV2fLNUg

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Captcha *Time limit exceeded. Please complete the captcha once again.